BÖYLE
BİR YAZI İLK DEFA YAZILIYOR..
ÖNSÖZ
Kemal Lokman, MTA Dergisinde, Etüdler:
Raman Petrolü başlıklı yazısında ;“Hülasayi kelam, petr ol
nazlı bir metağ olup kendini kolay kolay teslim etmez. Teslimden evvel çok uğraştırır, yorar, emek sarfettirir ve bazen hiç
ümit edilmeyen bir yerde ve ümit edilmeyen bir zamanda kendini gösterir. İkinci
bir tabirle petr ol aramak demek,
tabiat ile mütemadi mücadele demektir.” der.[1]
Kemal Lokman’nın da dediği gibi petr ol
“nazlı” bir maddedir. Ne yazık ki, şimdiye kadar olan zaman süreci içinde, ülkemiz için çok nazlanmıştır
ve nazlanmaya devam etmektedir. Bununla beraber, şunun da farkındayız; Eğer ülkemiz bir “petrol“
ülkesi olsaydı, bu çalışma bize nasip olmaz; başkaları tarafından şimdiye kadar
birçok kere yazılmış, çizilmiş olurdu.
50.Yıl Kitabı için yapılan hazırlık
çalışmaları ile elimize geçen anılar, anlatılanlar ve fotoğraflar o kadar
fazlaydı ki: bunlardan ancak bir kısmı
söz konusu kitaba girebilmişti. 50 yıllık tarihinde, petrol sektöründe, ülke
için gerekli olan bütün entegre tesisleri, tamamen kendi teknik bilgi ve becerisi ve hamleci
tavrıyla kuran Ortaklığımız’ın tarihini, 185 sayfaya sığdırmak odukça zor
olmuştu. 50.Yıl Kitabından taşan fazla bilgi ve dökümanları, bir kenarda
bırakmak ve onları yok saymak da olmazdı. Üstelik, bu kadar yaşanmışlığı ve fotoğrafları atıl bırakmak,
sizlere ve gelecek kuşaklara aktarmamak,
haddimizde de değildi.
Bu nedenle;
elimizde kalan bütün verileri, sonsuza
kadar yaşatmak üzere, ikinci bir kitapta toplamaya karar verdik. Bu kitap için,
‘ 50.Yıl Kitabı’ nın tamamlayıcı bir parçası veya ‘ilave eki’ diyebilirsiniz.
Bu sayfalarda, 50. Yıl Kitabı’nda yer alan
satırlar tekrar edilmemiştir. Onun kadar ‘ciddi’ olmakla beraber, bu sayfalar
‘bizim sayfalarımız’ dır. Bu şirkete emek veren, her kesimden olan , halen
çalışmakta veya çalışmış olan ‘biz’lerin anıları ve fotoğrafları, bu kitapta ön
plana çıkarılmaya çalışılmıştır. Şirketimizin tarihi, o günleri yaşamış
yönetici ve çalışanların anlatımıyla, hiç bir yorum ve değişiklik
yapılmaksızın, aktarılmaya çalışılmıştır. Dikkat edilirse; bu kitapta, bu
sayfaları hazırlayanların yorumunu hiç
göremeyeceksiniz. Bu derlemede yer alan diyalogların tümü, ya video kayıtlarında,
ya da diyalog sahibinin kendi el yazmalarında mevcuttur.
Bu derleme çalışması ile, anılarda, arşivlerde,
gazetelerde, tozlu raflarda ve depolarda kalan bilgi ve fotoğraflar tekrar
günışığına çıkarıldılar. Özellikle; MTA dönemi ile başlayarak, Ortaklığımızın
kuruluşuna kadar olan zaman dilimi içinde, milli petr ol hareketine katılan ve petr ol sanayiini ülkemize kuran bu büyüklerimizin
anıları ve fotoğrafları “özel” olmaktan çıkarak anonimleştiler. Bu derleme
çalışması ile, ulusal petr ol davasına bir şekilde hizmet vermiş, hayatta
olan veya olamayan büyüklerimiz, arkadaşlarımız ve kardeşlerimiz, artık sonsuza
kadar bu sayfalarda yaşayacaklar ve unutulmayacaklar...
GİRİŞ
Cumhuriyet kurulmuş, ülkemizin yeniden
yapılandırılması tüm hızıyla devam
etmektedir. Devlet yeraltı kaynaklarımızı değerlendirmek için teşkilatlanmaya
başlamıştır. 1925 yılında devlet, M.Lucius’u Türkiye’ye çağırarak ülkenin petr ol
imkanlarını araştırmasını ister. Lucius, devlet adına petr ol emareleri taşıyan Mürefte, Çıralı, Elmalı, Hasankale,
Katranlı, Neftik ve Boyabat civarını
araştırır ve raporlarını devlete verir. Bu raporlar, daha sonra ülkemizin petr ol
aramacılığına öncülük edecektir. Madencilik, Türk mühendislerle yol
alırken, petr ol sektörü ise çoğu Alman
asıllı musevi uzmanlarla yol almaya çalışmaktadır.
1929 yılında bir gün, İktisat Vekili Şakir Kesebir,
gazeteci Ahmet Emin Yalman ve diğer gazetecilerle petr ol
ve maden üzerine sohbet ederlerken, petr ol
konusunu yüklenecek hiç Türk petr ol mühendisi olmadığını, bu yüzden önce Türk
mühendislerinin yetiştirilmesi gerektiğini
anlatarak, şöyle der “Arkadaşlar petr ol
konusunda uzmanlaşmış bir Türk
evladı yok mudur ki, biz bu milli
meseleyi vatan evlatlarına teslim edelim...”
Ahmet Emin Yalman’ın aklına hemen arkadaşı Cevat Eyüp Taşman gelir. Yalman,
Taşman, Ahmet Şükrü Esmer ve Hamdi bey,
1910 yılında, Amerikan Colombia
Üniversitesinin bir uzantısı olan
İstanbul Robert Kolej’in sağladığı bir burs ile ABD’ne tahsile
gönderilmişlerdir., Cevat Eyüp Taşman, 3
yıl sonra Colombia Üniversitesi’nden maden jeoloğu olarak mezun olmuştur.
Yalman, Cevat E.Taşman’dan söz ederek
Taşman’ın halen ABD’de petr ol
jeoloğu olarak çalıştığını söyler. Konu başbakan İsmet İnönü’ye anlatılınca,
İsmet İnönü hemen talimat verir ve Dışişleri Bakanlığı, ABD’deki Türk Büyükelçisi
sefir Muhtar beye bir telgraf çekerek, Cevat Eyüp’ün neredeyse bulunmasını ve
kendisi ile temas edilmesini ister. Böylece Cumhuriyet dönemimizin ilk Türk petr olcüsüne ulaşılmış olunacaktır.
İLK
TÜRK PETROLCÜSÜ; CEVAT EYÜP TAŞMAN (26.12.1893 - 3.10.1956)
Cumhuriyet Döneminin, belki de, Türk Tarihinin
ilk diplomalı petr ol jeoloğu olan C.
E. Taşman 1893 yılında Bolu’da doğmuştur. Vilayet mektupçularından Eyüp Sabri
Bey’in oğludur. İlkokulu babasının görevi dolayısıyla çeşitli yerlerde
okuduktan sonra, ortaöğretimini İstanbul
Robert Kolej’de yapmıştır. 1910 yılında mezun olduğunda, zamanın
hükümeti tarafından ABD’ne eğitime gönderilen 4 kişiden biri olmuştur. ABD’de,
Columbia Üniversitesinde Maden Mühendisliği okumuştur. Üniversiteyi bitirdikten sonra 1.Dünya Savaşı çıkınca,
Türkiye’ye dönememiş, ABD de kalmış ve
bir bakır madeni şirketinde çalışmaya başlamıştır.
Daha sonra
petr ol konusunda deneyim
sahibi olmak için zamanın büyük bir petr ol şirketi olan Cities Service adlı şirkette petr ol
jeoloğu olarak 16-17 yıl çalışmıştır. Dürüstlüğü, çalışkanlığı ve teknik bilgi
ve görüşleri ile takdir edilen Taşman, ABD ve Meksika’da çalışırken, 1929 yılı
sonunda, gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın tavsiyesi üzerine hükümet tarafından
ülkemizin petr ol potansiyelini
değerlendirmek üzere yurda davet edilmiştir. Çalıştığı şirketten 1 yıllığına
izin alarak Türkiye’ye gelen Taşman, jeolojik çalışmalar yaparak raporunu
hükümete sunmuş ve ABD’ye geri dönmüştür.
1931-1933 yılları arasında “consulting
geologist-danışman jeolog” olarak çalışırken
1931 yılında yapılan bir AAPG (American
Association of Petroleum Geologists) Kongresinde “Türkiye’nin Petr ol Olanakları” adlı bir tebliğ sunmuş, bu tebliği
de AAPG nin 1931 yılı 15/ 6 no.lu sayısında
yayınlanmıştır. Böylece Türkiye’nin petr ol
potansiyeli ilk olarak uluslararası bir alanda konuşulur ve tartışılır
olmuştur.
1933 yılında, 2189 No.lu Kanun’la “Petr ol
Arama ve İşletme İdaresi” kurulunca
hükümet tarafından bu işin başına geçmesi için, yurda davet edilmiştir. ABD’de
kendisine çok daha yüksek maaşlar teklif edilmesine rağmen, bunları kabul etmeyerek ülkesine
dönmüştür.
1935 yılında, 2804 No.lu Kanun’la MTA Enstitüsü
kurulmuş ve daha önce kurulan Petr ol
Arama ve İşletme Dairesi de MTA’ya bağlanmıştır.Böylece
Cevat Eyüp Taşman MTA bünyesine geçen Petr ol İdaresini yönetmeye başlamıştır...
Cevat Eyüp Taşman MTA Enstitüsü Petr ol Grubu Direktörü olarak 1945 yılına kadar
çalışmış ve daha sonra “Petr ol Baş
Müşavirliği” ne atanarak, 1952 yılına kadar bu görevde kalmıştır. 1953 yılında
ise Petr ol Baş Müşavirliği görevi
devam ederken yeniden MTA Petr ol
Grubu Direktörlüğüne getirilmiş ve bu
görevi Mart-1955 yılına kadar devam
etmiştir.
1953 yılında, hazırlanmakta olan Petr ol Kanunu için 8 kişiden oluşan komisyonda görev
alan Taşman 1955 Mart ayında, 6326 No.lu Kanunla kurulan “Petr ol Dairesi”ne Teknik Müşavir olarak atanmış ve zehirli
sıtmadan ölünceye kadar (3.10.1956) bu görevinde kalmıştır.
1926 yılında AAPG üyesi olan Taşman, 1949 ve 1950 yıllarında 2
kez üstüste kuruluşunda emeği geçtiği
Türkiye Jeoloji Kurumu Başkanlığına
seçilmiştir.
Ülkemizin ilk petr olcülerinden biri
olan Kemal Lokman, uzun yıllar
beraber çalıştığı Cevat Eyüp Taşman’ı şöyle anlatmaktadır :
“23
yıldır beraber çalıştığım Cevat bey, çok dürüst, müstakim, fazilet ve
feragat sahibi, alçak gönüllü, temiz ve samimi
bir insandı. Hiç kimseye kötülük
düşünmediği gibi, hiçbir kimsenin
aleyhinde bulunmazdı. Emrinde çalışanlara herzaman baba-evlat muamelesi
yapardı.
...Kamplarımız, Türk elemanların
yetişmesinde petr ol arama işlerini
sevk ve idarede ve makineve cihazları çalıştırmada bir mektep vazifesi
görmüştür. Bu sahada teknik ve kalifiye işci ve sondör yetişmesi Petr ol Grubunun eseridir. Hala, yurdun muhtelif
bölgelerinde, Raman, Garzan ve Reşan’da tek
başlarına sondaj makinelerini işleten, kuyuları açan Türk elamanları hep
bu eserin canlı birer misalidirler. İşte bu bakımdan da Cevat bey memlekete
birçok şeyler kazandırmıştır. Cevat Bey, Türkiye’nin petr ol
arama ve bulma tarihinde ve petr ol
edebiyatında kendisi daima iyi bir namla yaşayacak ve hürmetle anılacaktır.” [2]
Mehlika Taşman eşi
Cevat Eyüp Taşman’ı anlatıyor: “Cevat, Gelibolu mevlevi şeyhinin
torunudur. Şeyhlik erkek çocuğa geçtiği için dayısı şeyh olmuştur. Orada büyük
arazileri varmış, bir yerden bir yere konaklayarak giderlermiş. 1892 yılında
doğmuş, 1956 yılında vefat etmiştir. Robert Kolej’de okumuştur. Robert Kolej, Colombia
Üniversitesi’nin uzantısıdır. 3 öğreciye Amerika burs veriyor. Ahmet Emin
Yalman, Ahmet Şükrü Esmer ve Cevat Taşman gidiyorlar. Cevat petr ol jeoloğu oluyor. Bunlara giderken pasaportlarını
ve birer torba altın veriyorlar. Pasaportlarını yolda, gemide kaybetmişler ama
üniversite bunları alıp 3 yıl okutuyor. Okul yıllığında Cevat için şöyle diyor;
‘ Biz bu çocuğu, dürüstlüğü için çok severiz.’. Birinci Dünya Savaşı çıkıyor o
sırada. Cevat bir petr ol şirketinde
çalışmaya başlıyor. Diğer iki arkadaşı, Türkiye’ye dönüyorlar. Cevat orada 20
sene çalışmış. Atatürk zamanında bizde ilerlemeler başlıyor. MTA Enstitüsü
kuruluyor, ancak başına getirilecek uzman yok. Yurtdışından, daha çok
Almanya’dan, musevi asıllı Almanlar geliyor. Petr ol
Dairesi kuruluyor, oraya getirecekleri kimse yok, çünkü Avrupa’da petr ol yok. Onun vatanı Amerika. Kimi getirelim derken,
Ahmet Emin Yalman, Cevat’ın çağrılmasını öneriyor, hükümete. O sırada Cevat’ın
çalıştığı şirket, Cevat’ı yurtdışında Petr ol
Aramaları Bölümü’nün başına getirmek istiyor. Ancak o Türkiye’ye gelmeyi tercih
ediyor. Bizde ilk sondaj başlıyor. Nusaybin’e gitmiş, Avrupa’dan gelenlerin
fazla bildikleri birşey yok. Burada petr ol
bulunmaz diyorlar. Cevat’ı buraya (Türkiye’de) petr ol
varmı yok mu diye sormaya çağırıyorlar. Cevat ‘Bizde de bulunabilir.’ ‘’ diyor.
Cevat’ı işin başına getiriyorlar, Petr ol
Şubesi MTA’da kurulmuş oluyor ve petr ol
aramaları başlıyor.
Titiz bir çalışma tarzı vardı. Ben ona
benzemeye çalışırdım. Gelen petr ol
dergilerini okumak benim görevimdi. Arazi notlarını kitap harfiyle yazar ve
yeşil mürekkep kullanırdı. Benim ilk işim yeşil mürekkep almak olmuştu. Ona,
bir okul çocuğu gibi bağlıydım. Oyun ve içki adeti yoktu. İkimiz bezik
oynardık.”
Mehlika
Taşman Ribnikar
İlk paleontologlardan Mehlika Taşman
kendini anlatıyor: “ (Türkiye’ye) Gelenlerin çoğu Amerikalı, yazdıkları
raporları tercüme edecek kimse yok. Ben o sıralarda Arnavutköy Amerikan Kız
Kolejini bitirmiştim. Çalışmak istiyorum, Ankara’da yüksek okul yok, bir tek
hukuk var. O mesleği de hiç sevmiyorum. Dil Tarih Fakültesi açılmıştı, İngiliz
Filolojisi okuyayım diyordum. O sıralarda Türkiye’nin ilk kuyusu açılacak.
Baspirin-1 kuyusu. Benim haberim yok, sonradan öğreniyorum bunları.
İnönü Basbirin’e gidiyor. Babam onun özel
doktoruydu. Gittiği her yere onu da götürürdü. Babam tesadüfen o gün Cevat’la
aynı arabada gidiyor. Ben de İngilizceyi unutmamak için çalışmak istiyorum.
Babam bahsedince Cevat: ‘Hemen gelsin, görüşelim.’ diyor. Onlar açılışı yapıp
döndükten sonra benim hikayem başlıyor. Ben İngiliz Filolojisinde dersten çıkıp
MTA’ ya gittim. Odaları dolaştırdılar bana. Laboratuvarı görünce, ben oraya
demir attım. Kolejdeki hocam, Amerikalı kadın orada, laboratuvarda çalışıyor.
Meğerse, İstanbul’da Büyükçekmece civarında arazide doktora tezini hazırlarken,
kolejde de bize ders veriyormuş. Onu görünce orada kaldım. Sonradan onlarla Basbirin
sondajına gittim. MTA’da o zaman laborant dahi yok. Louis Geordan bana işleri
öğretti: Numuneler Nasıl yıkanır, nasıl ince kesit yapılır? Sonra da ben laborant yetiştirdim.
Ankara’da rapor tercüme ediyorum ve
laboratuvarda fosilleri öğreniyorum. Numune hazırlıyorum. Rapor tercüme ederken
bir takım jeolojik terimler geçiyor. Lugata bakıyorum, birden fazla anlamı var
o kelimenin. Hangisini kullanacağımı bilemiyorum. Raporu yazan jeoloğa
soruyorum. Bana anlatıyor. Yakışık olan kelimeyi kullanıyorum. (Böylece)
bilmediğim kelimeleri sorarken jeolojiyi de öğreniyormuşum yavaş yavaş.
Amerika’da paleontoloji okuyup geldikten
sonra bir gün ‘Garzan dağına gideceksin, sondaj başlıyor.’ dediler. Garzan-1
numaraya gittik . Barakada kalıyoruz. Yer toprak, üzerine hasır serilmiş. Odun
sobası var. Koşullar öyleydi.
Daha önce de Cevat ile araziye gitmiştik.
Cevat beni beğenirmiş. Annemle Garzan’a
gittiğimizde bana evlenme teklif
etti. Şöyle dedi : ‘Annen yanında olmadığı zamanlar bana emanettin. Şimdi
annen yanında olduğu için onun önünde sana
evlenme teklif edebilirim.’ Aksi halde ‘emanete
hıyanet’ olacaktı.”
Petr ol İdaresi
2 Odadan İbaretti
Yeni kurulan Cumhuriyette ‘yokla’
fazla ‘varlar’ ise oldukça azdır. İmkanlar
oldukça kısıtlıdır. Sadece 1
otomobilleri vardır ve Ulus’ta Çankırı Caddesi üzerinde Sakarya
Apartmanında 2 odalı bir büroda
çalışmaktadırlar.
Petr ol
İdaresi, Cevat Eyüp Taşman (müdür), Muhittin Akkaya (muhasebeci) ve Sidney
Paige (danışman jeolog) olmak üzere toplam 3 kişiden oluşmaktadır. İdarenin
oluşmasından bir ay sonra Güney ve Güney Doğu’ya araziye çıkılır.
Araziye çıkılırken büronun kapısına
kilit vurulmaktadır...
Yol
Koşulları
Yeni yeni ayağa kalkmaya çalışan ülkede diğer koşullar gibi, yol
koşulları da çok
kötüdür. Bazı yerlerde yol dahi yoktur. Görev gereği dağlara taşlara çıkılacak, hiç kimsenin
gitmediği, gidemediği yerlere gidilecek ve
jeolojik çalışmalar yapılacaktır. O zamana ait yol ve seyehat
koşullarını Kemal Lokman şöyle anlatıyor; “1930 yılında, Avrupa’da
tahsilimi tamamlayıp Cevat beyin
jeolojik çalışmalarına katıldım. 1930 yılında tr en
yolu henüz Kayseri’ye varmıştı. Karayolları çok fena durumda, hele şark
vilayetlerinde hemen hemen hiç yol
yoktu. Hatta doğru dürüst otomobil bile bulunmuyordu. Bulunsa bile hiç birisi
şarka gitmek istemiyor veyahut fahiş fiyat istiyorlardı. Bu yüzden
çalışmalarımız hayvanlar üzerinde ve yaya olarak yapıldı.” [3]
Cevat E.Taşman ve beraberindekiler eşyaları atlara yüklü, kendileri zaman zaman
yaya, zaman zaman atlı, sallarla, keleklerle nehirler geçtiler, civarda köy
bulunmadığında mağaralarda, dere kenarlarında kum üzerinde yattılar. Bazen sırtsırta yatarak soğuktan korunmaya çalıştılar.
Yüksek tahsil ve ihtisaslarını en ileri
uygarlık koşullarının sağladığı imkanlar içerisinde yapmış olan kişiler 1944-45 lerin Raman’ında ilkel sayılan sondaj araç ve gereçlerini katır sırtında taşımak,
basit barakalarda yaşamak zorunluluğunda idiler.” TPAO 1963 Yıllığı “Anı” shf 1
İlk
Derin Sondaja Doğru (Basbirin-1)
Birinci Dünya Savaşı ve öncesinde Osmanlı
İmparatorluğu sınırları içinde yapılan
petr ol arama çalışmaları Musul ve çevresi ile sınırlı kalmış ve Zaho (Kuzey
Irak) dan öteye geçmemiştir. 1922 de
Prof. Garandjean Dicle, Mardin ve Suriye üçgeninde kısa bir araştırma
gezisi yapmıştır. Bölgede yapılan bu ilk
araştırma sonrası, 1929 yılında Cumhuriyet Hükümeti Mr.Lucius
ve Hadi Galip Yener’i bölgeye
araştırma yapmak üzere gönderir. Mr.Lucius ve Hadi bey bölgeyi araştırılar ve
raporlarını hükümete sunarlar. Bu raporda
bölgenin 1/25.000 ölçekli topoğrafik ve jeolojik haritasının
yapılması ile 5 kuyu açılması önerisi yer alır.
Türkiye
Cumhuriyeti Hükümeti daveti
üzerine 1929 yılı içinde Türkiye’ye gelen Cevat Eyüp Taşman ve ekibi 1930 yılının baharında özellikle Savur ve Nusaybin
olmak üzere bölgede araştırma yaparlar ve raporlarını hükümete sunarlar.
Raporda “Petrol İşleri çok riskli, büyük
sermaye isteyen ve pek çok miktarda teknik malzeme ve eleman icabettiren bir
iştir. Dar bir bütçe ile hükümetler değil, büyük sermayeli ve muazzam teknik
kabiliyetleri olan petr ol şirketleri ancak bu işi yapabilirler“
şeklinde tavsiyeler yer almaktadır.
Cumhuriyet hükümeti çalışmaların bir elde toplanması ve tek elden yönetilmesi ve petr ol
arama işinin daha ciddi olarak ele alınması gerektiğini idrak ederek 1933 yılında İktisat Vekilliğine bağlı olarak “Petrol
Arama ve İşletme Dairesi” ni kurar ve Cevat Eyüp Taşman’ı başına getirir.
Petr ol
İdaresi başkanı olan Taşman vakit
kaybetmeden ABD’den tanıdığı jeolog
Mr.Sidney Paige, paleontolog Dr.Vanderschmidt
ve İhsan Ruhi Berent ile birlikte Temmuz ve Ağustos aylarında Mardin ve Siirt
civarını çalışırlar.
Daha sonra
yine aynı yıl içinde Taşman, joelog Harold F. Moses, William Woodson ve
İhsan Ruhi Berent’ten oluşan ekip, bu kez çalışmalarını Mardin ve Basbirin civarında yoğunlaştırırlar.
Sahanın detaylı haritasını yaparlar ve
Basbirin’de bir sondaj yapılmasını önerirler.
Kendisine sunulan raporları inceleyen İktisat Vekili Celal Bayar, Taşman ve Mr.Paige ile yapılan çalışmalar ve rapor içerikleri hakkında bilgi almak için bir toplantı yapar.
Toplantı esnasında Taşman, Basbirin’de bir sondaj yapılmasını istemekte,
Mr. Paige ise bu karara karşı çıkmaktadır. Bunun üzerine Cevat Eyüp Taşman, Celal Bayar’a dönerek “Mr.Paige’nin
bilgisine, tecrübesine, fikirlerine ve ihtisasına hürmet ederim. Lakin işin en
kolay tarafı o işi yapmamakta ve iş hakkında menfi mütalaa yürütmektir. Lakin
bir işin en güç tarafı o işi yapmaktır. Zira bunun için çok çalışmak, yorulmak,
çok terlemek ve emek sarfetmek ister. Petr ol
ise jeolojik tetkiklerle beraber müsait str üktürler
üzerinde bir çok sondajlar yapmakla ancak bulunabilir. Ondan sonra vardır, yoktur mevzuu bahis olabilir.” der.
20. Haziran 1935 tarihinde çıkarılan 2804
Sayılı Kanunla, Maden Tetkik ve Arama
Enstitiüsü kurulur. Daha önce ayrı ayrı
idareler olan Altın Dairesi, Kömür İdaresi ve
Petr ol Arama ve İşletme İdaresi böylece bir çatı altında, MTA bünyesinde
toplanmış olurlar. Cevat Eyüp Taşman, Petr ol
Grubu Direktörlüğüne atanır.
Basbirin-1 Sondajı
Basbirin’de sondaj kararı alınmıştır. Ancak bu ilk derin kuyuyu delecek sondaj
makinası Türkiye’de yoktur. Satın
alınması gerekmektedir.O zamanın şartları ile çok zor bir operasyon başlamaktadır.
Sonunda buharla çalışan, kablolu, darbeli,
ikinci el, kullanılmış Standart sondaj
makinası, bütün teferruatı ve yedek parcasıyla ile birlikte o zamanın parasıyla 44.000 liraya satın
alınır, yurda getirilir ve çok zor nakliyat koşulları altında sondaj mahalline
kurulur.
Başta İktisat Vekili Celal Bayar olmak
üzere tüm meraklı gözler Basbirin’e çevrilmiştir. Kule
monte edilir ve sonunda 13.Ekim.1934
günü Celal Bayar, Yük.Müh. Abdullah
Hüsrev Güleman, Prof. Granigg, İhsan Ruhi Berent, Cevat Eyüp Taşman,
Başbakanlık Umumi Müfettişlik Hususi Kalem Müdürü Zonguldak Mebusu Ragıp
Özdemiroğlu, Müfettiş-i Umumi Hilmi bey ve
diğer misafirlerin hazır bulunduğu
sade bir tören ve “hayırlı ve uğurlu olsun” temennileriyle Türkiye’nin
ilk derin sondajına başlanır. Bu haber,
basında şöyle yer bulur. Cumhuriyet
Gazetesinin 13 Teşrinievvel, 1934 tarihli sayısına bakıyoruz; ”MİDYATTA PETROL ARANMAYA BAŞLANDI,
Sondaj Ameliyesini İktisat Vekilimiz Küşat Etti (açtı) : Midyat, 13, (aa) –Midyat kazası
dahilinde jeolojik noktai nazardan petr ol
tezahuratı arzetmekte olan ve bu itibarla petr ol
aramak üzere sondaj yapılması muvafık görülen noktada en mükemmel
ve modern sondaj hazırlıkları
ikmal edilerek bugün İktisat Vekili
Mahmut Celal beyin huzurunda sondaja başlanmıştır. Sondaj aleti işletilmeye
başlanmadan evvel İktisat Vekili, muvaffakiyetler
temenni ederek kordelayı kesmiştir.
İktisat Vekilimiz, tetkikat neticesi
hakkında şu beyanatta bulunmuştur. ”Hususi bir kanunla İktisat Vekaletine bağlı hükmi şahşiyeti haiz bir petr ol arama ve işletme idaresi teşkil edildiğini ve
başına Amerika’da tahsil görmüş gençlerimizden
Cevat Eyüp beyin getirildiğini biliyorsunuz. Bu idarenin gösterdiği lüzum üzerine, bugün burada petr ol
bulmak için ilk arama ameliyesine
başlıyoruz. Kati neticeyi yakında bize
sondaj gösterecektir. Memleketimizde petr ol tezahuratı olan
muhtelif sahalar vardır. Bunların hepsi
birer birer jeolojik tetkike tabi tutulacaktır. Petr ol
bulmak için ileri memleketlerin yaptıklarını, biz de ilme dayanarak kararında
ve iyi netice almak azmiyle çalışmaktayız...”
Gazeteci Niyazi Acun, Dünya Petr ol Tarihi
ve Türk Petr olü adlı kitabında anlatıyor: ”Basbirin
Mardin’den yalnız iyi havalarda geçit veren bir karayolu ile 145 km uzakta idi. Sondaj için gerekli
suyu 17 km uzaktan, Suriye hududu
civarından 500 m .rakımdan 1100 m . irtifaa çıkarmak
mecburiyeti hasıl olmuştu. Hayvanla bile gitmesi zor güzergahta, tanesi 55 kg gelen çelik boruları
ancak güçlükle temin edilen ve ağır işe hiç alışmamış yöre halkı ile döşemek bu işci ve mühendislerin haftalarca
fedakarlıkla çalışması sonucu olmuştur. Sondaj malzemeleri ve kamp
ihtiyaçlarının taşınması ,her mevsim
devamlı üzüntü konusu olmakta idi. Birgün Mardin’den gerekli gıda malzemelerini
kampa getiren kaptıkaçtı (pikap) yolun ücra bir yerinde çamura saplanmış ve bu
yüzden birkaç gün sonra oradan tesadüfen geçen
köylülerin yardımı ile kurtarılarak kampa ulaşabilmişti.”
Basbirin-1 de “darbeli sondaj“ zor koşullar altında devam
etmektedir. Ucu sivri, çok büyük bir çiviye benzer matkabın ucu köreldiğinde, yukarı
çekilerek, bugünkü demircilerin
yaptığı gibi, ocakta kızdırılır, balyozlarla
dövülerek keskinleştirilir ve tekrar kuyuya indirilirdi. Sondaj 2-3 yıl sürdüğü için, sondaj mahalline geçici binalar yapılır oralarda yaşanırdı.
Basbirin-1 kuyusu ile ilgili olarak
MTA 15 Yıllık Faaliyet Raporu’nda
şunlar yer almaktadır; “Bu kuyuda raslanan başlıca arızalar, Midyat kalkeri
içinde takımların iki aya yakın bir müddetle şıkışık kalması, kuyunun şakulden müteaddit defalar inhirafı (sapması)
kurtarma işleri ve kampın 17
km uzakta bulunan bir yerden kampa su getiren borularda
yazın çobanların, kışın soğukların yaptıkları hasarların tamiri olmuştur. Asit
kullanılarak şıkışan takımların kurtarılması usulü İLK DEFA bu kuyuda
muvaffakiyetle tatbik edilmiştir...
(Basbirin’i delen Standart
kule’nin) 96 kadem irtifaında olan kulesi ve buhar kuvvetiyle çalışan
makinaları ve kazanları senelerce hizmet etmiş, Basbirin kuyusu bittikten sonra
sırasıyla Hermis, Kerbent, Raman-1, Raman-2 ve Raman-5 kuyularını açmıştır.
Basbirin kuyusunda 1324.6 metr ede suya raslanmış
ve 16 Haziran 1936 da 1327 m .de terk edilmiş
ve 533.877,34 TL‘sına mal olmuştur.
Basbirin kampı İnönü, Bayar ve Mareşal Fevzi Çakmak tarafından ziyaret
edilmiştir.”
Hermis-1 Sondajı
İkinci
derin sondajımız Hermis ile
ilgili olarak Kemal Lokman MTA
Dergisinde şöyle yazıyor: “Basbirin’de bulunan sondaj makinaları
Hermis’e nakledilmiştir. Bu sondaj makinasını teşkil eden malzemenin umumi
sikleti (toplam ağırlığı) 1250 ton olup, içinde 5.5 ton ağırlığında parçalar
bulunduğu gibi, bu iki mahal arasındaki yollar da bu malzemenin
naklini müşgülleştirecek kadar gayri müsaittir.”
MTA 15 Yıllık Faaliyet Raporunda Hermis
sondajı ile ilgili şu satırlar yer
almaktadır: ”İkinci petr ol sondajı
Mardin’de, Midyat kasabasının 37
km şimalinde Hermis köyü civarındaki vadi içinde
yapılmıştır. Gayet taşlık olan Serdif-Hermis köyleri arasındaki yolun yapılması
uzun sürmüş ise de kış gelmeden malzeme nakledilmiş ve 14.1.1937 de sondaja
başlanmıştır... Kuyuda rastlanan arızaların en mühimi ve en çok vakit
kaybettireni deliğin şakulden sık sık inhiraf
etmesi; bunu tashih için kuyunun içinin doldurularak ve dinamit
patlatılarak cidarların tashihine tevessül edilmesi ve borunun kopması
olmuştur. 240 km .lik
karayolundan Diyarbakır ’a gidip dinamit almak, çıkan
kükürtlü gazlar içinde sondaja başlayabilmek için Ankara’dan maskeler temin
etmek veyahut kırılan bir parçanın tamiri için İstanbul’a gitmek de bu kuyunun
1938 yılı ortalarına kadar devam etmesine sebep olan diğer amiller olmuştur.”
Toplam
405.383.89 liraya mal olan
Hermis-1 kuyusu 1938 yılının ortalarında 941 metr ede petr ol
ve asfalt emareli olarak terk edilmiştir.
Midyat
civarında Hermis sondajı
yapılırken, diğer bölgelerde de çalışmalar devam etmektedir. Bu çalışmalar
Trakya’da Mürefte ve Hayrabolu civarı ve Van’ın Kürzot çevresinde yapılmaktadır. Trakya‘da Mürefte’de
sığ sondaj yapan Keystone ve
Star makinaları ile
derinlikleri 97 ile 332 metr e
arasında değişen 8 kuyu delinirken, Van-Kürzot‘ta ise 1937 de Kirk, Maxson
ve Foley tarafından jeolojik etüdler, CGG tarafından elektr ik
rezistivite metodu ile jeofizik araştırmalar yapılmaktadır. Ayrıca Kerim Temel, Nebil Ezgü, Mazlum Angın ve
Kemal Lokman, Kürzot’ta eski galerileri temizleyerek ve yeni galeriler açarak, 1937- 1938 yıllarında
bir miktar petr ol elde
etmişlerdir.
Kablo Sistemi
(Darbeli Sondaj )
İlk petr ol
kuyularının tamamı kablo sistemiyle
açılmıştır. Bu sondaj
sistemi esas itibariyle, bir tel
halata asılı matkap ve ona bağlı ağırlıklarla yere vura-vura kuyu delme
sistemidir. Açılan kuyu, kuyu dibinde bir miktar su hariç temiz tutulur. Bir metr e kadar sondaj yapıldıktan sonra sonra matkap
çekilir ve tabanda toplanan kesintiler, altında yere vurunca açılan, kaldırınca
kapanan bir vana (valf) bulunan bir boru ile satha çıkarılır. Kuyuda yıkıntı ve
çöküntüyü önlemek için belli derinlikler erişildikçe, gittikçe daralan çapta
çelik muhafaza boruları (casing) indirilir. Bu sistemde en büyük sıkıntı
sondajın yavaş gitmesi ve kuyudan kontr olsüz mayi ve gazların yukarıya gelmesini önleyebilecek emniyet
tertibatının olmayışıdır.
Türkler Sondajda Çalışmaya Başlıyorlar
Basbirin kuyusunda sondaj ve diğer işlerde çalıştırılmak
üzere yöre insanı işe alınmaktadır. Muhittin Eren, Yusuf Öney,
Hasan Güven, Esat Altuğ, Zekeriya Kanter gibi isimler de bu aşamada
işe girmişlerdir. Bu insanlar zaman içinde sondajı
öğrenecekler ve ilk Türk
sondörleri, daha sonra ise ilk Türk baş sondörleri olarak ulusal petr ol tarihimizdeki
yerlerini alacak ve petr ol
sektörüne yıllarca hizmet edeceklerdir. İlk
Baş Sondörlerimizden Muhittin Eren anlatıyor;
“Annem Midyat Kaymakamına gidiyor. Benim
ilkokul mezunu olduğumu ve mümkünse bir işe girebilmem için yardımcı olmasını rica
ediyor. Kaymakam da bir kağıda bir
şeyler yazarak anneme uzatıyor. “Bu notu Basbirin’de bir sondaj yapılıyor, oradaki Türk mühendise verin” diyor. Oradaki Türk mühendis (
muhtemelen Cevat Eyüp Taşman) benim ilkokul mezunu olduğumu öğrenince “Sen
amelelerin başında duracaksın ve akşama kadar
ne kadar boru bağlamışsanız sayısını bana bildireceksin“ dedi. Ben de
her boru bağlandığında cebime bir taş koydum. Böylece akşama kadar ne
kadar boru bağladığımızı cebimdeki taşları
sayarak bilebiliyordum. Akşama doğru mühendis atıyla ve seyisiyle çıktı geldi. “Ne kadar boru bağladınız ?“
diye sordu. Ben de cebimdeki taşları çıkararak verdim, saydı. “Neden az boru
bağladınız ?“ diye sorunca “Az bağladık ama sağlam yaptık. “diye cevap verdim.
“Aferin, çalışmaya devam edin“ dedi ve seyisinin yularından tuttuğu atla
dörtnala yanımızdan ayrıldı. Seyisi de arkalarından koşarak
onları takip etti.”
İlk
Petr ol Bulgusuna
Doğru. Raman Bulunuyor.
Basbirin, Hermis ve daha sonra 1938-39
yıllarında açılan Kerbent‘ten sonra gözler Raman Dağına çevrilmiştir. 1939 yılı
Nisan ayında kule nakliyatına başlanır.
Ancak Midyat-Hasankeyf arasında o
zamanlar yol ve Dicle’yi geçecek köprü yoktur. Bu nedenle, kule, Midyat-Mardin-Diyarbakır yolu ile 350 km taşınarak
Maymune Boğazına getirilir. Kemal
Lokman MTA (1940) Dergisi “Etüdler”
köşesinde şöyle yazıyor; “Ramandağında, mezkur dağı şimal-cenup istikametinde
baştanbaşa kateden bir boğaz bulunur ki “Maymun Boğazı” diye maruftur. Eski bir
nehir yatağı olmak ihtimali olan bu boğazın şark tarafında ve 715 m rakımındaki nokta,
sondaj yeri olarak intihap (tesbit) edildi. Beşiri kaza merkezi bu sondaj
yerine kurulan kampın 23 km
şimali şarkisine, Eluh (İluh) nahiye merkezi ise 19 km şimali garbisine düşer ki, yapılmakta olan Diyarbakır-Cizre demiryolu Eluh (İluh)
köyünün içinden geçer.”
Kemal Lokman Raman-1‘in bulunduğu yeri
tarif ettikten sonra, yazısına şöyle devam ediyor: “....1934 yılının
yazında mevcudiyeti öğrenilen Ramandağı
Antiklinalinin esaslı bir surette etüdü ve jeolojik tetkikatı 1937 ve 1938
senelerinin ilkbahar ve yaz aylarında yapıldı. ...Fenni tetkikat ikmal
edildikten sonra 1939 ilkbaharında bu mıntıkanın sondajlarla aranmasına karar
verilerek, 19 Mayıs’ta sondaj yapılacak yer seçildi ve derhal sondaj makinası (Standart kule,
buharlı-darbeli-kablo sistemi) ile
malzeme ve teçhizatın nakline başlandı. Alet ve edavatın taşınması ve
makinelerin kurulması iki ay kadar sürdü. Nihayet 24 Temmuz 1939 da sondaj
ameliyesine (başlandı). Takriben 9 ay sonra kuyunun 1048 m . derinliğinde Yukarı (Üst)
Kretase formasyonunda petr ol
bulundu.”
20
Nisan 1940 Cumartesi Sabahı
20 Nisan 1940 Cumartesi sabahı, yılların
sondörü Kanadalı sondör Mc Cauley, 8
inçlik muhafaza borularını 1050 metr eye set
etmek üzere hazırlık yapmaktadır. Muhafaza borularını indirmeden önce kuyuyu
derinleştirmek üzere sondaj dizisini
kuyuya indirmiş ve sondajını yapıp matkabı yukarı çektiğinde, matkabın petr ole bulaşmış olduğunu görür. Çok heyecanlıdır. Koşup
herkesi olaydan haberdar eder. Olayın devamını Kemal Lokman MTA Dergisinde (1940) şöyle anlatmaktadır; ”...
Satıhtan itibaren 66 ve 111.ci m de tatlı suya ve 145 m de gaza ve 151 m de gaz ve suya tesadüf
edildi... 1059 m .de
8 pusluk(inch) borular indirilerek çimento ameliyesi yapılmak üzere kuyuda bir
sondaj proğramı tatbik edilirken 1048
m ye varıldıkta sondaj matkabının petr olle bulaşmış olarak çıktığı görüldü. Ve derhal
“Bailer” denilen hususi kova kuyunun dibine kadar indirilerek geri
çıkartıldığında kova tamamen petr olle
dolmuştu. 4 gün sonra kuyu aynı kova ile muayene edildiğinde kuyuda petr olün seviyesi, satıhtan itibaren 137 metr ede olduğu tesbit edildi. Bu suretle 8 pusluk
boruların içinde dipten 900 m
yüksekliğe kadar petr olün toplanmış
olduğu müşahede edildi. Bilahare yapılan müşahadeler mayi miktarının günde
10-30, petrol miktarının da 3.5-10
m3 olacağını göstermiştir. Petr ol sathı arza (yüzeye), getirilecek hususi
tulumbalarla çıkarılacaktır.”
Ve nihayet, bölgede 5-6 yıldır azimle
sürdürülen çalışmaların sonunda Türkiye’de
de “kara altın“ petrol bulunmuştur. Bu
haberin 23. Nisan Çocuk Bayramı
arifesinde oluşu ve bir milli bayramla çakışması ülke çapında büyük sevinç yaratmıştır. Haberin
geldiği TBBM Meclis koridorlarında
ise memnuniyet son safhadadır. Dış
dünyada devam eden 2. Dünya Savaşı, içeride büyük Erzincan depremi ve üst üste gelen sel
faleketleri bir an olsun unutulmuş, petr olün
ülkeye getireceği refah ve kalkınmışlık
düzeyi konuşulmaya başlanmış, o ana kadar adı hiç duyulmayan Ramandağı
artık bir umudun simgesi olarak
dillerden düşmez olmuştur.
Başbakan Dr.Refik Saydam, 25 Nisan 1940
günü, saat 19.35 te kendisi için
hazırlanan özel bir tr enle
Ankara’dan Diyarbakır’a hareket eder. Mutlu haberi yerinde görecek ve bilgi
alacaktır. Yanında İktisat Vekili Hüsnü
Çakır ve MTA Enstitüsü Umum Müdürü
Hadi Yener ile gazeteciler
vardır. 29 Nisan akşamı Diyarbakır ’a gelen
başbakan 30 Nisan’ı resmi kabul ve ziyaretler
ile geçirdikten sonra 1 Mayıs günü Raman’a gider. Şimşeklerin
çaktığı, gök gürlemelerinin bol olduğu, bardaktan
boşanırcasına yağan bir yağmurlu günde
Başbakan Dr.Refik Saydam adını hep
duyduğu, ancak o ana kadar görmediği, bilmediği petr olle
ilk defa tanışır. Elini petr ole sokar, koklar. Mutluluğu gözlerinden okunmaktadır.
Başbakan
şu resmi açıklamayı yapar; “Raman
dağında yapılmakta olan sondajın bugünkü vaziyeti, mütehassısların kati ifadelerine göre, bir petr ol mıntıkasının tezahürüdür. Mıntıkanın arzi
teşekkülünün müsait bulunması, bu tezahüre hususi bir kıymet vermektedir. Bunun
hududunu ve verimini tesbit için daha
müteaddit sondajlara ihtiyaç vardır.
Bundan sonraki mesaiye mütetassıslarca tesbit edilecek proğram dahilinda devam
olunacaktır. Bu hususta icabeden
tahsisat Büyük Millet Meclisinden istenecektir.”
2. Mayıs .1940 tarihli Cumhuriyet
Gazetesini okuyoruz “ Diyarbakır 1 (a.a.) : Şehrimizde bulunan Başvekil Dr.Refik
Saydam refakatinde İktisat
Vekili, Birinci Umumi Müfettiş, Kolordu Komutanı, Diyarbakır Valisi, Maden
Tetkik ve Arama Genel Direktörü ile Petr ol Grubu Müdürü olduğu halde bu sabah saat 5 te tr enle Bismil’e hareket etmişlerdir. Bu sabah tr enle Bismil’e giden Başvekilimiz, otomobille
yollarına devam etmişler ve saat 11 de Raman dağından petr ol
mıntıkasına muvasalat eylemişlerdir. Burada tesisat görülmüş ve üzerinde etüdler yapılmıştır.
Başvekil numüne olarak kuyudan çıkarılan petr ol
hakkında mütehassısların verdikleri izahatı dinlemişlerdir. Öğle yemeğini petr ol kampında yiyen Başvekilimiz saat 14 de Diyarbakır ’a
müteveccihen, hareket etmişlerdir...”
3.Mayıs.1940 tarihinde ise Cumhuriyet Gazetesi şu haberi geçmiştir. ”Beşiri,
2
(Hususi) Başvekilimizin petr ol sahasında yaptığı tetkiklerden sonra verdiği
emir üzerine yeniden on kuyu daha açılmasına karar verilmiştir. Açılan kuyudan
petr ol fışkırmaması için sondaj
şimdilik durdurulmuştur. Beher kuyudan günde 30 ton hesabı ile on kuyudan 300
ton petr ol alınabilecektir. Yeni
sondaj yerleri tesbit edilmiş, ayrıca
memur ve mütehassıs, usta ve işciler için yapılacak binaların yerleri tesbit olunmuştur. Başvekilimiz,
Diyarbakır ’dan
Irak ve İran hududuna doğru uzatılmakta olan tr en
hattının süratle Beşiri’ye ulaşması için DDY Umum Müdürlüğ’üne talimat
vermiştir. “
İluh Köyüne Tren İstasyonu Geliyor
Raman-1 deki petr ol
keşfi daha önce planlanan tr en hatları ile ilgili proğramları
değiştirmiştir. 7 Mayıs 1940 tarihli Vakit
Gazetesinde şu haber yer alır: “4 Mayıs 1940 tarihinde toplanan TBMM de
Gümüşhane Mebusu Hasan Fehmi Ataç
söz alarak, Beşiri’de petr ol
membalarının keşfedilmiş bulunması dolayısiyle bu havza yakınından geçen
Diyarbakır-Irak hattından buraya temdit edilecek bir şube hattına ihtiyaç olacağını ileri
sürerek bu hattın inşaası cihetinin mevzuu müzakere kanun ile nazarı dikkate
alınmasını istemiş ve bu maksatla bir de takrir vermiştir.” Gümüşhane Mebusu Ataç’a karşılık söz alan
Başbakan Refik Saydam: “Malumualiniz, o mıntıkaya gittim, dolaştım ve dün
geldim. Arkadaşlarımızın bu kanun vesilesi ile temas buyurdukları petr ol havzası
hakkında gördüklerimi anlatayım.
Mahallinde gördüğüm vaziyete nazaran, (tr en) hattın
oraya götürülmesine henüz vaktimiz vardır. Sondajlar devam edecektir. Hakikaten
bir petr ol mıntıkasına tesadüf
edilmiştir. Tabii bunun vüsatı ve verimi hakkında lazım gelen tetkikatı yapmak
icap etmektedir. Esasen Bismil’e kadar, henüz hat açılmamış olmakla beraber, tr enle gittik. Oradan Ramandağları istikametine
kadar, Eruh kasabasına kadar tr enin
geçmesi için lazım gelen tertibat
yapılmıştır... Eğer
bu mıntıkada büyük iktisadi bir petr ol
sahasına tesadüf edecek olursak, lazım gelen sondajlar yapıldıktan sonra, bu
hattın temdidi mümkündür. Esasen bu hat azami 35-40 km kadar bir yer
tutacaktır.”
Maymune
Canlanıyor.
Maymune Boğazında petr ol
sondajlarına başlandığı sıralarda bu işlerde çalışan personel, kısmen çadırlarda
kısmen de küçük geçici ve ilkel ahşap barakalarda barındırılmakta idiler. Bu
mıntıkanın ümit verici emareleri elde edildikten sonra ancak 1941 senesinde
daha sonra ‘Merkez Kamp’ denilen,
kerpiçten iki katlı bir bina inşa
edilmiş ve sondaj personelinin
ikametine tahsis edilmiştir. Bu arada sondajlar da devam etmektedir. Raman-1
den üretilen petr olu işleyecek, İstanbul’dan
sökülerek getirilen ve Diyarbakır ’daki depolarda
bekleyen hurda rafineri
parçalarından basit bir rafineri kurma
çalışmaları başlamıştır. Böylece, o ana
kadar dışarıdan gelen- ancak savaş nedeniyle temini gittikçe zorlaşan, benzin, ve motorin burada üretilecek, böylece hem zaman hem de
para yönünden büyük tasarruf
sağlanacaktır. Maymune Boğazı geceleri
artık ışıl ışıldır. Benzinli jeneratörün ürettiği elektr ik ve yanan
lambalar, uygarlığın burada da var olduğunun birer kanıtıdır artık.
İlk Rafineri , Maymune Boğazı
“1940 yılında Raman’da Maymune Boğazında
açılan 1 numaralı kuyuda petr ole
raslanması üzerine bu kuyudan istihsal edilen petr olden
istifade etmek ve çıkan petr olün
tecrübelerini yapmak maksadiyle 1941 yılında Maymune Boğazında günlük
kapasitesi 3 ton olan küçük bir tecrübe rafinerisi kurulmuştur.” Yukarıdaki
satırlar MTA Enstitüsü 15 Yıllık Faaliyet Raporundan alınmıştır.
Hasan Göker anlatıyor: “ Raman’dan çıkan
petrolü işlemek için ilk olarak , Boğaz’da bir musevi vatandaş tarafından
işletilen, iki kazandan ibaret bir hurda tesis, Raman’ın hemen altındaki
Maymune Boğazına getirilip, Polonyalı bir mühendis olan Mankiyeviç’in
yönetiminde Şemsi Ağar, Oğuz Avdan, Cemil Kaptan, Mustafa Cam vs arkadaşlarca
monte edilip işletmeye alınmış, daha sonra bu rafineri Batman’a taşınarak Pilot
rafineri olarak hizmet görmüştür.” Oğuz
Avdan kısa bir süre sonra yerini Şemsi
Ağar’a bırakarak Maymune’den
ayrılılır. Maymune’deki bu ilkel tasfiyehane , gerek mühendis gerekse teknik
işçi yetiştirme açısından bir okul görevi görmüştür. Sayıları gittikçe artan bu
mühendis ve teknik kadro, özellikle Batman Rafinerisi’nin kuruluş ve işletmesi
safhalarında oldukça tecrübe
kazanmış ve diğer rafinerilerin (Ataş , İpraş ve İzmir
Aliağa) kurulmasında etkin rol almıştır.
TÜRKİYE’NİN
İLK PETROLCÜLERİ
BURSLU
TALEBELER
*Avrupa ve Amerika’ya talebe gönderilmesini
Atatürk istedi.
*Bu proje, devletin o parasız döneminde,
MTA’ya 3 milyon dolara mal oldu.
*Amerika’ya gitmek için iki yıl gemi bekledim.
*Bizlere 600 TL ve 600 dolar verdiler.
Bizden öncekilere 1200 dolar vermişler.
Mehlika Taşman paleontoloji, Reşit Yonca,
Tevfik Sadullah ve Turgut Uluğ ise petr ol
mühendisliği dalında ABD’de eğitim
görmekte iken, MTA Enstitüsü ve Etibank, maden mühendisi olmak üzere
Almanya, İsviçre ve Avusturya’ya burslu talebe göndermektedirler. Avrupa’da savaş rüzgarlarının
esmeye başladığı 1939 yılında, 3
genç MTA’nın açmış olduğu ve 250 kişinin girdiği sınavı kazanarak yurtdışında burslu okuma hakkını
kazanmışlardır. Bu gençler Ankara Erkek
Lisesi (şimdiki Atatürk Lisesi) mezunu Abdurrahman Durukal, Kayseri Lisesi mezunu
Hulusi Berilgen ve Reşit Yonca‘dır. Durukal ve Yonca petr ol mühendisliği, Berilgen ise paleontoloji okuyacaktır.
2. Dünya savaşı başlamış, savaş ortamı
içinde, bursların bir süre ertelenmesi ve Avrupa’da okuyan öğrencilerin Türkiye’ye dönmeleri gündeme gelmiştir. Fakat Türkiye Hükümeti
Almanya’nın savaşta galip geleceği tahmini ve görüşü ile Almanya’ya burslu
talebe göndermeye devam etmiştir. Çünkü; sürmekte olan savaş Almanya
toprakları dışında olmaktadır. Bu, 1945 yılına kadar böyle devam eder.
Savaş, Almanya’nın aleyhine dönmeye başlayınca, gelen bir talimat üzerine, Almanya’da bulunan bütün talebeler, 1945 Mart’ında biraraya toplanır. Alman hükümeti, ülkelerine
geri dönecek Türkler için özel bir tr en
tahsis eder. Trende öğrencilerle beraber Almanya’da bulunan diplomatik Türk
personel de bulunmaktadır. Tren İsviçre’ye kadar gelir, orada durur. Günler
geçer tr en hareket etmez. Çünkü
bütün tr en hatları bombalanmaktadır.
Tren geri döner ve Danimarka üzerinden
İsveç’e gelir. Kafile burada bir Kızılhaç gemisine bindirilir.
Bombalanma korkusuyla gemi önce daha
güvenilir olan Kuzey Denizine doğru yol
alır. Daha sonra geniş bir kavis çizerek İrlanda Denizi üzerinden Atlantik
Okyanus ve daha sonra Akdeniz’e girer. Önce Mısır’a uğrayan gemi, 8 Nisan 1945 tarihinde İstanbul’a gelir.
Devlet, yokluk içinde olmasına rağmen, eğitimin
son derece önemli olduğunun idraki içindedir. Bu kadrolar daha sonra
cumhuriyetimizin kalkınmasında önemli roller üstlenecek ve ülkelerine hizmet edeceklerdir.
Bu düşünce içinde devlet, Avrupa’da okuyan talebelerini bir süre sonra eğitimlerine devam
edebilmeleri için ABD‘ne gönderecektir.
Ben Oklohama’ya, Hulusi ise Texas’a gitti.
Hulusi paleontoloji okumak istemedi. Bir
sömestr sonra, MTA‘ya müracaat ederek petr ol mühendisi olmak istediğini söyledi. MTA da kabul etti. O da
Oklohoma’ya, benim yanıma geldi. 1940 yılından itibaren Hulusi Berilgen
ile üniversite hayatımız hep beraber
geçti..... Türkiye’ye dönüşümüzde de problemler devam ediyordu. Alman
denizaltıları Atlantik’te cirit atıyor, Amerikan gemilerini batırıyorlardı.
Türkiye’ye giden bir gemi bulmak için New York’ta 1 aydan fazla bekledik.
Sonunda konsolosluk araya girdi... O zamanlar, savaşın sonlarına doğru
Romanya’ya, Mısır’a yiyecek yardımı gönderiyorlar. 48 saatte imal edilip suya indirilen ve “Liberty
Ship”( Doğal olarak 2 günde bir gemi inşa etmek
olanaksızdır. O yıllar ABD’nde yılda 400 gemi inşa ediliyordu. Bu sayı
güne bölündüğü zaman her güne bir gemi düşüyordu) diye anılan küçük yük gemilerinin birinde
bize yer buldular. Bizi Romanya’ya gidene bindirdiler, Hulusi ile beraber... 28
günde İstanbul’a geldik, doğruca MTA‘ya
giderek “Biz geldik” dedik. MTA o zaman
küçüktü. Yeri Ulus-Anafartalar’da şimdiki (bir önceki) Adliye Sarayı’nın
karşısında 4 katlı bir bina idi.
Şimdi otel oldu galiba.”
Selahattin Özkan anlatıyor: “Biz Almanya‘dan gidenler azız
Amerika’da. 1944 senesinde harbin
bitmesinden bir sene evvel, Türkiye Amerika’ya 80 kişi gönderiyor. Örneğin;
Rifat Bayazıt, Raşit Ceylan, Parisa Gönülden, Mustafa Solim, Hasan Göker,
Ferhan Sanlav, Hasan Çil hepsi o 80
kişilik ekiple Amerika’ya gitmişler. Onlarla Amerika’da buluştuk.
Biz,
Amerika’da okula yeniden başlar gibi olduk. Ben 1940 yılında liseyi
bitirdim ama Amerika benim Almanya’da ki tahsilimi 3 dönem olarak saydı. Öyle
devam ettim. 1948 de Raman-8 numarada ilk petr ol
bulununca M.T.A. telaşlanıyor, petr ol
mühendisimiz yok diyor. Bütün öğrencilere, hepimize, petr ol
mühendisi ve petr ol jeoloğu olmak
isteyen var mı diye sordular. İsteyen bu bölüme geçebilir dediler. Ben maden okuyordum,
geçerim dedim. Rifat, Raşit de olur dediler. Ben geçerim ama önce maden mühendisliğini bitiririm
dedim. Bitirmeme 1 sömester kalmıştı çünkü, Madenden sonra petr ol mühendisliği mastırı yaparım dedim. Ötekiler
madeni bıraktılar, petr ole
başladılar. Jeologlar petr ol
jeolojisine ağırlık vermeye başladılar. Jeologlardan Mithat, Raşit, Ferhan
Sanlav vardı. Bunlara neden olan, 8 numaralı kuyudur. Çünkü alınıp, satılabilir
miktarda petr ol üreten bir kuyudur.
Petr ol keşfi demek, petr olü bulmak demek, değildir. Keşfin, bir ekonomik değer taşıyorsa anlamı
vardır.”
Hasan Göker anlatıyor : “1945 yılında
devlet, çeşitli alanlarda uzman yetiştirmek üzere sınav açmıştı 125 kişilik.
Biz MTA tarafından seçildik. ( Mustafa
Solim, ben vs. ) Bir de Almanya’da okuyup, harp nedeniyle tahsilini bitiremeden
dönenler vardı: Selahattin Özkan, Selahattin Malkoç, Hasan Mumcu, Parisa
Gönülden, Nezihi Berkkam ve Sait Şahankaya vs gibi.
Onlarla birlikte Amerika ya gideceğiz ama
vapur yok, bekliyoruz. Rusya ya malzeme getirmiş bir şilep, dönüşte 6 öğrenci
aldı, biri de bendim. 23 günde hiç durmadan giderek Baltimor’a vardık. Devlet
baktı ki biz 1 yıl vapur bekledik, böyle olmuyor, Bakır şilebi diye bir şilep
vardı, onu tamir ve tadil ettiler. 110
talebeyi de o alıp götürdü. Bakır şilebi Amerika ‘ya giden 2. Türk gemisiymiş,
1. si Gülcemal, 2.si Bakır Şilebi imiş. O sıralarda Washington’da ölen
sefirimiz Münir Ertegün’ün naaşını getiren Missuri zırhlısı da, bir jest
olarak, bekleyen talebelerden ikisini alıp götürmüştü.
Bu arada Raman da petr ol
bulundu 1946 da. 1944 de bulundu da 46
da ancak telaffuz edilmeye başlandı. Bize, petr ol
ve rafineri mühendisi lazım diye yazı geldi. Teksas’a gidip petr ol okumam talimatı geldi. MTA dan 1 yıla yakın
kaybımız oldu ama kredilerimizin bir kısmı sayıldı. Bir buçuk yıl Teksas’ta Petr ol
Mühendisliği okudum. 1948 yılında Tulsa’da rafineri mektebi vardı oraya transfer
oldum. Hayrettin Bezmen, Mustafa Solim, Selahattin Malkoç ve ben toplam 4 kişi
oradan mezun olduk.”
Rıfat Bayazıt anlatıyor : “1944 yılında devlet bir sınav
açtı, o sınavı kazandım MTA adına. O sırada 2. Dünya Savaşı sona ermişti.
Amerika’ya ancak şileplerle gidilebiliniyordu. Ben Amerika’ya gidebilmek için 2
yıl gemi bekledim. Bizden evvel giden Selahattin Özkan, Hasan Göker, Ferhan
Sanlav, tamamen şans eseri benden 2 yıl evvel gittiler. Ben Bakır şilebiyle
gittim. İngilizce bilmiyordum, 6 ay Amerika’nın içinde dolaşarak dil öğrenmeye
çalıştım ve gittikten 8 ay sonra üniversiteye başladım. Maden mühendisliğini
seçtim. İ. Ruhi Berent, bana: ‘gelecek petr olde,
petr olü seç’ demişti. Raman’da petr ol olduğu kesinleşince, o zaman ABD’den MTA adına maden okuduğumuz için bir
kısım arkadaşlara mektupla petr ol
mühendisi, petr ol jeoloğu ve
jeofizikçi olarak branşlarını değiştirmeleri konusunda görüş istenmişti. Ben
maden mühendisliği için gitmiştim ama “izabe mühendisliği(metallurji)”ne devam
ediyordum ve izabe mühendisliğinin 3.sınıfında idim.Teklifi kabul ettim. O zamanki gerekçe şuydu: “Demek
ki bize ihtiyaçları var. Demek ki biz Türkiye’ye döndüğümüzde masa başında
oturmayacağız. Bir iş bulacağız, zevkli bir çalışma olacak olacak.” diyerek petr ol mühendisi olmuş oldum
Rıfat Bayazıt anlatıyor: “1944 yılında devlet bir sınav
açtı, o sınavı kazandım MTA adına. O sırada 2. Dünya Savaşı sona ermişti.
Amerika’ya ancak şileplerle gidilebiliniyordu. Ben Amerika’ya gidebilmek için 2
yıl gemi bekledim. Bizden evvel giden Selahattin Özkan, Hasan Göker, Ferhan
Sanlav, tamamen şans eseri benden 2 yıl evvel gittiler. Ben Bakır şilebiyle
gittim. İngilizce bilmiyordum, 6 ay Amerika’nın içinde dolaşarak dil öğrenmeye
çalıştım ve gittikten 8 ay sonra üniversiteye başladım. Maden mühendisliğini
seçtim. İ. Ruhi Berent, bana ‘gelecek petr olde,
petr olü seç’ demişti. Raman’da petr ol olduğu kesinleşince, o zaman ABD’den MTA adına maden okuduğumuz için bir
kısım arkadaşlardan mektupla petr ol
mühendisi, petr ol jeoloğu ve
jeofizikçi olarak branşlarını değiştirmeleri konusunda görüş istenmişti. Ben
maden mühendisliği için gitmiştim ama “izabe mühendisliği (metallurji)”ne devam
ediyordum ve izabe mühendisliğinin 3. sınıfında idim. Teklifi kabul ettim. O zamanki gerekçe şuydu: “Demek
ki bize ihtiyaçları var. Demek ki biz Türkiye’ye döndüğümüzde masa başında
oturmayacağız. Bir iş bulacağız, zevkli bir çalışma olacak.” diyerek petr ol mühendisi olmuş oldum.
Bizim gruptan kaç kişinin petr ol konusunda öğrenim yaptığı bilmiyordum. Oklahoma
üniversitesinde Melih Genca ve İsmail Hakkı Arman petr ol mühendisliği konusunda master yapıyorlardı.
MTA’ya döndüğümüzde yalnız ben petr ol
jeolojisi servisinde görevlendirilmiştim.
Petr ol Yasası 16 Mart 1954 de yürürlüğe girdikten
sonra TPAO ve Petr ol
Dairesi kuruldu. Söz konusu 25
bursiyerden aşağıda isimleri
belirleneler MTA’dan bu kuruluşlara devredildiler:
Türkiye Petr ollerine:
Raşit Ceylan ( Jeolog ), Ferhan
Sanlav (Jeofizikçi )
Rifat Bayazıt( Petr ol
Müh.), İ. Hakkı Arman ( Petr ol Müh.), Melih Genca ( Petr ol
Müh.), Hasan Göker ( Rafineri Müh.), Mustafa Solim ( Rafineri Müh.), Mithat
Tolgay ( Jeolog ) Petrol
Dairesi Reisliği’ne ise, Hikmet Dinçer( Jeolog ), Mehmet Gürel
( Jeolog ), Safa Ardıç (Jeofizikçi ) geçtiler.
Bizden önce yurt dışına Amerika ve diger
ülkelere öğrenime gönderilenlerin
hepsini tanımamız doğal olarak olanaksızdı. Ekim 1952 de MTA’da işe başladığımda petr ol
konusunda çalışanlardan tanıyabildiğim elemanlardan kuşak sıralaması yapmayı deneyebiliriz. En eskiden başlamak üzere:
A – Birinci Kuşak:
Kemal Lokman , Petrol
Mühendisi , Fransa
Ali Dramalı , Petrol Mühendisi , ABD
Kasım Önder, Petrol Mühendisi , ABD
B – İkinci Kuşak
Ziya Kirman, Jeolog, ABD
Adnan Küçükçetin, Jeolog, ABD
Kazım Ergin, Jeofizik, ABD
Pertev Bediz, Jeofizik, ABD
Nuh Naci Tilev, Mikropalontoloji,
İsviçre
Necip Tolun , Jeolog , İsviçre
Orhan Baykal, Jeolog , ABD
Hulusi Berilgen , Petrol
Müh. ABD
Abdurrahman Durukal, Petrol Müh. ABD
Turgut Uluğ, Petrol Müh. ABD
Reşit Yonca, Petrol
Müh. ABD
C – Üçüncü Kuşak:
Bu kuşak, 2. Dünya savaşı sırasında
Almanya ve İngiltere’ye gönderilen
elemanlardır. Özellikle Almanya’da savaş ve savaş sonrası öğrenimleri
yarıda kalanlar, bizim grupla Amerika’ya gönderildiler; bu gruptan petr ol
konusunda yetişenler:
Sait Şahankaya, Jeolog (Almanya – ABD)
Parisa Gönülden, Jeolog (Almanya
ABD)
Bedii Dinçel , Jeolog (Almanya –ABD)
Selahi Diker, Jeofizikçi (İngiltere- ABD)
Selahattin Özkan, Petrol Müh.
( Almanya - ABD)
Selahattin Malkoç, Petrol Müh.
( Almanya – ABD)
Uzun süren ikinci dünya savaşı nedeniyle, Amerika ve Kanada şirketlerinde büyük teknik eleman açığı oluşmuştu. Bu
nedenle çok iyi öğrenim görmüş
bir çok MTA elemanın ayrılarak
yurt dışına gittiklerini,
MTA’da göreve başladığımızda
öğrendik.”
MAYMUNE
MERKEZ KAMPI
“Bu mıntıkada petr ol
sondajlarına başlandığı sıralarda bu işlerde çalışan personel kısmen
çadırlarda, kısmen de küçük muvakkat ve iptidai ahşap barakalarda barınmakta
idiler.Bu mıntıkanın ümit verici emareleri elde edildikten sonra ancak 1941
senesinde Maymune Boğazında, bilahare ‘Merkez Kampı’ adı verilen, kerpiçten iki
katlı bir bina inşa edilmiş ve sondaj personelinin ikametine tahsis edilmiştir”
MTA 15 Yıllık Faaliyetleri
Abdurrahman Durukal anlatıyor: “ İlk
kampımız Maymune Boğazı’ndaydı. Bu binanın inşaatına 1941’de başlanmış büyükçe
iki katlı bir kerpiç binaydı. Alt katta
yemekhane, ofis hizmeti gören bir iki oda, üst katta ise beş veya altı tane oda vardı. Sondörü,
doktoru, mühendisi hepimiz üst kattaki
odalarda kalıyorduk. Öyle klima,
buzdolabı gibi şeyler yok o zamanlar. Aramızda yarışma yapardık ‘kimin testisi
daha fazla soğutuyor’ diye. Akşamdan testilere su doldurur, bezlere sarar
kapının önüne koyardık. Sabahleyin termometr eyi getirir ölçerdik. Üç yıl böyle geçti.”
GAZETECİ
GÖZÜYLE RAFİNERİ
3 Mart 1948
günü Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü Raman’ı ziyaret eder. Daha
sonra incelemelerde bulunmak ve bilgi almak için aşağıya yani Maymune ‘ye rafineriye gelir. Yanında MTA
Genel Direktörü İ.R.Berent , Necdet Egeran ,Abdurrahman Durukal ,
kalabalık bir gazeteci grubu ve il protokolu
vardır. Gazeteci grubunun içinde Ulus Gazetesi’nden Niyazi Acun da
vardır. Niyazi Acun “Dünya Petr olü ve Türkiye” adlı kitabında anlatıyor: “ Rafineri tesisine geldik. 8
saatlik bir çalışma kapasitesinde 10 ton ham petr ol
işleyen tasfiyehane bir laboratuvar şeklinde kurulmuştur.Etr afı tel örgülerle çevrilmiş olan rafineriye
girerken Polonyalı rafineri uzmanı Mankievicz
bizden sigaralarımızı söndürmemizi rica etti. (Raman) 8 ve 9 no. lu
kuyulardan alınan petr olü,sarnıçlı
kamyonlar buraya getiriyor. Rafineriye 300 m . kadar uzaktaki bir tanka boşaltılıyor. Ham petr ol tanktan borularla rafineriye geliyor.”
“Ham petr ol
borularla fırınlara geliyor.Orada muayyen derecelik hararette kaynıyor. Sonra
tebahhurat ve seyyaliyet neticesi tasfiye oluyor. Dört boru vasıtasıyla benzin
,gazyağı,mazot ve asfalt varillere aktarılıyor...Türk petr olünün
evsafı şudur: %12 Benzin, %17 Gazyağı,%22 mazot,%48 Asfalt %1 zayiat.
MTA
nın Maymune Boğazına kurduğu bu küçük rafineri tesisatı bile memlekete neler
kazandırmıyor? Evvala Türk gençliğinin rafineri mütehassısları için bir ekol ve
laboratuvar olan rafineri , Raman’da çalışan bütün motorlu vasıtaların,
motorların benzinini ve mazotunu temin ediyor.Artık Raman ve civarında yabancı
akaryakıtla iş görülmediğini öğrenmekle ne kadar iftihar etsek azdır.”
“Çok iptidai şekilde kurulmuş olan bu
rafineri, Raman’da 8 numaralı kuyunun
istihsale açılması üzerine ,daha geniş ölçüde tecrübeler yapmak ve kampın
akaryakıt ihtiyacanın hiç olmassa bir
kısmını karşılamak maksadiyle 1947 yılında tevsikan günde 9 ton ham petr ol işleyebilecek
kapasiteye çıkarılmıştır.”
Üretilen
Asfalt Elde Kalıyor
Türkiye’de
yeteri kadar karayolu yoktur.
Mevcut yolların büyük bir kısmı asfaltsız toprak yollardır.Asfalta çok
ihtiyaç duyulmaktadır. Diğer bir yandan
rafineriden üretilen asfalt, rafineriden biraz uzakta açık havada
bulunan büyük bir çukurun içinde toplanmaktadır ve işe yaramadan öylece
beklemektedir. Diyarbakır
belediyesine asfalt hibe edilmiş ,
şehrin bütün yolları asfaltlanmıştır.
Ancak, bu miktar, asfalt stoklarını
eritecek düzeyde değildir ve çukurdaki asfalt miktarı gittikçe
artmaktadır. Nedenlerini Niyazi Acun
anlatıyor: “....Bu küçük rafinerinin şikayetleri olduğunu duyunca sakın
hayret etmeyelim. Bu şikayet MTA’nındır...Müessese asfaltlarını Bayındırlık
Bakanlığına satmaktadır. Bakanlık , Raman asfaltının tonunu 180 liradan
almaktadır. Çok ucuza yerli asfalt kullanmak Bayındırlık Bakanlığını şüphesiz
çok memnun etmiştir. Fakat Bakanlık asfalt koymak için kap bulamadığını ileri
sürerek Raman asfaltına, şimdilik, bu yüzden bigane kalmıştır...
...Rafineri tesisine geldik. 8 saatlik bir
çalışma kapasitesinde 10 ton ham petr ol
işleyen tasfiyehane bir laboratuvar şeklinde kurulmuştur. Etr afı tel örgülerle çevrilmiş olan rafineriye
girerken Polonyalı rafineri uzmanı Mankievicz (resimde ortada gözlüklü) bizden
sigaralarımızı söndürmemizi rica etti. 8 ve 9 no.lu kuyulardan alınan petr olü, sarnıçlı kamyonlar buraya getiriyor. Rafineriye
300 m .
kadar uzaktaki bir tanka
boşaltılıyor.Ham petr ol tanktan
borularla rafineriye geliyor.” N.Acun “Dünya Petr olü
ve Türkiye”
Cumhurbaşkanı Sordu, Mankievicz Cevapladı.
Abdurrahman Durukal anlatıyor; “Rafineriyi gezmekte olan
ve İ.R.Berent ‘ten bilgi
alan İsmet Paşa , Polonyalı uzmana
sordu: “Burada ne yapıyorsunuz ? Bu soruya hazır olan Polonyalı rafineri uzmanı
Mankievicz daha önceden hazırlık yaptığı üzere sağ cebinden içi ham petr ol dolu bir şise çıkardı, bozuk türkçesiyle “Siz
bana bunu veriyorsunuz” deyip sol cebinden içi benzin dolu diğer şişeyi çıkarıp İnönü’ye
“Biz onu böyle yapıyoruz.” cevabını
vererek, yaptığı işi en kısa yoldan anlattı.”
“...Polonyalı mütehassıs Mankievicz kendi
ayarında yetişmekte olduğunu söylediği
iki genç rafineri kimya mühendisi Oğuz Avdan ile Şemsi Ağar ile bu küçük
rafineri tesisini 24 saat hiç durmadan çalıştırıyorlar. Polonyalı mütehassıs
(bu) yokluk içinde ve barem karşılığında Raman’da hiç bir kimse bu şartlar
altında çalışmaya gelmez diyor. Ve genç
Türk arkadaşların (Şemsi Ağar ve Oğuz Avdan) artık müstakilen muazzam rafineri
tesislerini işletecek derecede yetişmiş olduklarını söylüyor.”N.Acun Dünya
Pet.ve Türkiye
Hasan Göker
anlatıyor: “Türkiye’ deki ilk rafinerici
Polonyalı mühendis Mankiyeviç’ dir. Maymune Boğaz’ında kazanlı ufak bir
rafineri vardı, basit işlemler yapıyordu. Bu rafineriyi sökmüşler Batman’a getirmişler, küçük rafineriyi
kurmuşlar. Ben Mankiyeviç’ Amerika’da çalıştığım şirkette tanıdım. Çok iyi bir
adam, güzel de Türkçe’si vardı. Öğle yemeklerine beraber çıkardık. Bana hep
Türkiye’yi , buradaki olayları ve insanları anlatırdı. İ.Ruhi Berent’i, Cevat
Taşman’ı, Şemsi Ağar’ı o kadar
anlatmıştı ki; ben Batman’a geldiğimde herkesi çok iyi tanıyordum. Küçük rafineriye
geldiğimde Hayrettin Bezmen ve Turgut Öğmen
ve Sermet Alpargun oradaydı. Alpargun havaalanı inşaatında kontr ol
mühendisi, Şemsi Ağar rafineri müdürüydü.”
İşler
Ters Gidiyor
Raman-1 den sonra, hemen 2 ve 3 numaralı sondajlara başlanmış ancak,
beklenen sonuç alınamamıştır. Raman-3
kuyusu, Adana’dan getirilen Trauzl makinesiyle kombine olarak “kablo ve
rotary” sistemleriyle çalışmıştır. Bu kuyu, petr ol
aramalarında rotary sistemini kullanan ilk kuyumuz olmuştur. 4 numaralı
kuyu güneyde kaldığı için delinmemiş,
Raman-5 az petr ollü
olarak tamamlanmıştır. Raman-6 sondajında ,motor arızaları üst üste
gelmiş, takım 2 kere şıkışmış, kurtarma
işlemleri çok uzun sürmüş ve sonunda 1941 yılında başlayan kuyu, 1943 yılında teknik nedenlerle
terk edilmiştir. Bütün bu olumsuzluklar üst üste gelip Maymune’de şıkışılıp, yeni
keşif olmayınca Ankara’da ki umut ve
sevinç rüzgarları ters dönmüş, ‘devletin
paraları toprağa gömülüyor’ şeklinde sesler yükselmeye başlamıştır. Bir diğer dedikodu
ise ‘petr ol
bulunmuş, ancak devlet bunu saklıyor.Savaştan sonra kullanacak’ şeklindedir. Teknik heyet güç
durumdadır. Artık Maymune’nin terk edilerek, başka yerlere yönelmenin zamanı gelmiştir.
Bu nedenle MTA Genel Direktörü Hadi Yener, 1944
yılının Mart ve Nisan aylarında Necdet Egeran, Dr. Blumental, Dr. Stepenski, Dr.
Lahn ve Dr. Kleinserge‘den oluşan bir teknik ekibi, yeni oluşumlara açılmak üzere
Ramandağına gönderir. Çalışmasını tamamlayan ekip Nisan ortalarında raporunu verir. Hadi Yener
başkanlığında Cevat Eyüp Taşman, Necdet
Egeran ve yabancı uzmanlar toplantı üzerine toplantı yaparlar. Teknik
ekip fikren ikiye ayrılmıştır.
Toplantılar sonrası ortak bir fikir oluşmaz. Bunun üzerine uzmanlar tekrar
Ramandağına giderler, araştırmalarını
yeniden yaparlar. Dönüşte Taşman ve Egeran bir sonraki sondajın Ramandağı antiklinali üzerinde yapılması
konusunda ısrar ederler.
İhsan
Ruhi Berent MTA Enstitüsü Genel Direktörü Oluyor
Bu arada Hadi Yener, MTA Genel
Direktörlüğünden ayrılmış, yerine İhsan
Ruhi Berent atanmıştır. Son toplantı 2
Ağustos, 1944 de yeni Genel Direktör İ.Ruhi Berent başkanlığında
yapılmıştır. Toplantıya katılan Taşman,
Ortynski, Egeran , Lahn ve Stepinski, ittifakla, Necdet Egeran
tarafından ileri sürülen yeni bir tezi kabul ederek Sirmen-1 kuyusunun açılmasını kabul ederler.
Sirmen-1 kuyusu daha sonra Raman-8 adını alacaktır. Böylece Maymune terk
edilmiş, Raman antiklinali üzerine çıkılmıştır.
İlk
Keşif ; Sirmen-1 (Raman-8),
Maymune Boğazının terk edilerek yukarıya
Raman antiklinali üzerine gidilmesine
karar verilince, Raman-3’ü delen “Trauzl” makinası sökülerek Sirmen-1 lokasyonu
üzerine taşınmıştır. Raman-8 de hem kablo hem de rotary sistemiyle (combination
rig) sondaja Şubat-1945 ayında başlanmış ve
17 Ocak 1946 da sona ermiştir.
Raman
; “ Tamam mı ? Devam mı ? “
Türkiye’de ekonomik anlamda ilk keşif, Raman-8 de olmuştur. Yapılan ilk testlerde
kuyu günde 7 ton üretim yapabilecek gibi görünmüş, daha sonra verim günde 4 tona kadar düşmüştür. Bu düşüş, beraberinde
hayal kırıklığı da getirmiştir. Bunun üzerine Necdet Egeran ve İ.Ruhi Berent,
Raman-8’den daha doğuya
doğru gidilmesini isterler. Ancak
bu teklif kabul
görmemektedir. Teklifi kabul
etmeyenler Raman dağının ekonomik olmadığını ve
daha fazla masraf yapılmadan bir an önce terk edilmesini
istemektedirler. Uzun tartışmalar olmaktadır.
Teoman Erel, Milliyet Gazetesindeki, Teleks
–‘Petrol Horonu’ adlı makalesinde, İ.R.Berent’in bir
anısına yer veriyor ve diyor ki;
“ABD’de öğrenim gören, İngilizce ve Fransızca bilen Berent,
dağlarda dolaşmaktan hazzetmeyen sözde
bilim adamlarına (nazirede bulunuyordu).
Bunlardan biri ilk aramalar sırasında Hasankeyf’ten “ bir balina gibi görünen”
Raman Dağına bakmış, bakmış; “ Burada petr ol
çıkarsa ,ben diplomamı yerim. “ demiş. “Petr ol
çıktığında diplomasını yemedi ama “ dedi
İhsan Ruhi “sonra üniversitede profesör oldu.”
İhsan
Ruhi Berent Yumruğunu Masaya Vuruyor
Abdurrahman Durukal anlatıyor: “Raman-8 in
ticari değeri yok, terk edelim diye bir ekol çıktı. C. Eyüp Taşman ekibi terk etmek isterke. İhsan R. Berent, Necdet
Egeran ve diğerleri de kalalım ve yeni
bir kuyu (Raman-9) daha açalım diye ısrar ediyorlardı. Daha önce kuyular
biribirine yakın açılırdı. Bu sefer Egeran
alışılmışın dışında radikal bir kararla
bir sonraki kuyunun yani Raman-9
‘un , Raman-8’in 1.5 km doğu tarafında açılması gerektiğini savunuyordu. Bu farklı bir konseptti. Raman Dağında Necdet
Egeran’ın ’ın büyük rolü vardır. Kendisi, o zamanın teknolojisiyle haritalar
çizmiş, çok çalışmalar yapmıştır. Sismik falan yok o zamanlar. Raman yapısının
doğuya doğru zenginleştiği ve genişlediği yönünde bir rapor hazırlamış ve
raporunu Ankara’ya sunmuştu.
Ankara’dan telefon edip
konuyu yerinde bir kere daha tartışacağız dediler ve Raman’a geldiler. Bizim de içinde
bulunduğumuz bir toplantı yapıldı.
Toplantıda Necdet Egeran, yaptığı çalışmaları ve haritalar üzerinde neden
Raman-9’a gidilmesi gerektiğini
anlattı. Toplantıda muhalif taraftan
biri “ Siz bu haritalara bakmayın.
Bunların pek aslı-astarı yok ,” gibi bir
laf etti. Masada bir
sessizlik oldu. Necdet Egeran, çok
soğukkanlı ve müthiş politikacıdır. Sakin bir şekilde ayağa kalktı,
haritalarını topladı ve şöyle söyledi ; “
Efendim, beyefendinin de söylediği gibi
bu haritalar gerçekten güvenilir değil.
“ dedikten sonra o kişiye dönerek “ Siz, yaptığınız haritayı
çıkarın da beyefendiye o haritalar
üzerinde izahat verelim.” dedi. O kişi çok kötü oldu, çünkü ortada kendisine
ait bir harita yoktu. Bu laf o zamanlar
petr ol camiasında çok meşhur
olmuştur. Uzun tartışmalardan sonra, hiç unutmam , İ.Ruhi Berent yumruğunu
masaya vurdu ve “ Ramandağı’nda bir kuyu daha açılacak.” dedi. Bu, 9 numaranın
kararıydı. Bunun üzerine 9 numaraya gittik
Raman-9
İçin Son Toplantı ve Oylama
Raman’da
yapılan hararetli ve uzun tartışmalar Ankara’ya da taşınmıştır. Artık
Raman-9 için karar saati gelmiştir.
Genel Müdür İhsan Ruhi Berent başkanlığında müdürler encümen toplantısı
yapılır. 5 saat süren tartışmalar ve
oylamalar sonunda oylar hep eşit çıkmakta bir türlü ekseriyet
kazanılamamaktadır. Sonunda MTA Umum
Muhasebe Müdürü Nevzat Usberk , saatler süren tartışmalardan edindiği
bilgiler ve muhasebece de tutulan hassas ve dakik hesapları tekrar
gözden geçirir. Usberk’e göre Raman’da günde 1 ton petr ol
üreten bir kuyu zarar ettirmeyecek ve
ekonomik olacaktır. Bu karara varan Usberk, Berent ve Egeran ikilisinin yanında
yer alır. Genel Müdür Berent’in başkan olarak 2 oyu vardır. Böylece oylama dörde- üç lehte çıkar. Teklif
kabul
edilmiştir. Artık daha doğuya gidilecek
ve Raman-9 delinecektir. Daha sonra Raman-9 daki keşif
ve üretim miktarı ‘Raman’ın bundan böyle
bir petr ol sahası olduğunu’
ispatlamış olacak ve bu haber tüm ülkeyi sevince boğacaktır.
Ankara’da
Neler Oluyor ?
Ulus Gazetesi yazarı Niyazi Acun o günleri şöyle değerlendiriyor; “Devlet
müesselerimizden en çok tenkitlere uğramış ve dedikodulara maruz kalmış
bulunanlardan biri de hiç şüphesiz ki MTA dır. Kuruluşundan bu yana başında
bulunanlara ve petr ol sondjlarında
çalışanlara gayesi pek anlaşılmayan iftiralar atılmıştır. Mesela; petr ol bulunmuş ta, yabancılar kendi petrollerini satmak için Raman dağında
aranmakta olan petr olün
çıkartılmasına para harcayarak mani olmuşlar.....Cavit Ekin’in ve Cemil Sait
Barlas’ın Raman’a gidip Türk petr olünü
mahallinde görmeleri, dedikodulara kesin bir cevap olmuştur. Ona rağmen petr ol dedikodus, TBMM’ne bir çok defalar aksetmiştir.
Güya Raman’da petr ol yokmuş.”
Abdurrahman Durukal anlatıyor: “İşin Ankara cephesine
bakarsak, Cevat Taşman başta olmak üzere, İhsan Ruhi Berent’e karşı bir muhalefet başlamıştı. Cavat Taşman, “Bu
Raman’ı bırakalım burada petr ol yoktur,” diyordu. Ankara’da ise ‘Paralar sokağa
atılıyor, boşa harcanıyor.’ kampanyaları
çoğalıyordu İhsan Ruhi Berent ise, İnönü den aldığı cesaretle çalışmalarına devam ediyordu. İ. Ruhi
Berent’in babası Ruhi Paşa, Osmanlı
zamanında tanınmış bir doktormuş ve İnönü ile
arkadaşlığı varmış. Necdet Egeran,
İ.R.Berent’in yanında, C.E.Taşman
ise karşısındaydı.”
DRILL
EXPLORATION COMPANY (DRILLEXCO) TÜRKİYE’DE
* İhsan Ruhi Berent Başbakan İnönü’yü yeni kule alınması ve yabancı uzmanların
Türkiye’ye gelmesi konusunda ikna etti.
* Başbakan İnönü, fakir bütçeye rağmen
İhsan Ruhi’nin taleplerini kabul
etti.
* Drillexco’nun gelişi Türkiye’deki petr ol
gelişimini hızlandırmıştır.
Bütün bunlar olurken, İhsan Ruhi Berent ve arkadaşları ellerinde bulunan sondaj makinalarının çağ
dışı kaldığını bilmektedirler. Kuleler hantal, taşınması zor ve motorları
yıpranmış durumdadır. Yeni kulelere ihtiyaç vardır. Bu amaçla İ.R.Berent, 1947 yılında ABD’ne gider. Orada Drillexco
firmasıyla görüşür ve anlaşma sağlar. Bu anlaşmaya göre, Drillexco müteahhit
olarak kendi ekibiyle Raman’da
kuyular açacak ve metr e başına ücret alacaktır. Drillexco, 1948
yılının başlarında Türkiye’ye gelir ve
hemen Raman-9 da MTA ‘nın Cardwell
kulesinde kendi ekibiyle işbaşı yapar.
Drillexco’nun
Gelmesi Petrol Konusunda Gelişimi Hızlandırmıştır.
Abdurrahman
Durukal anlatıyor ;
“Türkiye 1940’larda çok fakirdi. Savaşa
girmemiş olmasına rağme, ekmek
dahil birçok hayati şey karneye bağlıydı.
Drillexco şirketinin Türkiye’ye getirilmesi,
petrol alanında çok büyük ve
önemli bir olaydır. İhsan Ruhi bey atak
ve müthiş hevesli bir insandı. İ.R.Berent, Başbakan İsmet İnönü’yü ikna ederek, Raman Dağı’nda daha konsantr e bir arama ve sondaj yapmak için yetki alıyor.
Bunu mevcut Türk ekibi ve
eski teknoloji sondaj makinaları ile yapamıyacağını ve ellerindeki mevcut
malzemenin yeterli olmadığını Başbakana
anlatıyor. Devletin parası olmadığı halde Başbakan İnönü, İhsan Ruhi’ye inanıyor
ve 1948 yılında Drillexco getiriliyor.
Bunda o zamanki ‘tek partili’ sistemin faydası olmuştur. Eğer ,
konu demokratik anlayış içinde Meclis’e
taşınsaydı belki bu teklif kabul
edilmeyebilirdi. O zaman da o günkü gibi keşifler olmazdı. Drillexco’nun
gelmesi petrol konusunda gelişimi hızlandırmıştır. En büyük olay budur.
Drillexco ile sondaj müteahhitlik hizmeti
ve 2 tane yeni sondaj makinesi almak
üzere anlaşma yapılıyor. IDECO- 600 ve
IDECO- 1050 diye iki sondaj makinesi getiriliyor. 1050, zamanına
göre çok iyi bir makineydi.”.
Cardwell
makinası Raman-9 numaraya gider. Müteahhit Drillexco firması kendi
ekibiyle kuleyi devralır ve 31 Ekim 1947 günü sondaja başlar. Kuyu 1338 m.ye
ulaştığında petr ol kesmeye başlar. Alınan karot ve yapılan swablar kuyunun
oldukça verimli bir kuyu olacağını gösterir. Daha sonra yapılan asitleme
çalışmaları sonucu gelen petr ol
miktarı, artık Raman’ın bir petr ol sahası olarak
Bu sevinçli haber, o günkü gazete
manşetlerine nasıl yansımış bir bakalım
;
3 Mart
1948 Çarşamba günkü ULUS Gazetesi manşetten “Son Petr ol Sondajları Müspet Sonuçlar Verdi” başlığı
altında şunları yazıyor; “ Terkedilmek üzere bulunulduğu bir sırada Türk
uzmanları tarafından tatbik edilen ilmi bir faraziye ile yeniden bir
araştırmaya tabi tutulan Garzan, Beşiri ve Raman bölgelerindeki petr ol aramalarından bu defa sevindirici bir
netice daha alınmıştır.
Resmi makamlar bunda önce de günde 5
ton veren S-1 ( Sirmen-1 veya diğer
adıyla Raman-8) kuyusunun hemen yakınında yeni açılan 9 nolu kuyuda ve 1280 metr ede bulunan petr ol
hakkında henüz bir şey söylememekle beraber sızan haberlere göre yeni kuyunun ‘şimdiye
kadar açılan ve petr ol veren
kuyulardan çok daha verimli ve bunların fevkinde olduğuna’ bilhassa işaret edilmektedir.
Bazı söylentilere göre, 9 nolu kuyunun
verimi hiç de küçümsenmiyecek bir ekonomik değer taşımaktadır.
Hatırlarda olduğu üzere bu bölgede
yapılacak ve diğer bölgelere de teşmil edilecek olan araştırmalar son
zamanlarda daha çok ehemmiyet kazanmış ve bir Amerikan sondaj firmasiyle de
anlaşma yapılmış ve ayrıca da Amerika’ya yeni makinalar sipariş edilmiştir.
Amerikan sondörleriyle birlikte açılmasına
girilmiş olan ve Ramandağında bulunan 9 nolu kuyu bir başlangıç telakki
edilmekte ve bu sahada daha birçok kuyuların açılmasına vakit kaybetmeksizin
geçileceği ısrarla söylenmektedir.
Hiç şüphe yok ki, petr olün
bulunması, memleketimiz için büyük bir kazanç olacaktır.”
CUMHURBAŞKANI
İNÖNÜ RAMAN’ A GELİYOR
“ 1948 yılı Şubat ayı içinde bir yurt
gezisine çıkmış bulunan Cumhurbaşkanı
İsmet İnönü, Diyarbakır ’a
gelmiş bulunuyorlardı. İ.R.Berent, İnönü’ye petr ol
müjdesi vermek ve Raman’a davet etmek için Diyarbakır ’a gitmiştir. Vakit gecedir.
Diyarbakırlılar büyük misafirleri
şerefine bir balo tertip etmişlerdir. Sevinçten kabına sığamıyan İ.R.Berent
tuvaletli bayanların, fraklı ve smokinli erkeklerin bulunduğu bu baloya
gidiyor. Cumhurbaşkanı Başyaveri Yarbay Cevdet Tolga’yı görüyor ve beraber
doğruca salona giriyorlar.Cumhurbaşkanının yanına giden uzun boylu, yeşil çağla
rengi kıyafetli, dinç sportmen bu adam bütün balodakilerin dikkatini çekiyor.
Ertesi günü Devlet Başkanı İsmet İnönü, kendisini kucaklayan bu mesut
neticeyi yerinde görmek üzere,bereberlerinde eşi Mevhibe İnönü, kerimeleri,
genç devlet adamlarımızdan Prof.Nihat Erim, Diyarbakır milletvekilleri ve
valisi, Kor.Gen.Yümnü Üresin, Başyaveri Cevdet Tolga ve gazetecilerle Raman’a
gidiyor. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ‘ Raman Petrol Kartallarının’ başarılarını
ve Türk petr olünü gördükten sonra, İ.Ruhi
Berent’i sevinçle öperek onları bu suretle
taltif ediyor.” (Niyazi Acun’un kitabından.)
Bu gezi esnasında , Raman-9 kuyusunun başına gidilir.
Ziyaretciler kuyubaşında toplanmış petr ol
akışını göreceklerdir. Vana açılır.
Basınçla gelen petr ol
hızla kovaya boşalırken bir kaç damla petr ol
damlası , olayı yakından görmek isteyen ,
Mevhibe İnönü’nün beyaz kürküne bulaşır. Herkes olayın şaşkınlığını
yaşar ve ne yapacaklarını bilemezken
Cumhubaşkanı : “Hanım, uğurdur, uğur. Bir şey olmaz. “ der
Raman-9 kuyusuna, o günün anısına ‘İnönü Kuyusu’ adı verilir.
Cumhurbaşkanı gördüklerinden ve kendisine
anlatılanlardan çok mutlu olarak Ankara’ya döner.
CUMHURBAŞKANININ RAMAN İLE İLGİLİ SÖYLEDİKLERİ
8 Mart 1948 günü Cumhurbaşkanı İsmet İnönü,
beraberinde İ.Ruhi Berent de
bulunduğu halde Ankara’ya döner.
Gazetecilere şunları söyler : “ Güney ve Güneydoğu bölgeleri şu an bayram
havası içindeler. Herkes petr olden
bahsediyor. Ramandağına gittim. Petr olün
çıktığı yerde üstümüz başımız çamur içinde kaldı. Fakat, bu güzel bir çamurdu... Memleketin kalkınmasında büyük
rol oynayacak bir çamur...Yurdumuzun kalkınmasını sağlayacak bir çamur... Evet,
toprak içinden bir çamur fışkırıyor ve bu petr oldür.
Dedim ya halk sevinç içinde. Sanki bir nehir var ve bu nehirden altın akıyor.
Mühim olan nokta şudur : Türk,
Amerikan bütün mütehassıslarla görüştüm
ve kısaca sordum: Petr ol varmı dır
ve bu o mudur ? Cevap verdiler : Petr ol
vardır ve bu O ‘dur. Bir Romanyalı mütehassısa da aynı suali sordum. Kendi
şivesiyle şöyle dedi : “ Güzel petr ol
bulundu, size büyük piyango çıkmıştır.”
Arkadaşlar, yetkili mütehassısların
söylediklerine göre, bu petr ol
memleketimizin ihtiyacını karşılayacaktır. Fakat ben bir noktaya işaret ettim.
Dedim ki; “ Bu petr ol elimizde
olunca ihtiyacımız da 5 misline çıkacaktır.” Bana dediler ki, bu petro ,
memleket ihtiyacı 5 misline de çıksa, gene ihtiyacı karşılar.. .Gezdiğim
bölgeler bu petr ol sevinci
içindedir... Hepinize müjdelerim, yurdumuzda petr ol
bulunmuştur.”
İHSAN
RUHİ BERENT’İN BASIN AÇIKLAMASI
MTA Genel Direktörü İhsan Ruhi Berent’in
yapmış olduğu basın açıklaması 9 Mart
1948 Çarşamba günü Ankara ve
İstanbul gazetelerinde yer bulur:
Berent şunları söylemiştir : “....1938 yılında Ramandağı str üktürü jeologlar tarafından tespit edildikten
sonra burada sondajlara başlanması takarrür etmiştir (kararlaştırılmıştır). 1
numaralı sondaj petr ol vermiş, fakat
bir müddet sonra petr ol veriminin
düşmesi üzerine bu kuyudan iktisadi kıymette petr ol
alınamayacağı anlaşılarak sıra ile 2, 3
numaralı sondajlar yapılmış ve fakat bunlar da
tamamamiyle kuru çıkmıştır. Nihayet 5 numaralı sondaj yapılmış ve bunda
bir miktar petrol elde edilmişse de,
bunun da iktisadi kıymette olmadığı anlaşıldığından, Maymune
Boğazı içindeki sahadan çıkılarak, boğazın kuzeyindeki sırtlarda 6 numaralı sondaj yapılmış; bundan da müspet
netice alınamadığından Ramandağı mıntıkasının terki dahi düşünülmüştür. 1944
yılında; uzun tartışmalardan sonra bu sahaya tekrar dönülmesi kararlaştırılmış
ve ısrar üzerine 8 numaralı (Sirmen-1) kuyu açılmaya başlanmıştır.
8 numaralı kuyuda 1300 metr ede petr ole
raslanmış, 1360 metr eye kadar
inilmiştir. Yapılan tecrübelerde bu kuyunun yevmiye verimi 5 ton olarak hesap
edilmiş ve kuyu müteakip sondajların
kuvve-i muharikesi ( hareket ettirici kuvvet) için lüzumlu benzin ve mazot
istishal edebilmek için 1947 yılında işletilmiştir. Bundan sonra Ramandağı’nda
bir sondaj daha yapılması lüzumlu görülmüş ve şimdi petr ole
rastlanan 9 numaralı kuyunun açılması kararlaştırılmıştır.
...Bu sahanın petr ol
taşıdığı katî olduğuna göre, artık bu mıntıka bir arama safhasından bir işletme
safhasına intikal edecektir. Bunun için lüzumlu olan işleri şöyle sıralamak
mümkündür:
1- Ramandağ’da bugünkü gibi bir-iki makine
ile değil, fakat müteaddit (bir çok) makinelerle ve kısa zamanda çok sondaj
yapılmalıdır.
2- Ramandağını bir yolla Batman istasyonuna
bağlamalıyız.
3- Çıkacak petr olü
Batman’a nakletmek için tesis düşünülmelidir.
4- Buradaki ham petr olü
tasfiye edecek rafineri tesisatını kurmalı,
5- Bir işletme veçhesi ( yüzü ) arzeden bu
sahada sınai ve içtimai tesisleri kurmalı.
Hiç şüphe yok ki bunların hepsi zamana,
paraya ve emeğe ihtiyaç hissetiren işlerdir.
....Şunu söyliyebilirim ki, Ramandağında
bugün çıkmakta olan petr ol, yevmiye
50 tondur. Müteaddid kuyular, istihsali şüphesiz fazlalaştıracaktır. Bu petr olü tasfiye etmek için elimizde bugün bir rafineri
tesisatı yoktur.
Halen mevcut 10 tonluk tesisat ( Maymune )
ancak tecrübeler yapılmak için kurulmuştur. Çıkarılmakta olan petr olleri ve daha da çıkacağından emin olduğumuz
diğer petr olleri tasfiye etmek için
bir taraftan dışarıdan bir rafineri tesisatı teminine çalışmakla
beraber, diğer taraftan da 100-200 ton kapasitesinde bir rafineri tesisatının
memleket dahilinde yapılmasını düşünmekteyiz.
Netice olarak şunu ilave edeyim ki; Raman
petr olünün bulunması, memle-ketimiz iktisadiyatına yeni bir veçhe verecektir. Bir
başlangıç olan Raman’ı
Diğer sahaların da takip edeceğine imanımız
artmıştır. Yeni açılacak petr ol
devri , halkımıza hayırlı olsun.”
Cumhurbaşkanı Petr ol
Aramalarını Yakından Takip Ediyor
Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, özel önem verdiği Ramandağı’ndaki petr ol
aramalarını yakından takip ediyordu.
Raman-8 ve arkasından Raman-9 daki
keşifler üzere Ramandağına gelmiş, orada çalışanların teker teker ellerini
sıkmış ve onurlandırmıştı. Raman-8 ve 9
daki üretimin gittikçe düşmesi
Cumhurbaşkanını hem endişelendirmiş hem de kızdırmıştı. Kendisine günlük toplam
üretimin 50 ton olacağı söylenmişti.
Halbuki kısa bir süre sonra üretim 35
tona düşmüştü. İnönü “ Bana 50 ton
dediniz. Ben de kamuoyuna böyle
söyledim. Ben anlamam .Ne yaparsanız
yapın üretim’i 50 tondan aşagı düşürmeyin..” şeklinde talimat vermiş ve
Ramandağın’dan gelen raporların vakit kaybettirilmeden kendisine ulaştırılmasını istemişti.
Günlük üretim miktarını bildiren
raporlar her gün düzenli olarak Beşiri’den telgrafla Ankara’ya, MTA Petr ol
Şubesine bildirilirdi. Rapor oradan, MTA
Genel Direktörüne, Genel Direktör de
İktisat Vekiline verir, İktisat Vekili de hemen Çankaya’ya çıkar, raporu
Cumhurbaşkanının önüne koyardı. Cumhurbaşkanı, yakından takip ettiği, çok
pahalı olan petr ol aramacılığını
desteklediğini açıkça belli ederdi. İhsan Ruhi Berent’e çok güvendiği için, dar
bütçeye rağmen, Amerika’dan yeni kuleler
getirtilmesine onay vermişti.
Raman-9 daki petr ol
buluntusu , Ramandağının artık bir petr ol
sahası olduğunu ispatlar gibidir. Bu haber ülke kamuoyunda büyük bir sevinç ve
yankı uyandırır. Gazeteci – yazar Şevket Rado bir makalesinde şöyle yazar :
“Petr ol Bulundu”
Memleketimizin bir köşesinde petr ol bulunduğu haber veriliyor. Bu seferki sahiye
benzediği için yürekten seviniyoruz. İşte Devlete yepyeni bir gelir kaynağı.
Öyle bir gelir kaynağı ki vergi affını ortaya çıkarmıyacağı için kimsenin
suratı ekşimiyor. Açılan kuyu günde elli ton petr ol
veriyormuş daha fazla vermesi de muhtemel.
Gönlümüz hayal kurmaya pek istidatlı olduğu
için şatoları biribiri arkasına dikebiliriz: Artık benzin, gaz istediğimiz
kadar. İlk iş olarak bütün yurttaşların
yaka silktiği gaz fişini dönmeze göndeririz. Kazalara, nahiyelere,
köylere elektr ik ışığı yollayıncaya
kadar, sudan
ucuz olan milli gazımızı teneke teneke, varil varil yurdun dört köşesine
dağıtırız. Vatandaşlar 3 numara, beş numara gaz lambalarını 12 numaralık koca
lambalarla değiştirerek yuvalarını aydınlatır, biribirlerini daha iyi görür.
Ablalar, anneler, büyük anneler el işlerini geceleyin de yapabilirler.
Memleket içindeki otomobiller, kamyonlar,
otobüsler yerli benzinle işliyeceğinden taksi fiatleri düşer; otobüsler
ucuzlar; tr aktörler çift sürmeyi
bedavaya indirir; kamyonla nakliyat pek ehven olacağı için yurdun dört köşesine
insanlar ve mallar vızır vızır gider gelirler. Ne zamandır hasretini çektiğimiz
motörlü medeniyete ucuz tarafından kavuşur, cıgaralarımızı çakmaklarımızla
yakıp ziftlenmiş yollarımızda kuş gibi uçarız.
Petrol uğrunda dışarı paramız kaçmıyacağı
için dolar sıkıntımız kendiliğinnden hafifler. İçerden, dışardan kazanacağı petr ol paraları hazineyi taşıracağından Devlet babamız
vergileri biraz indirir, kendi mamüllerinin fiatlerini düşürür, yaşamak
kolaylaşır, gerine gerine rahat nefes alırız.
Güzel değil mi? Çok güzel ama korkuyorum:
Ya bir büyük iktisatçı ortaya atılır da, gümrük resmini arttırıp milli gaz ve
benzin fiatlerini ateş pahasına çıkarırsa yahut bir yaman işletmeci kağıtta
bugünkü gibi yerli petr olü yabancı
petr oldan daha pahalıya mal
ederse... Hayırdır inşallah!.. Tahtaya vurmadan bu bahisleri konuşmıyalım .
Şevket Rado”
RAMAN
‘IN MİMARLARI: İHSAN RUHİ BERENT
“ İ.R.Berent gayet demokrat ruhta enerjik
bir genç. O, umum müdürlük davasında değil, tamamen memlekete hizmet yolunda
tam ecdada layık bir iş adamı. Her işi meslek erbabına bırakmış ve onların
branşında muvaffak olmaları için arkadaşlarına icabında hocalık, icabında genel
müdürlük ve icabında ağabeylik, arkadaşlık, ve dostluk ederek, Raman daki
herkesin hayranlığını çekecek derecede idare ve teknik bilgiye malik bir vazife
ve devlet adamıdır.....
İ.R.Berent’in, senenin yarısını, neden
Raman da geçirmiş olduğunu şimdi anlıyorum. Onu Raman’ da görenler, bizim
anladığımız ve bildiğimiz manada bir genel müdür veya mühendis diyemezler ona.
O amele ile amele, usta ile usta, mühendis ile mühendis, şoför ile şoför olarak
çalışıyor....” N.Acun kitabından
2. Dünya Savaşı bitmiş, savaşa giren ülkeler kendilerini
toprarlamaya çalışmak-tadırlar. O günlerde Marshall yardımı, Avrupa ve dünya gündemindedir. ABD, bir çok ülkeye, Marshall yardımı yapmaktadır. Ziraattan,
endüstr iye bir çok konuda verilen
bu Marshall
yardımı Türkiye’ye de yapılacaktır.
28 Aralık 1948 tarihinde, Marshall
Yardım Heyeti , Avrupa temsilcisi Büyükelçi Avrell Harriman, Ankara’da
bir toplantı yapar. Bu toplantıya, İ.Ruhi Berent de katılmıştır. Konuşma sırası gelen İhsan
R.Berent, Raman Dağı, Raman petr olü ve bu petr olün
hem ülke içine, hem de uluslararası piyasaya
sürülebilmesi için nelere ihtiyaç duyulduğu hakkında detaylı bilgi verir.
Anadolu Ajansı, Marshall Yardımı ile
ilgili olarak Londra’da, Türk Hükümetinin de düşüncesini yansıtan, bir haber yayınlar. Bu
haberde aynen şöyle denilmektedir : “
Türk Hükümeti , yabancı petr ol
şirketlerinden sermaye istemekle zuhur edecek meseleleri bertaraf etmek ve bu
arada hiç değilse Ramandaği tesisatını gereği gibi kurup verimli bir teşebbüs
haline gelinceye kadar , yabancı şirketlerin
idareyi ele almak istemeleri
ihtimalini önlemek düşüncesiyle , Marshall Yardım Planına tevessül
etmektedir. Avrupa Kalkınma Proğramı’nın ikinci yılına ait Marshall Planı
gereğince, Türkiye , Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’na, Ramandağı sahasını
geliştirmek için 15 milyon dolarlık bir ihtiyaç göstermiştir.
Türkiye’nin GD Bölgesindeki Ramandağı petr ol sahasında şimdiye kadar haritası yapılan petr ol yatakları 30 milyon ton (olarak) tahmin
olunmuştur.
Socony Vacum (Mobil) şirketi, Türk
hükümetine bir jeofizik etüd vermiş olup, büyük ölçüde bir tasfiyehane (
rafineri ) ve Akdeniz’e kadar takriben 650 km .lik bir petr ol
borusu( hattı ) inşaası suretiyle Ramandağı petr olünün
verimli surette işletilmesi için 300 milyon dolarlık bir sermaye yatırılması
gerektiğini tahmin etmiştir.”
*Raman’ın
Mimarı
“Bana bu toplantıda çok güzel bir titr yakıştırıldı; ‘8 numaralı kuyu mühendisi’ diye. Bu çok
hoşuma gitti, fevkalade mütehassıs oldum. Çok teşekkür ederim. Ancak ben sadece 8 numarada çalışmış değilim. Sekiz numaralı kuyunun yerini ben tayin
ettim. Kendi elimle kazmayı vurarak
çakmışımdır. Ama onun yanında 9 numara
da benim tarafımdan verilmiştir, ondan sonraki birkaç kuyu da öyledir. Onun içindir ki; bana bir titr uydurulmak istenirse; ‘Raman Sahasının Mimarı’
denirse, çok iftiharla onu kabullenirim.” Necdet Egeran, 1995 TPAO Paneli
Konuşması
Raman
Kampı Kuruluyor
“ O
zamanlar sondaj süresi uzun olduğu için, kule etr afında
Amerikalı sondörlerin, ve mühendislerin yaşadığı evler olurdu. Bu evler, Makine
Kimya evleriydi. Portatif ve ucuz evlerdi. Raman’da görülen diğer taş binalar,
yemekhane, ambar vs., 9 numarada petr ol çıktıktan sonra yapıldı. Bir gün, İsmet Paşa,
Raman’a gelecekti. Onun için Genel Direktör İ.R.Berent de Raman’a geldi, beraber Batman istasyonuna
gittik. İstasyon şefinin odasında maniple başında, paşa ve yanındaki devlet
erkanını bekliyoruz. İ.R.Berent ile ben oturduk, petr ol
çıktığına göre yapılacakları konuşuyoruz; ‘yemekhane şöyle olsun, atölyeler
böyle olsun’ diye. Bunları kabataslak çiziyoruz.
Nihayet İsmet Paşayı taşıyan tr enin Batman’a yaklaştığı, manipleden gelince, İhsan bey, 7-8 sayfalık kabataslak çizimleri
uzatıp: ‘Al sakla bunları, lazım olacak.’ dedi. Aldım sakladım. Gerçekten de,
günün birinde İhsan beyden bana bir telgraf geldi. ‘Hani seninle Batman
istasyonunda yaptığımız çizimler var ya,onları oraya gelecek olan İrfan
Toperi’ye ver.’ diye. Hemen çekmeceleri karıştırdım, taslakları görünce bir ‘oh’ çektim, ‘iyi ki atmamışım’ dedim ve taslakları İrfan Toperi’ye verdim.” Abdurrahman Durukal
“Günden güne önem kazanan sondaj işleri
dolayısıyle, bir taraftan da artan iskan sıkıntısını önlemek üzere, artık yetersiz
bir hale gelen Maymune’deki Merkez Kampı’nın taşınarak; 8 numaralı sondaj
kuyusu civarında kurulmasına karar verilmiştir. 1948 senesi Haziran’ında
kurulacak esas kampın sosyal
tesislerinden en başta gelen 5’er
daireli 4 lojman binasıyla, bir yemekhane ve bir de fırın ve çamaşırhane binası
olmak üzere 6 bina inşa edilmiştir. Bu arada, kamp işcileri için biri iki katlı,
diğeri de tek katlı olmak üzere iki yatakhane binası, bir
de mutfak ve yemekhane binası inşa edilerek; 1948-49 kış mevsiminden önce
işçilerin hizmetine açılmıştır. Yukarıda sözü edilen bütün yeni ve eski
binalarda muntazam elektr ik
tesisatı, sıhhi tesisat, akar temiz su, banyo ve duş tertibatı ve pis sular
için muntazam bir kanalizasyon tesisatı vardır. İklim icabı hasıl olan yüksek
ısı farklarına karşı binalarda gerekli yalıtım
tertibatı alınmıştır. Sondaj kuyuları civarındaki kampta petr olle ısıtılan bir sıcak su kazanı vasıtasiyla
lojmanlara, mutfak ve çamaşırhane gibi binalara daimi akar sıcak su temin
edilmiştir...” MTA 15 Yıllık Faaliyet Raporu
“Lojmanların bir kısmı tek kat üzerine
yapılmıştır. Tek katlı binalar, önlerinde geniş balkon ve geniş pencereleriyle
etr afa medeniyet manzarası arz
ediyorlar. Diğer iki katlı binaların çatıları örtülmüş, pencerelerin takılması hazırlıklarına başlanmış. Evlerin
içinde bol su ve bol elektr ik
Ramanlıların medeni hayatına
hizmet vermektedir.
Ramanın yeni sitesini kuran genç ve enerjik
yüksek inşaat mühendisi Kazım Karacadağ ile
meslektaşı İrfan Toperi, Türk petr olü
uğrunda yılmadan çalışan idealist memleket çocuklarıdır. Bu lojmanların yanısıra elektr ik santr alı
binası, malzeme ve makina depoları ile garajlar da inşaa etmişlerdir. Karacadağ
ve Toperi okul, hastahane ve sinema
salonlarının planlarını da hazırlamakla meşgul olduklarını söylediler. Maliyet
hesaplarını kontr ol ettiğimde, bütün
malzeme uzaktan gelmesine rağmen, beton binaların m2’si 70-80 liraya mal
olmuştur. Bu rakam, şehirlerde 120-180 liradır.” N.Acun Dünya Petr olü ve Türkiye Petr olü
Raman Kampında
bulunan kadro şöyledir : Şekip
Engineri ( MTA Katibi Umumisi), Necdet Egeran (Dr.Yük.Müh.Jeolog), Mithat Akyürek
(İdari Amir, Kamp Şefi), Muammer Erzan (İdari Kısım Md.), Mazlum Öğet ( MTA Teknik Grp. Müşaviri), Turgut Uluğ
(Petrol Baş Müh.), Hulusi Berilgen (Yük.Pet.ve Çamur Müh.) Ali Dramalı
(Yük.Pet.Müh.Kamp Teknik Şefi), Abdurrahman Durukal (Yük.Pet.Müh.İstihsal
Şefi), Şemsi Ağar (Yük.Kim.Müh.Rafineri
Kimyageri), Rauf İren (Yük.Mak.Müh.Atölye ve Nakil Vasıtaları), Kazım Karacadağ
(Yük.İnş.Müh.), Ahmet Çayçı (Yük.Müh.) Oğuz Avdan (Yük.Kim.Müh.Rafineri), İrfan
Toperi(Yük.İnş.Müh.), Sadettin Kurul (Maliyet Muhasibi), Cemal Sedem
(Muhasebeci), Nuri Cankaya (Anbar Memuru), Selahattin Arıkan (Revizör),
Rıza(Baba) (Yol Ekip Şefi), Hilmi Sagoçi (Jeofizik ve Topoğrafya Şefi),
Muhittin Eren (Sondör), Yusuf Öney (Sondör), Esat Atuğ (Sondör), Zekeriya Kanter
( Sondör), Mankievicz (Rafineri Uzmanı, Polonyalı), MR. Woody (Baş
Sondör-ABD.Drillexco), Mr. Durard (Baş
Sondör-ABD,Drillexco), Mr.Lunblad (Sondör-Drillexco), Mr.Quick (Mak.Müh. ABD,Drillexco),
Mr.Willis (Sondör-Drillexco) ve Mr. Mayes
(Gruse-Drillexco)”
Rıfat Bayazıt anlatıyor : “ 1952 yılında
Batman’a ilk geldiğimde Batman olarak
istasyonda sadece bir büfe var, dükkan yok. Abdurrahman Durukal askerdeydi, onun için beni Batman İstasyonunda Rafineri Müdürü Şemsi
Ağar karşıladı, “Sizi Raman’a götüreceğim” dedi. Raman’a ilk gittiğimde
düşündüğümden daha medeni bir ortam var, evler tahminimden daha iyi. Tek oda
lojman şeklinde yapılmış. Taş duvarlarla örülmüş. Tek oda, banyosu var. Böyle
böyle beş ünite bulunuyordu.
İki arkadaşımız, Abdurrahman Durukal ve
Selahattin Özkan askerde oldukları için, petrol mühendisi açığı varmış,
Ankara’dan, geçici olarak Kasım Önder Raman’a gönderilmişti. Ancak, Kasım beyin
Raman’da durmaya hiç niyeti yoktu,
nitekim kimseyi dinlemeden Ankara’ya geri döndü. Ben tek başıma
kalmıştım. 3-4 ay sonra da Durukal ve Özkan askerliklerini bitirerek, Raman’a
geri döndüler
*Amerikalı
Gelin Anna Maria Malkoç Raman’ı anlatıyor.(1953)
“ İstasyondan
Raman’a giden yol yirmi küsur kilometr eydi
ve çok kasisliydi. Arabanın içinde durmadan sarsılıyorduk. Ağaç olmayan çıplak
ve virajlı bir yol, ilk gidişimden olacak, bana hiç bitmeyecekmiş gibi göründü.
Sonunda, havayı dolduran petr ol
kokusuyla beraber karşımıza bir petr ol
kuyusu çıktı. Nihayet kampa gelmiştik. Selahattin eliyle bir yeri işaret ederek, ‘ İşte bizim
lojmanımız bu.’ dedi. Selahattin’in işaret ettiği yer, karşımızdaki gri taşlardan yapılmış tek
kattan oluşan birkaç binanın ilkiydi. Binaların
ön tarafında, boydan boya uzanan bir veranda vardı. Selahattin’in anlattığına
göre biz idareci ve mühendisler ile aynı binayı paylaşacaktık. Her binada 5 daire vardı ve biz bunlardan birinde
kalacaktık. Bizim binaya bitişik ilk
binada teknik elemanlar, onun yanındaki diğer iki binada ise diğer çalışanlar
kalıyordu. Bu insanların tümü buradaki her türlü petr ol
işinde çalışan insanlardı.
Bize tahsis edilen yer; büyük bir hol, bir oda ve banyo-tuvaletten
oluşuyordu. Girişte bir ayakkabılık, vestiyer,
holde ise bir masa vardı. Masanın üstünde çay-kahve pişirmek veya su kaynatmak için bir elektr ik ocağı bulunuyordu. Hole iki kapı açılıyordu.
Birinci kapı hem yatak, hem oturma odası olarak kullanacağımız bir odaya
açılıyordu. Bu ferah odada, iki kişilik bir yatak, bir gömme elbise
dolabı, ufak bir masa ile birkaç sandalye bulunuyordu. Penceresi ise geniş ve
pancurluydu. Burada bulunan müştemilat;
ahşaptan, kampın kendi imkanları ile yapılmış son derece kullanışlı ve temiz
müştemilattı. Fakat boyasızdılar. Selahattin, yurtdışından ithal edilen
boyaların çok pahalı olması nedeniyle bunların
boyanamadıklarını söyledi. Diğer kapı ise, banyo ve tuvalete açılıyordu.
Banyoda alafranga bir tuvalet , duş ve bir
lavabo vardı. Sıcak su, termosifondan sağlanıyordu.
Musluklardan akan cılız su, Dicle
Nehri’nden pompalanarak geliyor, çok da tortu bırakıyordu. Rafineride çalışan
bir kimyager, musluk sularının tortusuna rağmen, komşu köyden eşeklerle taşınan
içme suyundan daha sağlıklı olduğunu söylemişti.
Lojmanda oturanlara günün her saatinde
hizmet veren insanlar vardı. Bu bizim için sanki bir lütuf, bir nimet gibiydi.
Bizim hizmetlinin adı Yusuf’tu. Her türlü işi yapan bu insanlar, gün boyu bize hizmet etmek için
hazır beklerlerdi. Örneğin, Yusuf, her gün defalarca, kovayla su taşıyarak
balkona döker; böylece beton balkonu serinletirdi. Gözü sürekli kampın ortasında oynamakta olan çocuklarda
olur, onları zehirli yılan, akrep ve çıyanlardan korurdu. Daha sonra ise onun, elinde
hanımların yaptığı pasta-böreği taşıyan bir tepsi ile, gazinodaki fırına doğru
koştuğunu görürdünüz.
…Yarım ay şeklindeki kampın ortasına
dizilmiş bu binaların biraz ötesinde, gazino ve çamaşırhane yer alıyordu. Biraz
daha ötede ise, okul binası vardı. Bu okula, kamptaki çocukların yanı sıra, civar
köyün çocukları da geliyordu.
20 Mayıs 1953. Burada günlük yaşantım
tembelce geçiyor. Yaşantımız, buranın şartlarına göre oldukça konforlu
sayılabilir. Elektr iğimiz, ufak bir gaz sobamız, musluklarımızda sıcak
suyumuz, bir banyomuz, kısa dalga bir radyomuz ve bir telefonumuz var.
Selahattin, işi için çok önemli olan bu telefonla diğer kamplar ve Batman’daki
rafineri ile konuşuyor. Gazinoda toplanıyor, yemeklerimizi üç öğün burada
yiyoruz. Çamaşırlarımız da buranın çamaşırhanesinde yıkanıyor.” ‘A Bed of Roses, Anna Maria Malkoç: http//www.ebookstand.com,
syf. 40-41’
*Raman’da
‘meşhur’ 1 numaralı oda
“Raman’da 1 numaralı oda, meşhurdur,
poker orada oynanır. Daha önce, o odada
Abdurrahman Durukal otururmuş. Bu oda bizim karargahımız idi. Amerikalı Baş
Sondör John Shirley’in barakası bu odaya bakardı. Shirley penceresinden 1 numarayı
gözlerdi, kimler geliyor diye. Abdurrahman gelir, Selahattin gelir. Shirley’e
telefon ederiz ‘sen de gel’ diye. ‘Hemen
geliyorum.’ der vakit kaybetmeden aramıza katılırdı.
Hep poker oynardık, ancak 1950 yılında ben
şöyle bir teklifte bulundum: ‘Poker oynayarak biribirimizin parasını
alacağımıza, ben size briç öğreteyim,
hem daha zevklidir, üstelik parayla da oynanmaz.’ dedim. Ben de briç kitapları
okuyorum o zamanlar. Teklifimi kabul
ettiler. Öğretmeye başladım ancak zor
geldi, bir türlü briçi yerleştiremedim
Raman’da. Ben Ankara ve İstanbul’da turnuvalara katılırdım. Birinciliğim yok
ama derecelerim vardır.” Rıfat Bayazıt
“Petrole
Hoşgeldiniz.”
“ 1949’da
Raman-12 nolu kuyuda Amerikalılarla çalışırken, ben kulede
çamurun
viskositesine bakıyordum. Petr ol
tabakasına girmek üzere idik. Sondöre freni teslim ettim, viskositeyi
ölçüyorum. Ölçerken sondör, petr ol
tabakasına girdiğimizi frenden anlamamış. Bir de baktım ki: çamurun üstünden
ince bir yağ akıyor. ‘Petr ol bu olsa
gerek’ diye sondajı durdurdum. Haber verdim, jeologlar geldi. Petr ole girdiğimizi söylediler, çıkarttık, matkap
değiştirdik. Karot matkabı taktık. 6 m karot aldık. İlk defa karot alınırken
frendeydim. Çıkarttık, karotun gövdesinin üzerinden petr ol
akıyor. Çok heyecanlandım.
Yine aynı kuyudayız, devlet erkanını İ.
Ruhi Berent kuleye getirdi. Bu arada boruları çıkartıyoruz. Gelenler petr olün ne olduğunu bilmiyorlar. Genel Müdür bana
birden boruyu kaldır diye bir işaret yaptı. Boruyu çekerken sacdan muhafaza
yaparız, fışkırmasın diye. Ama petr ollü
sondaj çamuru öyle bir fışkırdı ki:
tenekeyi tutan işçi sırtüstü yere yuvarlandı. Genel Müdür dahil bütün
misafirler baştan aşağı çamur oldular. Genel Müdür ‘Petr ole
hoşgeldiniz.’ diyerek grubu
alkışladı.” Hasan Hüseyin Ural
Batman
Çayı Geçit Vermiyor
Diyarbakır-Batman arasında devlet karayolu
yoktur. Bismil üzerinden giderseniz, yol
yer, yer tarlaların arasından geçer; Batman Çayında son bulurdu. Yazın
toz, kışın ise çamur olurdu. Batman Çayı, sadece Mayıs ayından itibaren Ekim ayına kadar araçların
karşıya geçmelerine izin verirdi, ama bir şartla; Bir kelek veya sal üzerinde.
Demiryolları, Batman Çayı üzerinde Türkiye’nin en uzun tr en
köprüsünü yapmıştır. Köprü boyunca, yayaların geçebileceği, 1.5- 2 metr e eninde bir yaya yolu da bulunmaktadır. Acil
durumlarda, bazı araçlar tahta tr aversler üzerinde
raylardan birini ortalayarak, zıplaya, zıplaya köprüyü geçmektedirler. Bu yolu en sık kullananlardan
biri Abdurrahman Durukal’dır. Silvan üzerinden giden yol
ise, Malabadi Köprüsüne kadar gider, orada son bulurdu. Bugünkü Malabadi – Batman karayolu, TPAO nun girişimi
ve parası ile, 1955 yılında yapılmış
ve 3 milyon TL’sına malolmuştur.
Abdurrahman Durukal anlatıyor: “ DDY, şahsen beni değil, MTA yı
protesto etmiş. Trenin gelmediği saatlerde, tr en
yolunun üstüne çıkıp, traverslerden tıkır tıkır geçer giderdik. Raylara çıkmak
için ara yollar yapmıştık. Demiryolları, sonradan gelip onları yıktı. Köprüyü
kullanmaya mecburduk, çünkü Batman Çayından geçme imkanı yoktu. Malabadi
köprüsü ise kullanılamıyordu.
Diyarbakır-Siirt yolu vardı ama eski köprünün ortası dikti, kamyonlar ve diğer
araçlar o eski köprüden geçemiyordu.
Selahattin Özkan anlatıyor: “ Ankara’ya geleceğim ama, Garzan-9
kuyusunda sondajdayım. Kuyunun o gece
sabaha karşı petr ole girmesi
bekleniyor. O vakte kadar Garzan, porozitesi olmayan, çatlaklarla üretim
yapılan bir saha olarak biliniyordu. Petr ollü
seviyeye girdi;pPorozite gayet iyi, tabaka
kalker. Kuyu jeoloğu da bir Alman. Karot alınacak, sonra da ben, Ankara’ya gitmek durumundayım. Treni kaçıracağım. Çünkü karot çıkacak, onu göreceğim. Karotu gördüm,
porozite gayet iyi, petrollü tabakayı yakaladık diye sevinçliyiz. Rıfat Bayazıt’la
beraber kuyudan dönüyoruz. Rıfat, yeni şoförlük öğreniyor, arabayı o
kullanıyor. Beni Diyarbakır’a bırakacak. O tarihte Malabadi’nin yolu olmadığı
için, Batman’dan hiçbir yere çıkış yok. Sabah tr eni var, saat 8
00 de. O tr eni kaçırırsanız, Diyarbakır ’a
gidemezsiniz. Tek çare, Batman Çay’ını geçmek. Demiryolu köprüsüne yakın bir sal var, arabaları salla karşıya
geçiriyorlar. Batman çayına geldik. Sal
karşıda, köy de karşıda. Salcıya ıslık
çalıyoruz, bağırıyoruz ama duyuramıyoruz. Batman Çayın’dan geçelim dedik.
Arabayı ben kullanmak istedim. Şoförlükte daha ustayım ama derenin neresinden
geçeceğimizi iyi bilmiyoruz. Biz, derenin en
daraldığı yerden, daha sığdır diye geçeriz dedik. Dereye girdik, 2-3 m . gittik; su oturduğumuz yere kadar çıkınca, su ,sel
gibi arabayı sürüklemek istedi. Araba hafif, içinde bir tek biz varız. Arka boş ama önde motor kımıldamayınca kendi kendine araba yerinden dönmüş.
Arabadan çıkamadık, belimize kadar su, kapıları açamıyoruz. İkimiz
birden asıldık, kapıyı açtık. ‘ Dikkatli ol’ dedim. Suya atladı, yürüdü, öbür
taraftan çıktı. Sıra bana geldi. Fotoğraf makinemi ve çantamı aldım. Samsonite çantaya hiçbir
şey olmamış, Rifat’a verdim. Sonra ben de atladım, sudan çıktık. Çok yürüdük, hava
iyice karardı. Köye vardık. Üstümüz ıslak, kampa not yazdık, ‘dereye düştük,
bize araba gönderin’ diye. Gece köylüler atlı çıkardılar, notu gönderdiler, bize çok saygı ve hürmet gösterdiler. Kocaman bir ateş yaktılar, üstümüzü
kurutalım diye. Atlıdan önce biz almak üzere Şemsi Ağar arabayla geldi;
birlikte döndük. Ertesi gün yine aynı yerden geçmemiz lazım. Oraları iyi bilen
bir şoför bulduk. Sabah erkenden geldi,bizi
aldı, nehrin sığ yerine geldik. Nehrin en geniş yeri. Meğerse suyun en geniş
yeri en sığ olan yeriymiş. Motorun
kayışını çıkardı ki ; pervane çalışıp suyu köpürtmesin. Onları takip ederek
karşıya geçtik.
Malabadi yolu yapılmadan önce kışın dışarı
çıkmanın imkanı yok. Bir kış sabahı bana geldiler, bir doğum var ebeler
yapamıyor, ters bir durum var, doktor da müdahale edemiyor. Sabah
8 tr eni geçti, başka vasıta da yok.
Hastanın Diyarbakır’a gitmesi lazım. Yollar tamamen kardan kapalı.. Şoför İmam
Günbatı ve birini daha arabayı aldılar. “ Malabadi üzerinden gideriz.” dediler.
Yeni bir jeep gelmişti ; Chevrolet, kalın lastikli, onun 4 tekerinede zincir
taktık. Bir de ambulans gibi kapalı bir aracımız var, ona hastayı koyduk yanına
bir ebe verdik. Şoför İmam arabayı kullanacak, jeep te onları takip edecek.
Konvoy yola çıktı. 15 inci km.de yolda kalıyorlar .Ne ileri, ne geri. Hep birlikte jeep’i büyük bir gayretle olduğu
yerde döndürüyorlar. Geldikleri izden geri dönüyorlar. Ben kendimi hayatımda
hiç o anda olduğu kadar çaresiz hissetmedim. Telsizle durumu öğrendim. Ne kadar araba varsa hepsini yolladım yardım
için. Ama doğum orada olmuş. Ebe anneyi kurtarmak için bebeği parçalayarak
almış. Bu bir çaresizlik örneğidir ve çok üzücü bir olaydır..
Bu olaydan sonra Karayolları’na bu yolun
yapılması için baskı yaptık, “Programımızda yok.” dediler. Diyarbakır 9. Bölgeye gittik, konuyu
anlattık, anlaşma yaptı; biz 3 milyon lira verdik, onlar da yolu yaptılar.
Malabadi Köprüsünü çok eskilerde kervanlar için yapmışlar. Köprünün ortası ters bir ‘V’ harfi gibi yükseldiğinden,
çıkarken arabalar vurmasın diye, köprünün orta yerini törpületmiştik.”
DİPLOMALI İLK
TÜRK SONDÖRLER
Sanat Mektebinden Raman’a Sondaja
Tool-pusher Hasan Hüseyin Ural anlatıyor
:“1948 yılında MTA, Türkiye’deki teknik okullara birer genelge göndererek,
koyduğu barajın üstünde notlarla okulunu bitirenleri Raman Dağı’nda kursa tabi
tutup, bu kursu derece ile bitirenleri Amerika’da okumaya gönderip petr ol mühendisi yetiştireceğini ilan etti.”
Okulum beni aday gösterdi. İhsan Ruhi Berent ‘
benim yanıma getirin’ demiş. Okulu bitereli bir hafta olmuştu ki, yetkili bir umum müdürünün yanında idim. İlk
defa böyle yüksek makamdaki bir kişi
ile karşılaşıyorum. Yaşım 17, heyacandan
tir tir titr iyorum. Bana çok babacan
bir tavırla yaklaştı. Karşısına oturttu. Ben utancımdan çay bile içemedim.
Kendisi benimle pazarlık yapmaya başladı. ‘ Seni Raman’a göndereceğim, kaç para
istiyorsun?’ dedi. Tarih 13 Temmuz 1948. ben o an şöyle söyledim:
“Ağabeylerimiz 5 lira yevmiye alıyorlar bununla geçiniyorlar, ben sizden ne
isteyebilirim?” dedim. O zaman dedi ki: “ Sana
7 lira yevmiye versem gidermisin?”. Ben, ‘ giderim ama nereye gideceğimi
bilemediğim için, benim bir arkadaşım var, o dereceyle bitiremediğinden okul
onu aday gösteremedi, onu da gönderirseniz, beraber gideriz.’ dedim. “Getir arkadaşını
da.”dedi. Ertesi gün Ahmet Ardıç’ı da
getirdim. Bizi hemen ertesi günü bir sürü malzemeyle birlikte Raman Dağı’na gönderdi.”
Tool-pusher Ahmet Ardıç anlatıyor: “MTA’da,
yolluklarımız ile yatak, yorgan ve iş kıyafetlerinden oluşan kocaman denkler
hazırlandı. Hepsini hurca koyup yanımıza aldık . İçinde portatif karyolalarımız
bile vardı. Ayrıca temize giyeceğimiz kıyafetlerden , ayakkabıya kadar vardı.
Sahada çalışacağımızı , sondajda çalışacağımızı biliyorduk ama işin detayları
hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Vardiyalı çalışacağımızı da söylemişlerdi.
Trene eşyaları yükledik, ailelerimizle vedalaştık ve 17 yaşında Batman’a
geldik. Yaşam koşullarının zor olduğunu söylemişlerdi. Bizi karşılamak için
damperli kamyon göndermişler. Batman’da bina olarak sadece istasyon vardı,
Batmanın adı İluh köyüydü. Maymune boğazındaki kampa gittik Bizi ilk karşılayan
Nuri Çankaya oldu. Biz H. Ural’la birlikte 2 kişiydik. N.Çankaya bizi korkutmak
için şaka yaparak önümüze ölü bir yılan attı. Çok korktuk. Orada biraz
kaldıktan sonra bizi ciple Raman’a götürdüler. Yolda bize, Raman’a su
pompalayan düzeneği gösterdiler. Orada ağaç barakalar ve Abdurrahman Durukal’ın
kaldığı tahta ev ve müştemilat vardı. Tepede kamp vardı. Bize işçi
barakalarında yer vermediler, biz önce açıkta çardak gibi bir yerde yattık.
Biz
9 lira yevmiye alırdık, elimize
212 lira net maaş geçerdi. Çok iyi paraydı. Ayrıca tabldot yemeğini karşılamak
üzere mesai de veriyorlardı bize.
Bir yıl sonra, İzmir ve diğer illerden
bizim gibi sanat okulu mezunu insanlar geldiler, kalabalıklaştık.
Amirlerimizin bize karşı tavrı kötü
değildi. İlk başlarda her konuda çok zorlandık sonra, alışmaya başladık.
İşçiler bize karşı çok iyilerdi, sıkıntımız ustalardandı. İşleri kısa zamanda
onların elinden alacağımızı zannediyorlardı. Halbuki biz oraya teknisyen olarak
gitmiştik . Sondör’lerin başında da Mr.Willis vardı. Stajyer gibiydik, hiçbir
yetkimiz yoktu. Çok uzun süre sonra sondör olduk
O
zamanlar, kendiliğinden kaldırılan kuleler yoktu. Biz kuleleri teker, teker
kendimiz kuruyorduk. Üstü açık
kamyonlarla vardiyaya giderdik. Hafta sonu tatil yoktu. 7 gün vardiyaya
giderdik. 30 günde 1 gün tatil yapabiliyorduk. 1950 yılından sonra, sendikalaşma
hareketinin ardından, hafta sonu tatillerimiz oldu.”
Hasan Hüseyin Ural anlatıyor: “ Bir müddet
sonra, yeni gelenlerle sanat okulu
mezunları olarak 120 kişi olduk. İçimizden
bazılarının petr ol mühendisi
yetiştirilmek üzere Amerika’ya gönderileceği söylenmişti. Bu proje, 1950
yılında yapılan seçimlerle Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra rafa
kaldırıldı. Bu olay beni müthiş bir şekilde üzmüştür. Bize ‘ya sondaj
teknisyeni olarak devam edersiniz ya da tazminatınızı alıp işten ayrılırsınız.’
dediler. Biz kalmayı tercih ettik.
Kampta
bize çok güzel muamele yaptılar. Yemeğimiz bile özel çıkıyordu. İhsan
Ruhi Berent, 31 lira yemek parasını maaşımıza ilave ettirmişti. O para bize
ödenmiyordu. Onunla karavana dışında yemek yapılıyordu. Sondaj kulesine yemek
geldiği zaman, medeni bir şekilde, masalarda oturup yerdik. Zaman ilerledikçe,
Kentalan Kampında aşçımız, tenis sahamız, hamam barakamız bile oldu. Dağların
başında, 3 öğün muntazam yemek, bizim için
bir lükstü. Biz sondaja gidip yalnızca gözlem yapıyorduk, bir iş
yapmıyorduk henüz. Kampta ufak bir salon vardı. Akşamları bizi orada toplayıp
Abdurrahman Durukal ve Hulusi Berilgen bize sondaj bilgileri verip, her hafta
da imtihan edip, bizim öğrenip öğrenmediğimizi kontr ol
ediyorlardı.
TPAO
kurulmadan evvel, Zonguldak’taki sondaj usta ve işçilerini Raman’a
getirmişlerdi. Madenden başka, petr ol
sondajını da görüp birşeyler öğrensinler diye. Biz, isteyen herkesin Türkiye Petr olleri’ne geçeceğini zannediyorduk. Ama bu böyle
olmadı. Üst yönetimin seçmesiyle oldu. Bizimle beraber Zonguldak’tan gelenlerin de en iyilerini
seçip, diğerlerini geri gönderdiler. Sanat okulu mezunu 120 kişinin içinden
bazıları çalışma şartlarına dayanamayarak gittiler, bazıları ise yeni kurulan rafineriye geçtiler.”
AMERİKALI
SONDÖRLERİN YERİNİ TÜRKLER ALIYOR
Hasan Hüseyin Ural anlatıyor; “O yıllarda
kulelerde çalışan Amerikalı sondörler
vardı. Ama sondajı Türkler yapardı.
Muhittin Eren, Yusuf Öney, Hasan Güven, Mehmet Gürbüz, Ahmet Ardıç, Zeki Özbek
gibi. Amerikalılar, özel vardiya arabaları ile gelip, giderlerdi. 1.5 yıl gibi
uzun bir zaman içinde bile sondaj kuyusunu
bitirdiklerinde, metr e başına aldıkları
4 dolarlık prim bir yana, bir de altın
saat hediye alırlar ve sondajı erken ( ! )
bitirdikleri için, şereflerine balo verilirdi. Bütün bunlar benim zoruma
giderdi. Amerikalı sondörler, matkaba gerekli ağırlığı vermezler ( matkabın
üzerine bağladığınız DC ların su taşırma hacmi çıktıktan sonra, %75 ‘ini
matkabın üzerine vermeniz gerekir), ‘başıma dert açılmasın, nöbeti devredip
gideyim’ düşüncesiyle yavaş davranırlardı. Onlar için hızın önemi yoktu; kaç metr e sondaj yaptın çarp 4 dolarla, pirimini al.
1950 yılında, yeni kurulan
Adnan Menderes hükümetine, ben, Muhittin Eren, ve bir arakadaş daha,
durumu anlatan bir mektup yazdık. Daha sonra, Başbakanlıktan geldiklerini ve
gizli bir tahkikat yaptıklarını söyleyen 2 kişi, kuleye gelip bizimle konuştular. Benim ve
Muhittin ustanın ifadelerini aldılar. Gerçekten de 2 ay sonra bu soruşturma
semeresini verdi. Amerikalıların hepsi gittiler. Bir tek Mr.WILLIS kaldı.”
Muhittin Eren anlatıyor: “Bir kule, iki
kule, üç kule derken, biz işi iyice öğrendik. İşi biz yapıyorduk. Yabancılar
tıkır,tıkır paralarını alıp, başımıza
dahi gelmiyorlardı. Yeni sondajlar ortaya çıkınca, artık yabancılara gerek
kalmadığını, diğer arkadaşlarla beraber karar alıp ortak bir mektup imzalayarak,
zamanın yöneticilerine bildirdik. ‘ Bu işi biz yaparız, yabancılara boşuboşuna
para verilmesin.’ dedik. Biraz bekledik ama amacımıza da ulaştık. Artık sondajların işciliğini biz yürütüyorduk. Gerçi
biz sondajı yabancılardan öğrendik ama sonuçta öğrenmiştik. Daha ne gerek vardı
yabancılara.”
“
TATCO ATMAYI NASIL ÖĞRENDİM “
Hasan Hüseyin Ural anlatıyor : “Amerikalılar, bizi yanlarına sokmazlar,
bizlere birşey öğretmez ve göstermezlerdi. Şöyle bir anım var: Kuyunun
eğriliğini ölçmek için bir Tatco aleti
vardır. Sondajcılar bilir bunu. Bu tatco
aletini Amerikalılar, kendi barakalarında açar, kurar,hazırlar dışarıya verir,
biz onu ancak kuyuya atmakla ve çıkarmakla mükelllefiz. Başka bir şey
yaptırmazlardı bize..
Ben bir plan yaptım; Amerikalıların oturduğu ‘Dog House’ un tavanında bir budak vardı, onu
yerinden çıkardım. Tatco atılacağı gün benim nöbetim bitmişti. Gitmedim, kuyuda
kaldım, ‘Dog House’un çatısına çıktım, budak deliğini açtım, gözlemeye
başladım. Tatco’yu özel anahtarıyla nasıl söktüklerini, nasıl kurduklarını,
nasıl yaptıklarını baştan sonuna kadar
seyrettim. Tatco atıldı. Onu da bekledim. Çünkü göremediğim bazı yerler vardı.
Tatco’yu çıkardılar, temizlediler, içeriye getirdiler, masanın üstüne koydular.
Bizim işcileri, ustası da dahil dışarı çıkardılar. Ben, tavandaki budak deliğinden seyrediyorum. Tatcoyu
söktüler, içinden saatini çıkardılar. Saatin içindeki pulu da çıkardılar ve
saati sıfırladılar. Sildiler, temizlediler ve kapattılar hepsini seyrettim. Bütün buların hepsi Raman-11 de oluyor.
Ertesi gün, işçilere Amerikalıların
barakasını temizletiyorum. O gün temizliğe nezaret ediyorum. Benim amacım başka. Amerikalı, barakanın önünde şezlonguna
kurulmuş, yanında da viskisi. O, keyfine bakarken, ben de tatco kutusunu aldım, açtım içindekilerini
gördüm. Saatine baktım. İki tane saat var, olayı çözdüm ve yerine koydum. 2 gün
sonra tatco atılacak. Amerikalıya ‘müsaade
ederseniz size yardım edeyim’ diye ısrar ettim. ‘Peki’ “ dedi, içeri aldı. Ne gördüysem aynısını yaptım. Çok
şaşırdı. ‘ Kim öğretti bunu?’ diye
sordu. Cevap veremedim. Mr.Willis’in üzerine attım. O, beni çok severdi;
onların şefi olduğu için de hiç bir şey
diyemedi. Saati 12 dakikaya kurdum. Adam çıldırdı. ‘At kuyuya’ dedi. Gittik
attık. Ben tatcoyu böyle öğrendim. Bu olay beni çok kamçıladı.”
BATMAN’DA
İLK PİLOT RAFİNERİ
Asitlemeler sonucunda, Raman-8 ve Raman-9
daki üretimin oldukça artması ve yeni delinecek olan Raman kuyuları ile
beraber daha da çok artacak olması
yöneticileri yeni düşüncelere sevk etmiştir. Petr ol
çıkarılmaktadır, ancak nasıl rafine edilecektir? Maymune’deki rafineri, bu
talebi karşılamaktan çok uzaktır. Yeni bir rafineri kurulması gerekmektedir.
Gazetelerde, kurulacak yeni rafineri yeri için İskenderun’un adı
geçmektedir.
İ.Ruhi Berent ve ekibi, hemen ABD ve Almanya ile temasa geçer.
Ancak, zamanının en iyi rafinerilerine sahip olan ve rafineri
teknolojisinde ileri düzeyde bulunan Almanya ve ABD’den olumsuz cevap
alır. Almanya ve ABD halen ellerindeki
mevcut rafinerileri veremiyeceklerini, çünkü savaştan yeni çıktıklarını ve bu
rafinerilerin kendilerine lazım olduklarını, bizim siparişimizi ise ancak 2 yıl
sonra teslim edebileceklerini söylerler. Verilen süre çok uzundur. Raman’da ise
petr ol üretimi gittikçe artmaktadır.
Abdurrahman Durukal anlatıyor: “Çıkan
petrolü, asfalt niyetine yollara döküyor,,
Diyarbakır Belediyesine veriyorduk. Bu arada, Maymune Boğazındaki, MTA nın
getirttirmiş olduğu küçük rafineyi tekrar
faaliyete geçirmek istedik. Mankiyeviç’in nezaretinde rafineriyi çalıştırmaya başladık.
Raman –8 ve 9 dan gelen petr olü iki
günde bir veriyoruz, Mankiyeviç rafineriyi iki
günde bir çalıştırıp, işliyor .. Ham benzin çıkıyor, biraz da motorin
alınıyor.”
MTA yönetimi, tek çare olarak tamamen kendi
imkanları ile yeni bir rafineri kurmak zorunda olduklarını anlar.
Niyazi
Acun anlatıyor : “Ancak, Raman’da üretim gittikçe artıyor , küçük
rafineri ise yeterli olamıyordu. Genel
Müdür İ.R.Berent, memleketin büyük benzin, gazyağı, mazot ve asfalt kaybı
karşısında arkadaşlarıyla teknik bilgilerini
ortaya koyarak memleket dahilinde bir rafineri yapıp Batman’a kurmağa
karar vermişlerdir....Karar verilince, derhal faaliyete geçerek 6-7 ay gibi kısa bir
zamanda bu tesisleri yapmağa muvaffak olmuşlardır.”
“...Raman-8 ve daha sonra 9 nolu kuyudan, asitlemeler
sonucu yüksek randımana
ulaşılması üzerine, küçük rafinerinin
ihtiyacı karşılamaktan çok uzak kalacağı düşünülerek, vaktiyle İstanbul’da
Omuryeri’nde(Umurbey) bulunan ve 1940
senesinde MTA tarafından satın alınıp Diyarbakır’a getirilmiş bulunan hurda
bir rafinerinin parçalarından istifade
edilmek ve tadilat yapılmak suretiyle, Batman’da günlük 200 ton kapasiteli bir
rafineri kurulmasına karar verilmiş ve 1948 senesinde başlayan bu iş,
aynı yılın Kasım ayında ikmal edilerek, faaliyete geçirilmiştir.
Batman’da, demiryolu üzerine bu tesisat kurulurken, Maymune Boğazında bulunan
küçük rafineri de sökülmüş ve bunun parçalarından da istifade
edilmiştir.” Bu satırlar, MTA 15 Yıllık
Faaliyet Raporu’ndan alınmıştır
“Yeni rafineri tesisatı, dışarıdan hiçbir
mana ifade etmiyecek kadar basit bir manzara arz etmektedir....İçinde biri
büyük, ikisi ondan biraz küçük bir lokomotifi andıran üç fırın vardır.. İkinci
rafineri birincisinden daha büyük ve daha fazla fırınlıdır.Bu rafineri de günde
8 saatten üç vardiya yaparak 24 saatte
150 ton ham petr ol işliyor
...” N.Acun D.P. Tarihi ve Türkiye
“ Pilot rafineriden ham benzin çıkıyordu,
çok düşük oktanlı bir benzindi ve cip
gibi bazı araçlarda kullanılıyordu. Bir miktar gaz yağı da çıkardı. Motorin de
çıkardı ama bunlar çok azdı(% 5-10 gibi). Arta kalan fuel-oil ve asfalt, varillenip satılıyor, kalanları ise açık havuza dökülüyordu. Açık havuz artık göl
gibi olmuştu. Hayvanlar, petrolün
parıldamasından bunu göl sanıp, su içmeye geldiklerinde içine gömülüyorlardı.
Sonra, akıllı bir belediye çıktı. Konya Belediyesi, tonu 15 liradan aldı ve Konya ’nın tüm yollarını
asfaltladı. Akıllı olanlar yollarını yaptılar, güzel asfalttı. Ekonomiye katkısı
çok oldu.
Bazı arkadaşlar, elbiselerini askıya takıp,
benzin tanklarının içine daldırıp asarlardı,
kuru temizleme yapsın diye. Bunun için tankın içine özel askı yeri yapmışlardı,
ben şaşırıp kalmıştım, pratik bir şeydi.”
Hasan Göker
TENEKE
FABRİKASI
“...Rafineriden istishal edilen maddelerin
sevki için, lüzumlu varil
ihtiyacını karşılamak üzere, 1949 yılında Sümerbank’tan satınalınan
varil fabrikası Batman’a nakledilmiştir. Bu fabrika, ayda 35.000 adet 42
galonluk varil imal edebilecek
kapasitededir... Bu suretle rafineri mahsullerinin memleket içine sevk
ve irsali işinde büyük bir müşgülün ortadan kalkmış olacağı aşikardır.”
MTA 15 Yıllık Faaliyetleri
“O
GÜNLERE” AİT GENEL BİR DEĞERLENDİRME
MTA, Güneydoğu Anadolu’da yüzeyde görülen
yapıların ayrıntılı jeoloji haritalarını
yapmıştı. Fakat, bölgenin yapısal
jeolojisini anlamak bakımından çok önemli olan
bölgesel bir jeoloji haritası
yoktu. Ayrıntılı haritalardan, bölgesel harita yapılmasını önerdim. Bu
proje, servisteki deneyimli jeologları oldukça meşgul etti. Biz yine de boşlukta idik. Bir şeyler yapmak için uzmanlık dalım olan sedimanter petr ografi
konusunda çalışmak isteğimi Genel Müdürlüğe ilettim ve bu, uygun bulundu. 1955 yılı başında
laboratuvarda çalışmaya
başladım. Sahadan gelen numuneleri
inceliyorduk. Ancak petr ol ile
ilgili çalışmalar yeni yasa nedeniyle azaldığından, işler yoğun değildi. Bu arada Başbakan Adnan Mendres’e bir köylü
tarafından getirilen yumurta büyüklüğünde altın damarlı kuvars Menderes’in ilgisini çekmiş ve MTA’nın bu konuyu araştırmasını istemiş. Bunun üzerine , Afrikada 30 yıl
sedimanter altın (placer gold) arama ve üretimi konusunda çalışmış deneyimli
bir uzman bulundu ve ben de onunla çalışmak üzere
görevlendirildim. Yaz boyunca, Hatay,
Bingöl ve Kağızman da çalıştık. Altın vardı fakat, işletme kuracak verimlilikte değildi.
Laboratuvarda çalışmalara devam ettim,
ancak yukarıda belirttiğim gibi, işler
yoğun değildi ve bu arada
laboratuvar şefi yeni kurulmakta olan
İTÜ Maden Fakültesine katılınca laboratuvara ben vekalet etmeye
başladım.
Bütün bunlardan anlaşılacağı üzere. MTA
daki çalışma süreci doyurucu değildi. Bu arada TPAO kurulmuş ve kuruluş aşamasında
Parisa Gönülden, Raşit Ceylan ve Ferhan Sanlav
sirkete geçmişlerdi. Şirket daha fazla jeolog ihtiyacı duyunca, 1955
sonlarından itibaren İşletmeler Bakanlığı nezdinde teşebbüse geçti. Sait
Şahankaya ile beni Batman’da çalıştırmak
üzere istiyorlardı. Önerilen ücret, MTA’da aldığımızdan %20 fazlaydı ancak
bu yeterli değildi. Konuyu Bakanlık müsteşarına ilettik ve MTA’dan
ayrılmıyacağımızı belirttik. Şirket, bundan sonra ücretlerde
iyileştirme yaparak, Bakanlığın onayını almıştı. Bunun üzerine; Sait Şahankaya ve ben, Mayıs 1956 da Türkiye
Petr olleri’nde işe başladık.
Bu sırada TPAO, Siirt’in güneyinde Reşan arama kuyusu ile
Raman ve Garzan sahalarında geliştirme kuyuları açıyordu. Sait, Reşan’da ben de Garzan’ da kuyu jeleolojisi
çalışmalarına başladık.”
BATMAN RAFİNERİSİ KURULUYOR
Gittikçe artan petr ol
üretimi, beraberinde, ‘Pilot Rafineri’ den ziyade daha büyük bir rafineri
kurulması gerektiğini ortaya koymuştur. Rafineri kurulması için açılan ihaleye,
iki firma teklif vermiştir. 22 Ocak 1953
tarihli Milliyet Gazetesini okuyalım:
“RAMAN
PETROL TESİSLERİ
İKİ YILDA İKMAL EDİLECEK”
*Ankara’da bir Amerikan firması ile
imzalanan mukavele, yılda 27 milyon liralık döviz tasarrufunu sağlayacak.
Mukaveleyi, Maden Tetkik Arama Enstitüsü
adına Umum Müdür Emin İplikçi ve Amerikan Şirketi adına Mr. Earl W. Gard
imzalamıştır.
İmza törenini müteakip, İşletmeler Vekili
Sıtkı Yırcalı, akdedilen mukavele hakkında basına izahatta bulunmuştur.
Anlaşmaya göre; Raman ve Garzan’daki petr ol
tesisleri, mezkur firma tarafından yapılacak ve bu işler için, 425 bin dolarlık
sabit bir ücret ödenecektir. Diğer masraflar ile tesisat malzeme inşaat
bedellerinin keşfi, tahminen 6,905.000 dolar civarındadır. Faka,t mukavele
esaslarına göre; firmanın sabit ücreti dışında, her türlü malzeme ve tesis
bedelleriyle masraflar, evvela tarafımızdan tetkik edilip fiyatı ve kalite
bakımından muvafakatımız alındıktan sonra, ödenecek ve tesisat iki yıl içinde ikmal
edilecektir.
Tesisatın ikmalinden sonra bir sene
müteahitin nezaret ve fenni mesuliyeti altında çalıştıktan sonra teslim
alınacaktır. Burada, günde 6250 varil ham petr ol
işlenecek ve bundan muhtelif miktarlarda gaz, benzin, jet yağı, motorin, yol
asfaltı, kazan
yakıtı elde edilecektir.
İşletmeler Vekili, bu anlaşmanın iktisadi
politikaya yapacağı tesirleri şöyle izah etmiştir;
“Petrol politikamızı belirten aldığımız son
kararın müspet neticeleriyle, memleketin geniş ölçüde sahip olduğuna kani
bulunduğumuz petr ol kaynaklarının
kıymetlendirilmesine kadar, halen Raman ve Garzan’da kendi imkanlarımızla elde
ettiğimiz ham petr olü, kuracağımız
bu tesisler de değerlendirerek, yılda en
aşağı 27 milyon liralık gelir kaynağı ile döviz tasarrufu sağlıyacağız.”
Hasan Göker
anlatıyor : “Ben, ihale olduğunda Tulsa’da master tezimi veriyordum. 1952’nin
sonbaharıydı. Gazetelerden okuyordum. İhale için ‘Parsons’ ile ‘Koch
Engineering’ firmaları kapışıyorlardı. Dr.Nezih H. Neyzi, Parsons’un temsilcisiydi ve çok kaliteli bir
insandı. İhsan Ruhi de Koch’un temsilcisiydi. İhsan Ruhi, bu konuda pek popüler değildi, İnönü’ye hayran olduğu
için Menderes’in kendisine allerjisi vardı. İhaleyi Parsons kazandı, ama benim Koch’ta iş bulmamda İhsan beyin
faydası oldu sanırım. Koch bir mühendislik firması, Parsons kadar güçlü değildi.
Ben Koch’ta 6 ay çalıştıktan sonra, sen artık dön diye bir yazı geldi.
Ben döndüğümde, rafineri inşaatı henüz
başlamamış, temel sondajları yapılıyordu. Toprak analizleri yapan Dames and Moore şirketi vardı, diğer
yandan Amerika’dan malzeme siparişleri yapılıyordu ve malzemeler İskenderun’a gemiyle
inip, tr enle Batman’a sevk
ediliyordu.”
O sıralarda, Parsons ile
büyük yeni rafineri anlaşması yapılmıştı. Oğuz Avdan, Los
Angeles ’ te kurulan kontr ol
heyetindeydi ve Celal İmre heyet başkanıydı.
Oğuz Avdan rafineri mühendisi olarak teknik heyette görevliydi. Bir de mali
kontr ol elemanı vardı. Parsons’ın
kontr olünü yapıyorlardı. Rafineri
ihalesi, ‘maliyet + kar’ sistemi üzerine kurulmuştu. Adamlar, malzeme diye
battaniye, kazma , kürek gibi şeyleri bile Amerika’dan getiriyorlardı. Doların
ülkemizde çok kıymetli olduğu yıllar, 1953-1954 yılları, sıkıntı içindeyiz. En
iyi malzemeyi kullanarak inşaatı yaptılar. Onların inşaatta kullandıkları kalıp tahtaları bile öyle
kaliteliydi ki; daha sonra bizim
marangozlar bu tahtaları mobilya imalatında
kullandılar.
O zamanlar, tecrübesizliğimizden, rafineri
kurulmadan önce ve rafineri yapılırken Türkiye’nin ürün ihtiyacı tam tespit
edilmemişti. O tarihlerde benzin ihtiyacımız çok az; yılda 50 bin ton civarında.
Orta mahsul gaz yağı ve motorin ihtiyacı var. Raman petr olü
de ağır bir petrol. Benzini % 12-13, gazyağı % 6-7, motorin %15, fuel oil ve asfalt %65. Bunun için yapılacak şey, ağır yağları
parçalayıp, motorine dönüştürmekti. Ancak, öyle yapılmadı, gazyağı ve motorinin
bir kısmını krakingden geçirip benzine dönüştürdüler. Ancak benzine talep yok. Bu, en büyük
yanlışlıktı. Sonradan yaptığımız anlaşmaları farklı yaptık. Bu hataları
yaşadık, ve sonradan düzelttik. Örneğin
Raman petr olü çok ağır olduğu için
onu koklaştırıp , kok kömürü olarak halka satabilirdik. Böylece motorin üretimi de
artardı.”
“İnşaat bittikten sonra anlaşmaya göre, kabul tecrübeleri
yapılacak, ve ‘kabul’u Türk mühendisleri yapacaktı. Amerikalılar, bu işten biraz rahatsız oldular ama daha sonra kabullendiler.
Örneğin; TCC ünitesinin tecrübeleri var,
analizler geliyor, grafik çiziyorum.
Amerikalı firmanın temsilcisi benim grafikleri hemen alıyor cama
koyuyor, kopya çekiyor ve gönderiyor.
Parsons ekibinde bizim tahsilimiz seviyesinde adam yoktu. Bunların hepsi
alaylıydı. Bir tek Bob vardı, o iyiydi ama içkiyi fazla severdi. Hepimizi karşısına alıp ders verirdi. Onu
çabuk gönderdiler. Çoğu mühendis değil, alaylıydı, deneyimleri vardı ama
tahsilleri yoktu. O sıralar Amerikalılarda modaydı bu. Diplomadan ziyade
deneyimli olmak tercih edilirdi. Rafineri Müdürü Linkey bile öyleydi. Hepimizin müdürü ve yetkili
ünite şefleri Amerikalı, onlarla
birlikte yönetiyoruz tecrübe çalışmalarını. TCC ünitesinin bir Amerikalı şefi,
bir de ben varım. Benim mühendislik bilgilerim kuvvetli, onda da pratik bilgi
var. 3-5 ay beraber çalıştık, kabul
tecrübelerine gelince, neticeler yavaş, yavaş ortaya çıkıyor. Ayrılacakların
listesini yapıyoruz. Listeyi ben hazırladım. Bir TCC şefi vardı. “Siz burayı 3
seneden önce teslim alamazsınız.” dedi. Bunlar,
burada yüksek ücret alıyorlar, seviyeleri de vasatın altında. O sırada
Amerika’da işsizlik te var. Buradaki işi bırakmak istemiyorlar. Fakat burada da kimse rafineri nedir, vana, motor,
pompa, tr ibün nedir bilmiyor. Biz de hep sanat okulu mezunlarını seçtik. Bunlar
çok kısa zamanda yetiştiler. Bizde bir Ahmet vardı, değme mühendise ders
verirdi, Contr ol Board ‘da şefin
bilmediği şeyleri o bilir, verdiğimiz manuel’i okur ve uygulardı. Bunların yanı
sıra Gölcük’teki tersanelerden en iyi ustaları ve en deneyimli elemanları da Batman’a getirdik.”
Necdet Aksan şöyle hatırlıyor:
“Batman’da yolun ucundaki tek lokantada
yemek yerken birden rafinerinin alev
aldığını gördük.Hemen dışarı çıkarak yangını söndürmek üzere rafineriye doğru koşarken , elinde kovalar ,kürekler telaş içindeki insanların
da bizimle beraber rafineriye doğru koştuğunu gördük..Kapıya geldik..Kapıda gördüğümüz görevli sanki hiç bir şey olmamış gibi duruyordu. “Ne
oluyor ?” sorumuza karşılık; “ Bir şey yok. Deneme çalışmaları başladı. Artık
bu alev devamlı olacak.” dedi.
Batman
Rafinerisi Müdürü olarak çalışan Nevzat Yıldırım
şöyle anlatıyor:
“Start-up için, flare hattını ateşleyecek manyotelu sistem
bir türlü çalışmıyordu. Epeyce uğraşıldı, flare hattı bir türlü yanmıyor. Parsons’da
çalışan kızılderili bir Amerikalı vardı.
Beraberinde ok-yay getirmiş. Kızılderili okunu aldı geldi. Okun ucuna gazlı bez
parçası bağladı ve yaktı. Flare’ye doğru
nişan aldı. Alevli oku fırlattı, flare
ateş aldı. Rafineri ilk defa böyle ateşlenmiş oldu.”
“Amerikalılara rafineriyi artık teslim
alabileceğimiz söylendi. Ancak Parsons
ekibi “Siz bu rafineyi 3 seneden önce teslim alamazsınız” dediler. Zaten
Amerikalıların içinde 1 veya 2
mühendis vardı. Diğerleri teknisyendi ve
herzaman olduğu gibi bizi küçümsüyorlardı. Biz ısrar ettik. Genel Müdürlük de “
Hiç olmazsa 1-2 Amerikalı kalsın” dedi.
Biz de “ Kalsınlar ama biz onlara hiç
bir şey sormayacağız “ dedik. Rafineriyi teslim aldık.Gerçektende danışman
olarak kalan Amerikalıya hiç bir konuda danışmadık ve sormadık. 6 ay sonra da Amerikalı ülkesine döndü.” Nevzat Yıldırım
“Batman Rafinerisi “peşin para” ile
yapılmıştır...Rafinerinin inşaatında
zanaatkar bulmak çok zordu. Özellikle kaynakçı ve borucu.. O çevredeki
vilayetlerde bulunan bütün kaynakçı ve borucular Batman’da toplandı. Bunlara
ilaveten, İstanbul tersanelerinde çalışan kaynakçı ve boru ustaları yüksek
ücretlerle Batman’a geldiler.” Rafineri inşaat çalışmalarına katılmak üzere,
Batman’a tayinim çıktı. RMPC şirket, tüm
karargahını Batman’a kurmuştu. Masraflı ve zaman kaybı oluyor
diye hükümete yapılan ikazlar üzerine,
RPMC merkezini bir süre sonra Ankara’dan
Batman’a taşımıştı. İnşaat hızla devam ediyordu. ..Bir süre sonra inşaat
bitti ve rafineri tecrübe mahiyetinde çalışmaya başladı.” Rasim DEMİR
*Fuel-Oil O Zamanlar Pek Bilinmiyordu
“1950 yılına kadar, Türkiye’de fuel-oil diye
bir yakıt tanınmıyordu. MTA ürettiği petr olü değerlendirmek için Batman’da ilkel bir
rafineri kurdu (Pilot Rafineri) . Burada
üretilen fuel-oil Devlet Demir Yolları’ na tanıtılmaya çalışıldı. Uzun denemelerden sonra DDY, Güneydoğudaki
lokomotiflerde kömür yerine fuel-oil kullanmaya başladı. Daha sonra ülke çapında kömür yerine,
fuel-oil kullanımı gittikçe arttı. Ve bir çok kömür ocağı bu yüzden kapanmak
zorunda kaldı. .” Nevzat
Yıldırım ,
“ O sıralarda
ilk defa petr ol kanunu çıkıyor, o
toplantılara katılıyorduk. Fuel-Oil yapacağız, fiyatı 50 lira olacak ama tonda 50
lira da yol vergisi var, imkanı yok
satamayız. Oturduk, yasaya ilave bir madde yazdık, fuel oil’i tanımladık; ‘şu özellikteki ağır yakıtlar yol
vergisinden muaftır.’ diye madde ekleyip, Maliye’yi de ikna
edip yasa çıkardık. O sıralarda İstanbul’daki gemilerin bazıları 5 numara fuel-oil yakıyorlardı. Onun dışında fuel-oil pek
bilinmiyordu. Biz ise fabrikalar, lokomotifler ve gemilere kömür yerine
kullandıramazsak ürünümüzün yarısından fazlasını satamama durumuna düşecektik. Demiryolları’nda
kullanılıyordu, kömür yerine. Trenlerde kazanlara brulör tesisatı yapldı ve
trenler ham petrol yakmaya başladılar. Raman petrolü ağır olduğu için doğrudan
kullanılabiliyordu. Ya da rafinerinin iki kazanından artan bakiyeyi - ki %75
–80’i dir- onu veriyorlardı. Bir kısmı da açık havuza dökülüyordu. Sonra yeni
tesislerde şartnameye uygun fueloil üretildi ve örneğin Diyarbakır
İçki Fabrikasına ve diğer tesislere kazan
yakıtı olarak sattık. Sonradan İpraş da aynı muşgülü yaşadı. Bazı çimento fabrikalarını kömürden fuel-oile
çevirdik, onları finanse ettik. Tanklarını, brülör sistemlerini kurduk,
bunların tesislerini tadil ettik. Böylece fuel-oil’in ziyan olmamasına
çalıştık.” Hasan Göker
*
“Bir İklim Faciası İdi”
“Rafineriler dizayn edilirken, kurulacağı
yerin son 5-10 yıllık meteoroloji
raporları gözden geçirilir. Batman Rafinerisi için de bu işlem yapılmış. Ancak, o yıl öyle bir
soğuk olmuştu ki; son 15 yıldır böyle bir soğuk görülmemiş. Rafineride, her şey açıkta ve ortalama - 15 dereceye göre dizayn edilmiş.
Ama öyle bir soğuk geldi ki : hava –25’e düştüğü zaman ‘Hava ısındı’ diyorduk. Her yerde istim
bağlantıları hortumları var. Bir yerde donma olduğunda istimi açıp, donan
yeri ısıtırsınız, açılır. Ama öyle
olmuyor. İstim’i tutuyorsun, yoğunlaşıyor, yere düşünce buz oluyor.
Hava -38,
izolasyon var ama yetmiyor. Asfaltlar çift gömleklidir. Çift boru
içinden buhar geçer, ona rağmen asfaltlar dondu. Benzin, -25 derecede donmaz
–50 derecedir donması, ama içine su alıyor, pelte gibi oldu. Çaresizlik
içindeydik. Rafineriyi akar vaziyette tutacaksın, aksi halde durduğu an donar
kalırdı. Böylece 2 gün canımız çıktı, sonra yavaş, yavaş düzelttik. Asfalt
hatlarının dışında buhar gömleği var, onun dışında da amyantlı izolasyon
tabakası var. Ama benzin hatları, gazyağı ve motorin hatları çıplak, motorin
-15 de donar. –35 de motorin de dondu
tabiiki. İzalasyon bir ekonomik tercih
meselesidir. Bunda bir ihmal yok ama,
yaşananlar bir iklim faciası idi.”
Hasan Göker
PETROL
YASASI HAZIRLANIYOR
Petr ol
Yasası hazırlanırken, baştan sona büyük emeği geçen Necdet Egeran
anlatıyor : “Rahmetli büyüğümüz Cevat Eyüp Tasman, bizim baş petr ol müşavirimizdi. Kendisini aldım, beraber
oturduk, mevzuu inceledik ve neticede dedik ki;
bu imtiyaz şekline girmek doğru değildir. Bunu kanuni bir şekilde, yani
Maden Kanunu nasılsa, ona paralel bir petr ol
kanunu ile bu işi halledelim neticesine vardık. Ve bunu Bakanlığa intikal
ettirdim. Bakanlıkta da o zamanlar müsteşar olan Kemalettin Apak’la çok
yakınlığım, dolayısıyla devamlı temas imkanımız vardı. Bakan da sayın Sıtkı
Yırcalı idi. Bakan beyin kendilerine anlattım. Dediler ki ; “ Madem ki bunu
kanun yapma imkanı var. O zaman bir kanun hazırlama, yapma gayreti içinde olalım.” Biz, ilkten kendimiz yaparız zannettik. Ve,
petr ol kanunu Maden Kanunu’na
paralel olacağına göre Maden Dairesi Müşaviri Safi Teziç arkadaşımızı rica
ettim, beraber çalışmamız için. Onunla beraber, Hukuk Fakültesi
profesörlerinden Muvaffak Akbay’ı da rica ettim. Prof. M. Akbay, S. Teziç, ben ve Cevap Eyüp
Taşman, bir tasarı hazırlamaya çalıştık. Bir iki ay içinde bunu hallettik.
Kendimiz çok acele birşeyler yaptık. Çünkü acele birşeyler isteniyordu. Ama
gördük ki ; böyle bir kanunla yabancı şirketlerin Türkiye’ye celbi (gelmesi)
imkanı yok. Çünkü onlarla temas etmek, onların istediklerini bilmek, ona göre
hazırlıklar yapmak lazım. Bunun için,
yabancı bir mütehassısın bu iş üzerinde çalışması gerekir, dedik. Tornberg’i de
imtiyaz üzerinde durduğu için istemediğimize göre, başkalarını isteyelim diye
düşündük. Tam o esnada İsrail Devletinin bir petr ol
kanunu çıkarttığını duydum. Bu enteresandır. Burada acaba kim çalıştı? Kimin
eliyle bu kanunu hazırlattılar diye düşündüm. Tahkik ettim. Neticede anlaşıldı
ki; ABD’nin petr ol dairesi
reisliğini uzun süre yapmış , petr ol
jeoloğu olan ve aynı zamanda hukukçu olan Max Ball, bu işi hazırlamış.
Enteresan dedik, hem jeolog hem hukukçu ve hem de uzun seneler ABD’de petr ol dairesi reisliği yapmış, bu işi bilen bir adam.
Kendisi hakkında tahkikat yapılması için, Bakanlığa bildirdim. Bakanlık da,
Dışişleri Bakanlığı yoluyla, acele bir tahkikat yaptılar. ‘Olabilir, enteresan
bir tip’ dediler ve kendisini Ankara’ya davet ettik.
Max Ball Ankara’ya geldi. Hakikaten çok
muntazam, çok ciddi, çok bilgili ve çok sempatik bir insan intibası bıraktı
bizde. Biz de olabilir dedik, angajmana girdik. Ekibimizi kurmamız lazım. Max
Ball dedi ki; “Evet ben bu işi yaparım. Fakat, tabiki sizinle beraber yapmam
lazım. Memleket şartlarını bilen sizsiniz. Teknik konularda bize yardımcı
olacaksınız. Beraber yapacağız. Ayrıca da ben mali kısımları bilmiyorum. Benim
eksiğim de bu. Müsaade ederseniz, mali konularda uzman başka bir
maliyeci-hukukçu ABD’liyi angaje edeceğim” dedi. Biz de, tamam dedik. Bana da,
Maliye Bakanlığında Kambiyo müdürlerinden Kemal bey isimli bir zatı müşavir
olarak verdiler. Sonuçta, ekibi kurmuş olduk. Ben, Maliyeden Kemal bey, Max
Ball ve yanındaki maliyeci-hukukçu Bossert
ismindeki bir Amerikalı. Çok daha
sonraları, Petr ol
Nizannamesi yapılırken Kemal bey maliyedeki görevinden ayrılmıştı. Yerine
müşavir olarak Cahit Kayra geldi. Cahit
Kayra daha sonra Enerji Bakanı oldu.
İşe başladık. Bu işe 1953 sonbaharında
başladık,1954’ün baharında tasarı hazır halde ortaya çıktı.
Bir iki kelimeyle arzetmekte fayda
görüyorum. Çünkü Nizamname’yi yaparken artık Max Ball; “Ben oraya gelmeyeceğim”
dedi. “Siz buraya (ABD) gelin burada yapalım, çünkü benim Türkiye’de olmam daha
pahalıya mal oluyor. Buradan da işlerimin yoğunluğu nedeniyle fazla
ayrılamıyorum.” demişti. Beni gönderirken, ‘
ne kadar sürerse sürsün bunu tamamlayın öyle gelin’ dediler. Daha da uzun
sürebilirdi ama, bir ay dolmadan 20-22 gün içerisinde Nizamname hazırdı.
Nizamnameyi yaparken şöyle çalışma tertibi yapmıştım: Sabah
8’de Max Ball ve Bossert’le berabe rçalışmaya başlıyorduk. Öğleyin ancak
birer sandviç yiyerek, akşam saat 20.00’de bırakıyorduk. Ondan sonra ben otele
gidiyordum . Otelde o gün yapılan bütün mesaiyi Türkçeye tercüme ediyordum.
Sebebi şu; Metinler Türkçeye çevrildiği zaman, aksaklıkları ortaya çıkıyordu.
Ertesi sabah evvela onları düzeltip ondan sonra devam ediyorduk. Böyle,
pazarlar hariç, 20-22 gün devam etti. Max Ball
ayrılırken (o, o zaman 69 yaşında ben de 47 yaşımdayım) “Doktor Egeran,
sizin bu konsantr asyon
kabiliyetinize hayran oldum. Ama beni ihtiyarlattınız. Ben zannederim ki bundan
sonra fazla yaşayamam” dedi. Nitekim öyle oldu. Çok çalışmasıyla maalesef bir
süre sonra kendisini kaybettik. Max Ball ülkemize çok faydalı olmuştur. Kendisine verdiğimiz
paralar boşa gitmemiştir.” Söylendiğine
göre ; o zamanlar uluslararası bir şöhrete sahip olan ve her yerden davet alan
Max Ball’a devlet her gün için 500 ABD Doları ödüyormuş.
Egeran
devam ediyor : “Mecliste yeni kanun görüşülürken sorulan bütün sorulara
yanıt verdik. Zaten Max Ball ayrılırken “Ben burada durmayayım, siz zaten
yapılan bütün işleri, bütün detayları iyi biliyorsunuz. Siz herşeyi
cevaplayabilirsiniz , binaaleyh bana ihtiyacınız yok.” demişti. Hakikaten ona
ihtiyaç duymadan bütün malumatı vererek kanunlaştırmayı çok çabuk yapabildik.”
TÜRKİYE PETROLLERİ KURULUYOR
Genel Müdürlerimizden Rıfat Bayazıt
anlatıyor : “Petrol Kanunu çıkınca,ve bu kanun rejimi benimsenince, Türkiye’ye gelecek
yabancı petr ol şirketleri, o ileri
teknolojiyle, ileri finansman gücüyle aramalar yapacak, petr olü derhal bulacak ve Türkiye enerji sınıntısından
kurtulacaktı. Tabiki bunun böyle olmayacağı belliydi. Petr ol
Kanunu’na göre; petr ol ameliyatı
yapabilmek için özel bir şirket statüsünde olmak lazımdı. MTA bu hüviyette
değildi, dolayısıyla MTA’nın yürütmekte olduğu petr ol
işlerini devralacak bir şirkete ihtiyaç vardı. Hemen Petr ol
Kanunu’nun arkasından, Türkiye Petr olleri
Kuruluş Kanunu çıkarıldı ve Türkiye Petr olleri
kuruldu. Diğer bir gerekçe de Türkiye Petr olleri,
yabancı şirketlerle rekabet içinde çalışacak ve bu şekilde çalışmakla, milli
menfaatleri daha iyi bir şekilde korumaya yardımcı olacaktı.
Türkiye Petr olleri
kurulur kurulmaz, MTA’nın elindeki iki petr ol
sahasının, Raman ve Garzanın, elindeki
sondaj makinalarını (sanırım 4 adetti ve eskiydi) ile inşa ve montaj halindeki
1 milyon ton kapasiteli modern Batman Rafinerisi’ni, sosyal tesislerini,
yardımcı servislerini ve en önemlisi de MTA’nın Batman Bölgesinde çalışmakta
olan elemanlarını ki; bunlar petr ol
mühendisleri, jeofarati jeologlarını, teknisyen, usta, ustabaşı, kalifiye işçi
olmak üzere yüzlerce kişiyi devraldı. İşte o devralınanlar arasında bir tanesi
de bendenizdim. İlk görevim Petrol
Üretim Servis Şefi ve Baş Mühendisi idi. Muavinim Selahattin Malkoç’tu Sicil
numaram 20 idi. Türkiye Petr olleri
işte böyle kuruldu ve iyi bir çalışma sistemi kurarak derhal işe koyuldu.”
Türkiye Petrolleri, ilk bir iki sene
içerisinde teşkilatlanma, derlenip toparlanma içerisindeydi ve şunu iftiharla söylemek
isterim ki; Batman’daki çok kalifiye ve tecrübeli elemanları sayesinde hiçbir
sıkıntıya düşmeyerek işleri yürütmeye başladı.
Bir iki sene sonra, sondajda Türkiye Petr olleri’nin
işleri hızlanmaya başladı. Bu nasıl oldu
deyince, ilk olarak aramaların hızı ve hacmi çoğaldı, üretim yavaş yavaş
artmaya başladı. “
Necdet Egeran anlatıyor ; “TPAO nasıl
kuruldu bir iki şey söylemek istiyorum. Çünkü kurulurken içinde bulundum; gayretlerim
oldu.
Yıl 1953. Ben, MTA’da Petr ol Grubu Müdürüyüm. Türkiye’deki petr ol aramaları, sondajları, petr ol
sahası olarak bulunmuş olan Raman sahasının geliştirilmesi, işletme
hazırlıkları, petr olün nakil
meseleleri, tasfiye meselesi üzerinde gayretlerimiz var. Grup olarak, yani,
Türkiye’de devlet eliyle çalıştırılması gayret edilen petr ol
sanayi, MTA bünyesinde benim grubumda toplanmış durumda. Dolayısıyla, bir nevi TPAO’nun anası durumundayız. Birçok
meslektaşlarımla, çok değerli arkadaşlarımla ve sevdiğim insanlarla beraberiz
ve beraber çalışıyoruz. Birçok da başarılarımız var, bununla iftihar ediyor ve
memnun oluyoruz. Ama görüyoruz ki, bütün bu gayretlerimiz , söyleyeceğim şu üç
şeyden dolayı, pek öyle parlak neticeler verecek durumda değil.
Yatırım
için lüzumlu para yok, pek az,
Alet-adevat,
makine ve teçhizat mahdut (sınırlı),
Yetişmiş
personel parmakla sayılacak kadar az.
Yani ne demektir; para yok, malzeme yok,
personel yok.” Produktivite (üretim) yok, demek. Produktivite olması için para
olacak, malzeme olacak ve personel olacak. Bu halde ne olur, nasıl olur diye
düşünürken, devletimiz de tabiki bundan haberdar. O zaman yeni bir politika
üretiyorlar. Bu politika, petr ol
sanayiinin özelleştirilmesi politikası oluyor. Ve bunu da grup müdürü olarak
bana iletiyorlar. Diyorlar ki;
devletimiz böyle bir politika ortaya koymuştur , siz vazife olarak bu petr ol sanayiinin özelleştirilmesini, ne şekilde
yapılması gerekiyorsa o şekilde yapmalısınız. Bu direktifi aldıktan sonra
durumu şöyle bir inceledim. O sırada Türkiye’deki muhtelif yerleri dolaşarak,
ekonomik durumumuzu tahlil ederek , büyük tenkitler yaparak hatta bir kitap
yazarak, Thornberg isminde bir Amerikalı bir zat dolaşıyor memlekette. Ve onun
tavsiyesi, devamlı olarak üzerinde durduğu, Türkiye’deki petr ol işinin Bahreyn’deki gibi imtiyaz halindeki bir
şirkete veya birkaç şirkete verilmesi tavsiyesi idi. Bunları açıklıyorum. Çünkü
pek yazılı değil bunlar. Arkadaşlarım Thornberg’ü hatırlarlar. Thornberg çok
sempatik, çok girişken bir zattı ve hatta hakikaten Bahreyn’deki imtiyazı da o
hazırlamıştı. Anlaşılan, Türkiye’de de bu imtiyazı onun hazırlaması
düşünülüyordu.
. Petr ol
Kanunu ortaya çıktı. Petr ol Kanunu
yapılırken Türkiye’de bizim Gruba bağlı olan petr ol
aramaları ,petr ol sahasının
geliştirilmesi, işletmeye hazırlanması vesairesi var. Bunların bir kuruluşa
devredilmesi lazım. Hususi teşebbüs
dendiği için Türkiye Petr olleri’nin
bir anonim şirket olarak kurulmasını tavsiye ettik ve Türkiye Petr olleri A.O
böyle doğdu. Onun içindir ki ben kendimi daima şöyle hissederim: Türkiye
Petr olleri’nin kurucularından
hissederim. Yalnız onunla değil, MTA’dan bu sahaları ve petr ol faaliyetlerini TPAO’ya devrederken, devir
raporunu da bana hazırlattıkları için öyle hissederim. Ve bundan da iftihar
ediyorum. Çünkü çok büyük bir müessese, çok mükemmel gelişmiş....”
..Şimdi Petr ol
Kanunu çıktı. Petr ol Kanunu iki şey
ortaya koyuyor: Birisi TPAO, diğeri
Petrol Dairesi. Türkiye Petrollerine,
Kemalettin Apak sahip çıktı. Kendisi İdare Heyeti Başkanı oldu. Ve yanında bir
cemiyette beraber olduğu ve beraber çalıştığı birkaç arkadaşını aldı.
İsimlerini hatırlayabildiğim kadarıyla bunlar Necmettin Sahir Sılan, Muhittin
Osman Omay gibi bir takım isimler var. Onlarla bir grup teşkil etti. Bu tarafta
da bu Kanunu yürütecek, yönetecek olan
Petr ol Dairesi kuruldu. Petr ol Dairesi daha sonra Petr ol
İşleri Genel Müdürlüğü oldu. Petr ol
Dairesi’ne de eskiden şirketler halinde imtiyazlar verilmiş olan Nafia’ya bağlı
elektr ik şirketleri, demiryolları vs
gibi şirketlerin idaresini yapmakta olan Emin İplikçi’yi, bu işin başına
koydular. Beni de, bu işte teknik ve diğer
konularda katkım olduğu için Emin İplikçi’ye yardımcı verdiler...”
Vekaleten
ilk Batman Bölge Müdürümüz olan Abdurrahman Durukal anlatıyor:
“TPAO kurulduktan sonra, MTA’nın petr ol
ve rafineri ile ilgili malını, mülkünü, bütün mevcut eşyalarını, malzemesini ve
personelini TPAO’ya devretmek konusu gündeme geldi. Malzemenin devri konusunda
, TPAO ve MTA’ dan, üçer kişilik komisyon kuruldu. Bunların her ikisinin de
başkanı ben oldum. Yani ben hem devredenin (MTA) hem de devr alanın (TPAO)
komisyon başkanıydım. Bir cebimden alıp, diğer cebime koyacağım. Komisyon
olarak aylarca çalıştık. Raman’da, Batman’da
başka yerlerde “ne var-ne yok” hepsini saydık. Bardaktan, battaniye ve
kuleye kadar. Bunlar, TPAO’ ya
devredildi. Devir işlemleri sürerken, bir gün TPAO’dan muhasebe müdürü Gani Nazaran ve MTA dan da muhasebe müdürü
Süleyman Oktay bey gelmişti, Gani ingilizce bilmezdi. Oktay bey bana ingilizce
olarak, “how much?” diye başlayan, bu mal kaç para eder diye bir soru sordu. Saçma bir soruydu. Gani buna güldü,
“Türkçe sorsana, “ how much” deyince ben
de anladım.” dedi. Sanki devredilecek
malzemeleri istediğimiz şekilde
fiyatlandırıyormuşuz gibi bir hava esti. Devir işini hallettik ama, sonunda,
benim komisyon aldığımı diyenler bile olmuş. TPAO’ ya iltimas geçmişim güya. Türkiye Petr ollerinde
şahıs hisseleri de vardı; ben sözüm ona MTA ya kötülük etmiş, devletin malını ucuza vermişim. Tahkikat
açtılar, ama bir şey çıkmadı.
Personel
olarak TPAO, MTA’dan istediği personelini alabilirdi. İstemedikleri
personel MTA’da kalacaktı. Biz, TPAO
olarak bütün kamp (Raman ve diğerleri)
personelini, sondaj personelini, bunların hepsini devr aldık. Bazıları TPAO’ya
geçmek istemedi, bazılarını da biz kabul
etmedik. Ben, TPAO’nun ilk bölge müdürü
oldum .”
26.2.1955 tarihinde ilk defa toplanan TPAO İdare Meclisi Tutanaklarından: “07 Mart
1954 Tarihinde 6326 Sayılı Yasa ile TBMM ‘de kabul edilen
ve aynı tarihte çıkan 6327 Sayılı Yasa ile “Türkiye Petr olleri Anonim Ortaklığı”(TPAO)kurulmuştur.MTA
Enstitüsü’nün ilgili birimleri yeni kurulmuş bulunan Ortaklığımıza aktarılmıştır.
Şirketimizin iştigal mevzuunu 6327 Sayılı Kanun
tayin etmiş bulunmaktadır. Gerek bu
kanun metninin, gerekse kanunun mucip sebepler layihasının ve nihayet
Ortaklığımızın kuruluşundaki esprinin ışığı altında deruhte edilen vazifenin memleket ölçüsündeki ehemmiyeti
aşikardır. Türkiye’de Petr ol
sanayiinin işletilmesi ve yürütülmesi bakımından milli bir şirket vasfı ile ilk
defa ele alınan bu işin ne kadar önemli ve şumullü olduğunu ve bilhassa
mevzuun ilerideki inkişafı bakımından daimi bir hamle istediğini takdir eden İdare Meclisimiz dünya
petr ocülüğü muvacehesindeki bugünkü mütevazi ölcüsüne
rağmen, bu ilk teşebbüsün ,yalnız kendi
çapında muvaffak olmasını değil , önümüzdeki senelerde daha geniş ihtiyaçlara
hitap edebilecek tarzda gelişmesini, vazifelerinin başında telakki
ettiğini bilhassa kaydetmek ister.”
*Ücret
Skalası
“ 1954 de Şehap Birgi bey, Rafineri Tesis Grup Başkanıydı. 14-15 kişilik
bir gurup, TPAO’nun kuruluş yasası ve hazırlıklarını yapıyor, bir yandan da
rafinerinin kuruluş çalışmalarını yürütüyordu. Bir gün beni çağırdı, “Sen
Amerika’dan yeni geldin, kurulmakta olan şirketin ücret sistemini sen hazırla.”
diyerek görevi bana verdi. Kimse bunu tahmin etmediğinden gizlilik içinde
süratle ve rahatça çalışabildim. O sırada
Devlet Karayolları para ve teşkilat yönünden en ilerici gruptu. Onların
teşkilat yapısını ve Mobil’in skalalarını inceledik, çeşitli görevleri
kapsayacak şekilde skalaları hazırlayıp
ücretlendirdim.
O sırada scalada en yüksek ücreti ayda 750
lira ile Şehap bey alıyordu. Ben, tetkik ettiğim kurumları kıyaslayarak yüksek
mühendislere 1300 lira koydum. Skalada 10 düşey kademe vardı ve görevler,
tahsil, deneyim ve sorumluluk derecelerine göre
yerleştirildi. Yatay kademeler ise, 12 basamak olup liyakat zamları için
kullanılacaktı. Genel müdüre 2500 lira maaş ve 500 lira da makam tazminatı
koydum. Şahap bey bunu görünce, “Aman kimse görmesin.” dedi. Çünkü herkes o
göreve aday. Bunlardan biri de Celal İmre. Celal İmre’nin siyasilerle arası iyi ama Şehap beyi Cumhurbaşkanı Celal
Bayar tutuyor. Skala işini gizli tuttuk. Genel Müdürün sekreteri skalanın
tapajını yaptı. Aradan 15 yıl geçtikten sonra baktım, hala o skalalar
kullanılıyor. Gerçekçi bir skalaymış demek ki.”
Hasan Göker
SİTE
KURULUYOR
31.Mart.1956 tarihli “ 1955 Hesap Yılı, Hissedarlar 2.nci Adi
Umumi Heyet Toplantısı” tutanaklarından: “Batman ve Raman’da çalışan memur ve
işcilerimizle ailelerinin en zaruri ihtiyaçlarını ve sosyal hayatlarının
icaplarını temin ve tanzim ve bir mahrumiyet bölgesinin yıpratıcı şartlarından
imkan nisbetinde kendilerini kurtarmak gayesi ile kurulan site: 2 adet işci
apt., 12 usta apt., 4 ustabaşı apt., 9
ad. küçük tip memur apt., 5 ad. büyük tip memur apt., 6 ad. müstakil memur evi,
1 ad. Ekonoma, 1 fırın, 1 mezbaha ve buz
imalathanesi, 2 tr afo
merkezi, 1 misafirhane, 1 hastane, 1 ilkokul binası, 1 orta-okul binası, 1 su
deposu ile elektr ik
ve kanalizasyon şebekelerinden ibaret olup, hepsinin inşaatı tamamlanmış ve
orada daha evvelden vücuda getirilmiş olan diğer sosyal tesislere ilave edilmiş
bulunmaktadır.”
Bayan Bayazıt anlatıyor :“ Batman’a ilk
gittiğimde sukutü hayale uğradım. Çok daha konforlu bir ev bekliyordum. Evde
bir somya, bir tahta masa ve birkaç sandalye vardı. Evlerde soğutucu vardı. Bu soğutucu öyle büyüktü ki, balkonu olduğu gibi
kaplamıştı ve balkonu kullanamıyordunuz. Çalışırken çok gürültü çıkarırdı.
Evlerimizi gaz sobasıyla ısıtırdık.
Sitedeki kadınlar, misafirhanede veya
evlerde toplanır sohbet ve çay günleri yaparlardı. Briç yeni öğreniliyordu ve
kadınlar arasında briç oynayanlar vardı. Haftanın 2 gecesi eğlence olurdu. Başlarda
plak çalarak idare ederken, 1960’dan sonra devamlı bir orkestr amız oldu. Her Cumartesi-Pazar akşamları orkestr a
eşliğinde eğlence vardı.
İnsanlar arasında çok güzel bir kaynaşma
vardı. Bunun bir sebebi, hepimizin aynı yaşlarda ve aynı seviyede insanlar olmamızdı ve hepimiz gurbette aynı pota
içindeydik. Haftada 3 gece sinemaya giderdik. En büyük sıkıntımız, sebze ve
meyve idi. Bunlar bulunmuyordu. Ekonoma diye bir marketimiz vardı. Dışarıya
gidenlere meyva ve sebze ısmarlardık.
Balığı kırk yılda bir yerdik. İstanbul veya Adana’dan gelen şirket kamyonları bazen balık getirirlerdi. Gelen balık hemen
kapışılırdı. Kaldığımız sürece bu tür
yiyecek sıkıntısını çektik.” Bn.
Bayazıt
İLUH
KÖYÜ-BATMAN İSTASYONU YAVAŞ YAVAŞ GELİŞİYOR
“Batman
İstasyonu’ndan Batman Şehrine..”
Hasan Hüseyin Ural anlatıyor. “Batman
İstasyonunun adı İluh İstasyonuydu ve Batman’da sadece 13 tane ev vardı. 7’si
kerpiç, 6’sı da mağara olarak toprağa kazılmıştı. Bir de istasyon binası vardı.
Enterasan olan evlerde kapı ve pencere yoktu. Sadece perde asılıydı. Elektr ik de yoktu. İstasyonun arkasında, duvarları
olmayan, direkler üzerine kurulmuş, üzeri sazlarla örtülü bir lokanta vardı.
Bir kebap ocağı bulunuyordu. Trenden inenler orada mutlaka yemek yerlerdi.
Sonra köylüler köylerine gider MTA’nın elemanları da gönderilen arabalara biner,
kamplarına giderlerdi.”
Teknik personel, Raman, Garzan ve Reşan
Kamplarında yaşıyordu. Pek sıkıntıları olmamasına rağmen, rafinerinin hızla yükselmesi, tr en istasyonunun Batman’da olması ayrıca, ilkel dahi olsa, bir kaç dükkan gibi
yerlerin açılması, köylülerin süt, yumurta, sebze ve meyve pazarlarını burada
açmaya başlamaları orayı yavaş yavaş
bir merkez haline getiriyordu. Posta hizmetleri dahil,
her türlü ihtiyaç için eskiden Beşiri’ye gidilirken artık Batman’a gidiliyordu.
Bu arada site lojmanları inşaatı hızla devam ediyordu. En önce ‘eski,1 no.lu’
misafirhane yapılmıştı.
“Mahkeme
tek bir odaydı, davaların hepsi aynı yerde görülürdü.Başında da 1 tane
adam var o da hakimdi. İlçe yeni kuruluyordu zaten. Batman’ın ilk adliye sarayı
kerpiçten duvarlı tek bir odaydı. “ Selahattin Özkan
“Batman’da bir yol üzerinde sağlı-sollu toplam
14 adet dükkan vardı, 15 yoktu.
Hepsi de derme çatma ‘dükkanımtırak’ şeylerdi. Yolun ucunda tek bir lokanta vardı. Zaman zaman oraya
giderdik.” Necdet Aksan
İLK
BİNAMIZ “İŞTAŞ HAN”
Planlama ve Koordinasyon Grubu Başkanı
olarak emekli olan Ayhan Alp anlatıyor ;“1955 yılında işe girdiğimde, TPAO,
Kızılay’da İŞTAŞ binasında idi. Alt katında kapalı çarşı vardı. İki katı bize
ayrılmıştı. Şirket çok hızlı geliştiği için, alttaki kapalı çarşının bir
kısmını kiraladı. Daha sonra bu bina da
yetmemeye başladı. Yer aranmaya başlandı. Sakarya Caddesinde, İnkilap Sokakta, 9
katlı ERSAN Han 5. katından itibaren kiralandı. Şirket oraya taşındı. O kadar
hızlı büyüyorduk ki, yeni yer arayışları başladı. Aynı sokakta ek olarak,
TAŞHAN binası kiralandı ve alt katı tamir atelyesi oldu.”
Nejdet Aksan anlatıyor: “ İştaş Han,
Kızılay’da şimdiki Milli Piyango binasından İzmir Caddesine doğru giderken
sağda kalırdı. Bina yıkıldı. Şu anda İş Bankası binası oldu sanırım. Aslında bu
bina ikinci binadır. İlk binamız, MTA dan ayrıldığımız zaman , Akköprü’de MTA
‘ya yakın , bir otel odası idi. Daha sonra buraya taşınıldı.”
İSTANBUL
RAFİNERİSİ ( İPRAŞ ) KURULUYOR.
Türkiye’nin ilk rafineri mühendislerinden
biri olan, Batman ve İPRAŞ Rafineleri Müdürlüğünü yapan Hasan Göker anlatıyor : “1959 yılında 330 000 ton/yıl
kapasiteli Batman Rafinerisi 1960 yılında rafineri personelinin gayretleriyle
çoğunlukla yerli malzeme ve işçilik kullanarak, 500 000 ton/yıl kapasiteye
çıkarılmıştı. Türkiye’nin yegane petr ol
rafinerisi olup, ülkenin petr ol ürün
ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktı.
Mersin’de Mobil-BP ve Caltex şirketlerinin
ortaklığıyle ATAŞ Rafinerisi kurma hazırlıkları başlamıştı. Ülkenin en büyük
pazarı olan İstanbul yöresinin akaryakıt ihtiyaçlarını karşılamak üzere
İstanbul civarında yılda bir milyon ton kapasiteli bir petr ol
rafinerisi kurmak üzere, TPAO Genel Müdürlüğü teşebbüse geçmiş ve Batman
Rafinerisini inşa eden Ralph M.Parsons firmasından inşaat kredisi, ham petr ol ikmali, ham petr olün
taşınması ve 3 yıl sürecek inşaatın yapılmasını sağlıyacak 10 yıl süreli bir
anlaşma yapılması için çalışmaları başlatmıştı.”
“Neden
Mersin’i şeçtiler, hayret ettim.”
İlk Genel Müdürümüz Şehap E.
Birgi anlatıyor : “ 1959 yılı başlarında Mobil, Shell ve BP
şirketlerinin Mersin’de ortaklaşa bir petr ol
rafinerisi kurmaya teşebbüs ettiklerini öğrendim. Evvela hayret ettim :
Memleketin petr ol
tüketim merkezi Marmara Bölgesi olduğu halde “Neden Mersin’i seçtiler?” diye.
Sonra seneler önce beni ziyaret eden Mobil başkanının
ziyaretini hatırladım. Rafineriyi Mersin’e kurmakla o geniş bölgenin petr ol ihtiyacını karşılayacaklar ve aynı zamanda
bizim Batman bölgemizi, ileride münferit ve ufak bir merkez halinde kalmaya
mahkum edecekler.”
İhsan Topaloğlu anlatıyor : “İlk Petr ol Yasasında “yabancı menşeyli petr ol ameliyatı” ile ilgili bölüm yoktu. Sonradan
eklendi ve rafinerilerin kurulması sağlandı. Daha Türkiye’de yeterince petr ol bulunamadığı için yasa daha sonra değiştirilmiştir.
İthal petr olle
rafineri kurma olanağı sağlanıyor. Hukukçular “ mefhumu muhalifinden” derler.
Yani yerli ham petr olün üretilmesini
engellemeyecek şekilde petr ol ithali
gerekiyor. Rafinerilerin ithal petr ol
ile çalışması, yerli üretimi önlememeli yani .
“...Petr ol dağıtımını yapmaktan sorumlu Petr ol Ofisi, 1940’ta Ticaret Bakanlığına bağlı olarak
kurulmuş, Amerikan petr ol şirketi
Caltex ile anlaşmış, Caltex’in ürünlerini satıyordu. 1958’ de 4 büyük petr ol şirketi Mobil, Shell, BP ve Caltex, ATAŞ
Rafinerisinin kurulması için hükümete girişimde bulunuyorlar. İPRAŞ kurulmak
istenince , Caltex, Petr ol Ofisi
elinden çıkar kaygısıyla 1959’da ATAŞ’taki ortaklarından ayrılıp, TPAO ile
İPRAŞ Rafinerisi’nin kurulması için anlaşma sağlıyor.”
“ Petr olcünün Bağımsızlık Ateşi, Kigem, s-37,44”
“ Tecrübesiz Gençler “ ve “ Bu rakamları nereden buldunuz ? “
Hasan Göker anlatıyor: “TPAO merkez
Rafineri İşleri Müdürü Hayrettin Bezmen ve Batman Rafineri’si Müdürü olarak ben,
Parsons teklifini Ankara’da değerlendirmeye başladık. Parsons’un teklifi, 32
milyon dolar tutuyor ve ayrıca bazı açık kapıları da içinde bulunduruyordu.
Boru ve enstr üman
şemalarına varıncaya kadar, gerekli proses ünitelerini, iskele ve dolum
tesisleriyle yardımcı tesisleri, demir ve kara yolu bağlantılarını da içine
alacak şekilde yaptığım maliyet, tahmini 26 milyon doları buluyordu.
Parsons bizim ‘tecrübesiz gençler’
olduğumuzu ve tahminlerimizin yanlış olduğunu ileri sürüyordu. Konuyla Başbakan
Adnan Menderes de yakından ilgileniyordu. Genel Müdür Şehap Birgi beyle
birlikte bizi, o sıralarda Merkez Bankası salonunda toplanmakta olan Dışişleri
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve İçişleri Bakanı Namık
Gedik’den oluşan üçlü İktisadi Kurul’a çağırdılar. Kurul’a hesaplarımızın
dayanaklarını izah ettik, bizi dikkatle dinleyip not aldılar.
O sıralarda, Batman Rafinerisi’nde Birleşmiş
Milletler müşaviri olan ve emekli olmadan önce Texaco Şirketine ait Port
Arthur Rafinerisi’nin üst düzey
yöneticiliğini yapmış olan ve bilahare 1960 yılında Batman’da kalp krizinden
ölen P.T.Williams vasıtasıyla, TPAO’nun İstanbul civarında bir rafineri
kuracağını öğrenen Caltex (Texaco ve Standard of California şirketlerinin
Amerika dışındaki işletmelerini yönetmek için %50-%50 iştirakle kurulmuş
ortaklık) şirketi de projeyle ilgilendi ve görüşmelerde bulunmak üzere üst
düzey teknik, hukuki, mali ve pazarlama yöneticilerini Ankara’ya gönderdi.
Ben o arada Batman’daki görevime dönmüştüm.
Heyetteki teknik ve idari yöneticiler Batman’ı görmek ve benimle görüşmek üzere
1959 Ekim başlarında Batman’a geldiler. Caltex’in mühendislik bölümü başkanı
Bill Tucker odama geldi, içeri buyur ettim. Masamın tam karşısındaki koltuğa oturarak, maliyet
tahminlerini nasıl yaptığım hakkında ve maliyet tahminleri hakkında sorular
sormaya başladı . Tesisin FAS malzeme tutarı için ne kullandığımız; örneğin
%40, proje ve inşaat için, %25 nakliye
ve sigorta, üniteler ve yardımcı tesisler işleri için kullandığım oranları söyledim. Bunları
dinlerken kafasını sallıyor ve hafiften gülümsüyordu. Bu sırada yüzüne daha
dikkatli baktım ve şahsı tanıdım. “Ben
bu tahminleri yaparken Tulsa Üniversitesi Petr ol
Rafineri Mühendisliği bölüm başkanı hocamız W.Nelson’un “Costimating” (Maliyet
Hesabı) tablolarından ve sizin Petr oleum
Refining Dergisinde” bir müddet evvel yayınladığınız “Refinery Constr uction Costs-Rafineri İnşaat Maliyet Hesapları” başlıklı makalenizdeki
tablolardan yararlanarak yaptım.” dedim. Gülümseyerek
teşekkür etti ve ayrıldı.
Bil Tucker ve beraberindeki heyet,
NewYork’a döner dönmez, fiyat pazarlıklarını daha fazla uzatmaya lüzum görmeden
tekliflerini hazırladılar ve “anahtar teslimi” olarak ve bizim rakamımızdan da
350 bin dolar daha düşerek, rafineriyi 25.650.000 dolara, 2 yılda inşa etmeyi
taahhüt ettiler.
Caltex, Ataş gurubundan çekildi ve TPAO ile
%51-%49 hisse oranıyla, 1959 yılı sonunda, on yıl süreli kredi, hampetr ol temini, inşaat ve nakliye gibi konuları içeren
bir dizi anlaşma imzaladı.
Rafineri İçin Yer Seçiliyor
Rafinerinin inşaa edileceği yerin
İstanbul’a yakın olması, süper tankerlerin – o tarihte 35 bin DW Tonluk
tankerlere “süper tanker” deniyordu – yanaşmasına
müsait derin deniz imkanları, yakın kara ve demiryolu bağlantısı, yaklaşık 1000
dönüm tutarında sağlam zeminli, tatlı meyilli, engebesiz, bir alan olması
gerekiyordu. Deniz ve kara haritaları ve meteorolojik doneler incelendi,
incelendi ve İzmit’e 15 km mesafade, Tütünçiftlik mevkiinde uygun bir yer
bulundu. Bu yerin seçiminde, diğer bütün konularda ve daha sonra Petkim’in
kuruluşunda da Hayrettin Bezmen’in çok
büyük emekleri geçmiştir.
Bulunan araziye önceleri, Milli Savunma
Bakanlığından itiraz geldi. Arazi, karşı sahildeki Deniz Kuvvetlerinin üssünün bulunduğu Gölcük’e çok yakın
görünüyordu. 1959 yılının Ekim ayında Milli Savunma, Ulaştırma ve Sağlık Bakanlığının temsilcileriyle Petr ol Dairesinden Kemal Lokman, TPAO’dan Ö.Necmettin
Danışman, Hayrettin Bezmen ve ben bir heyet halinde İzmit’ten İstanbul’a kadar
olan alanı iyice inceledik. Askeriye, bize Dil İskelesi’ni öneriyordu. Ancak,
buranın düz alanı çok azdı, bir dere yatağı içindeydi ve burada derin deniz
iskele yapımı çok kısıtlı idi. Gebze ve Tuzla
yöresinde de daha uygun bir yer bulunamadı ve sonunda heyettekilerin oy birliği
ile Tütünçiftlik mevkii uygun görüldü.
Arazinin toprak ve zemin testleri, dünyaca
tanınmış “ Dames and Moore” firmasına yaptırılıp uygun bulundu. Bölge deprem
kuşağına yakın olması sebebiyle, inşaatın “California Code” una göre yapılması
şart koşuldu. Bildiğiniz gibi, Californiya, deprem kuşagı üstündedir ve büyük
depremler geçirmiştir.
İnşaatı
Kellog Yaptı
“1960’ın 17 Ocak ayında NewYork’da TPAO Genel Müdürü Dr. Şehap
Birgi ile ben, Amerikan Kellog firmasıyla rafinerinin inşaat mukavelesini
imzaladık. 1960 Mayıs’ında rafinerinin temeli atıldı ve 18 Ağustos 1961 de
şartnameye uygun ürünler tanklara akmaya başladı. İnşaat, mukavele
imzalanışından 20 ay sonra tamamlanmıştı. Sıfırdan başlayan bir “Grass Root”
rafinerisi için Amerika ölçüleriyle bile bu bir rekordu. Buna o yıl Amerika’da
inşaat işlerinin durgun oluşu nedeniyle inşaat ve ekipman imalat şirketlerinin
işsiz olması da önemli etken olmuştu.
Ayrıca Kellog sözleşmesine ceza maddesi
konmamış, aksine proses ve mekanik dizayn süresi, malzemelerin sipariş süresi,
malzeme maliyet tutarı ve inşaat süresiyle ilgili 50.000 den 150.000 dolara
kadar değişen primler konmuştu. Kellog bu pirimlerden bir- iki tanesine hak
kazanabildi. Sonuçta, 1962 yılı içerisinde kabul tecrübeleri de tamamlanarak rafineri
tam kapasiteyle üretime girdi.”
*Bazı
Yazılar Amerikalı Genel Müdüre Gitmedi
“Caltex ile ikmal anlaşmamız var. Onlar
bize kredi verdiler, inşaatı yaptılar. Dolayısıyla biz de 10 yıl sürecek bu ortaklık çerçevesinde petr olün bir bölümünü onlardan almaya mecburuz.
Rafinerinin kapasitesi olan 1 milyon ton ham petrolü onlardan almaya mecburduk.
Ham petr ol fiatları o zamanlar varili 1.80 dolar civarındaydı. İPRAŞ’ta iki
genel müdür var. Biri ben TPAO tarafı, diğeri de Amerikalı 1. müdür, Caltex tarafı. Her türlü
yazışma iki genel müdürden de geçiyor. Biz daha fazla üretim için kapasitesiyi
zorluyoruz. Dışarıdan ucuz petr ol
bulmuşuz onu işliyoruz. Fakat bundan Amerikalı genel müdürün haberi yok,
olmaması da lazım. Ben muhaberata talimat verdim. Serbest ham petr olle ilgili yazışmalar, ‘ondan geçmeyecek bana
gelecek’ diye. Teklifler direkt bana geliyor. Telefonla görüşüyoruz, kararı ben
veriyorum. Zaman zaman Caltex’cilerin bu işlerden haberdar olduklarında, düzgün
giden bağlantılar birden kesiliyordu. Anlıyorduk ki: Caltex’ciler devreye
girmiş.” Hasan Göker
*”Bu
Memleket Bizim”
“Her cumartesi günü İzmit’e, İPRAŞ’a
giderdim. Bir sabah, baktım bir Türk mühendis çok üzgün. Orada Wagner adlı
Amerikalı müdür varmış, Türkler’i
personel için kiralanmış misafirhaneye sokmuyormuş. Fena halde canım sıkıldı.
Yönetim kurulu açılışında konuyu gündeme getirip, “Türkiye’de Türklerin
giremeyeceği yer yoktur. Bu memleket bizim. Her yere girerler. Wagner denen
zat, 24 saat içinde Türkiye’den gidecek” dedim. Ve gitti...” İhsan Topaloğlu
İpraş
Rafinerisi Tevsiileri (Kapasiteyi Yükseltme) 1963
Hasan Göker anlatıyor : “Biz eski
tecrübelerimize istinaden kerosin ve dizel gibi bilhassa orta mahsullerdeki
talebi karşılayabilmek için zaman zaman kapasitenin üzerine çıkarak,
çıkabilecek darboğazları tesbit ediyorduk. Bunlar daha çok kendi atölyemizde
yapabileceğimiz eşanjör üretimi, pompa fanlarının büyütülmesi, motor ve türbin
devirlerinin arttırılması ve bazı hat ve tanklar ilavesi gibi işlerdi. Böylece
1963 ve 64’de 1.5 milyon ton kapasiteye ulaştık. Bunları yaparken bazen yönetim
kurulu başkanımız; “Hasan sen bu üniteleri zorluyorsun. Bunlar aşınıp patlayacak.”
diyerek eleştiriler de bulunuyor, bir başka yönetim kurulu üyesi de: “Sen daha
fazla Amerikan petr olu işlemek için
bunu yapıyorsun.” diyordu. Aslında biz artan talebi karşılamaya çalışıyorduk ve
şayanı ibrettir ki bu gün bile yani 40 yıl sonra bile ayni ham petr ol ünitesi hala yıllık 2 milyon tonun üstünde olarak üretimini sürdürmektedir.
1966 yılında biz yine çoğu işleri kendi
imkanlarımızla yapmak suretiyle kapasiteyi 2 milyon ton/yıla çıkarma
hazırlıklarımızı yaptık. Bu tadilat tanklar dahil 20 milyon liraya (o zamanki
kurla 200.000 dolar’a) çıkacaktı. Zamanın Başbakanı bu rakamı siyasi bir rant
için yeterli görmedi ve “ Ben 200 bin dolarlık yatırım gibi küçük bir
rakam için gelip konuşma yapmam.” dedi.
Sonradan bakan ve senatör olacak olan o zamanki TPAO Genel Müdürü Turgut Gülez
kendilerini ikna ettiler ve o zaman için Avrupa’daki emsalleriyle
kıyaslanabilecek ölçüdeki 30.000 tonluk yüzer tavanlı ham petr ol tankının ilk kaynağını yaparak temsili temelini
atmış oldu. Halbuki ilk 1 milyon tonluk kapasite 25 milyon dolara çıkmışken, bu ikinci 1
milyon tonluk kapasiteyi -o zamanki döviz
darlığı döneminde- onda bir
fiatına mal ettiğimiz için bu işte emeği geçenleri tebrik ve teşvik etmesi
gerekirdi.
Ülkenin petr ol ürünleri itiyacı artmaya devam ettiğinden
1968 de 3.5 milyon ton/yıllık kapasite ekliyerek toplam üretimi yılda 5.5
milyon tona çıkarma kararı alındı. Proje ve ihale şartnameleri süratle
hazırlanarak, müteahhit firmalar ve lisansörlerle temas etmek üzere, Newyork’ta
Caltex’in mühendislik ofisiyle birlikte çalışmaya başladık.”
350.000
Tonluk Tanker İskelesi :
“Kapasite 5.5 milyon tona çıkınca hampetr ol tankerlerinin (o sıralarda en büyüğü 60.000
tonluk) iskelede büyük izdiham
yaratacağı aşikardı. Bu nedenle projeye 350 bin tonluk tankerlerin
yanaşabileceği bir ada iskeleyi dahil ettik. Bu o tarihte Akdeniz’deki en büyük
tanker iskelesi olacaktı. Denizcilik İşletmeleri bu iskeleye itiraz ettiler: ‘
300 bin tonluk tankerler Çanakkale Boğazı’ndaki Nara Burnunu geçemez, büyük tehlike yaratır, geçitte
römorkörler, telsizciler ve kılavuz kaptanlardan oluşan ekiplerin
bulundurulması gerekecek’ dediler. O tarihlerde, Gölcük’te Oramiral Kemal
Kayacan paşa Donanma Komutanı idi.
“
Hasan ben bu tip iskeleleri Basra Körfezinde gördüm, gayet emniyetli
çalışıyorlardı. Sen aldırma iskeleni yap.” dedi.
Biz iskeleyi Fredrik Harris firmasına
design ettirdik ve Amsterdam Ballast & Beton firması 12 ayda iskeleyi
tamamladı. Rafineri üniteleri inşaatı da 34 ay yerine 30 ayda tamamlandı.
İskele 1 milyon dolara tüm tesisler ise 31 milyon dolara mal oldu. Tesis’in
finansmanı için gerekli döviz kredisini ortağımız Caltex %5.5 faizle sağladı.
Sözleşmemize göre malzeme ve inşaat için gerekli dolar ödemelerini inşaat
termin planına göre ön görülen sürelerde taksitler halinde ödemeyi Caltex
taahhüt etmişti ve vadelerinde Londra’daki banka hesabımıza ödemeleri
yapıyordu. Normalde inşaatın 12 ile 18 inci ayları arasında işçilikler zirveye
ve insan gücü de 2.500’
e kadar yükselir. Sonra ödemeler tatlı
bir meyille azalarak terminden 3-5 ay sonra sıfıra inerdi. Yüksek devirli sentr üfukal kompresörler, türbinler ve senkron
motorlardan oluşan sofistike
ekipmanların imalat süreleri 10-15 aya kadar uzayabiliyordu, bunların
ödemeleri de bir defada yapılmayıp imalatın seyrine göre peyderpey yapılıyor ve
en son yüzde 10’u ise işletmeye geçişten 1 yıl sonra kabul tecrübelerini takip ederek ödeniyordu.
Bu suretle Londra’daki banka hesaplarımızda 3-5 milyon dolara kadar birikimler
oluyordu. Biz o sıralarda kısa vadeli faizler yüzde 10-11.5 a kadar
yükseldiğinden, 24-48 saatlik repo
yaptırıyorduk ve bu suretle 750 bin dolar para biriktirdik. Yönetim kurulundaki
Caltex temsilcileri kıvranıp duruyorlar, kredi kullanımızı kısmamızı
istiyorlardı. Biz ise mukavele şartlarını aynen uyguladığımız
belirtiyorduk. Bu şekilde biriken 750 bin $ la projeye dahil olmayan ve
fırınlarda yakılan rafineri gazlarındaki kükürtlü hidrojen gazını sıyırıp saf
kükürt üretecek bir ünite kurduk. Böylece hem atmosfere atılan kükürtdioksiti
ve dolayısıyla çevre kirliğini önledik. Hem de çevredeki Tarım Koruma gibi
vesair fabrikalar için yılda 5000 ton saf kükürt üreterek büyük bir ihtiyaç
karşıladık.
*
“Kendi Römorkörünü Kendin Yap ”
“Bizim iskeleye yanaşan gemilere yapılan
kılavuzluk işi Denizcilik İşletmelerinin
işi değil. Bize 60 bin tonluk gemiler geliyor. İskeleye bindiren Batman
Gemisi kazasından sonra, biz kendi
römorkörü kendimiz yaptıracağız dedik. Güçlü motorları, su ve köpük
topları ve yangın pompaları olan 2500 beygirlik, okyanus tipi 2 tane römorkör
için Fredrik Harris firmasına dizayn
yaptırdık. Yönetim Kurulundan yetki aldım. İstanbul’ da Büyükdere’de tersaneler
vardı, onlara sipariş verdik. 1 senede 2 tane römorkör yapıldı geldi. Ancak
Denizcilik İşletmeleri, kullanmamıza müsaade etmiyor. Denizcilik İşletmeleri,
hem işi yapmıyor, hem de yapılanı çalıştırmıyor. Tam o sırada Kıbrıs harekatı
oldu. Ulaştırma Bakanlığına bildirdik; ‘ 2 tane römorkörümüz hazırda bekliyor, bunlar
çalıştırılmamaktadır, müdahale edilsin. Rafineride, iskelede vuku bulacak
herhangi bir yangın durumunda sorumluluk Bakanlığınıza ait olacaktır.’ diye. 2
gün içinde izin çıktı, römorkörlerimizi çalıştırmaya başladık. Daha sonra aynısından Aliağa, İskenderun, Mersin
Rafinerileri de ısmarladılar.”
Hasan
Göker
LPG Üretimi Başlıyor
Hasan Göker anlatıyor: “O sıralarda
Türkiye’de LPG fiyatları benzin fiatlarının iki misliydi ve LPG talebi büyük
bir süratle artıyordu. Bu nedenle LPG üretimini maksimize edecek yeni bir
teknoloji arayışı içinde idik.
Platformer lisansının sahibi Universal Oil
Products (UOP) firması bazı yeniliklerle istenen artışı sağlayabileceklerini,
Chicago’daki ofislerinde bize verdikleri brifinglerde detaylarıyla anlattılar. Newyork’a
dönüşümüzde Caltex yetkililerine istedikleri lisans ücretini (günlük 1 varil
şarj için yılda 90$ alıyorlardı.) yüksek bulduğumuzu ve ödemekte güçlük
çektiğimizi belirttim. Caltexciler bunun standard uygulama olduğunu ve lisans
sahiplerinin 1 cent dahi indirim yapamıyacaklarını belirtiyorlardı. Ben
memnuniyetsizliğimi belirterek Newyork’a döndüm.
Bir iki gün sonra, UOP ciler Newyork’ da
beni arayıp neye karar verdiğimi sordular. Ben de işi Kellog’a vereceğimizi
söyledim. Bunun üzerine: “Bize 24 saat
mühlet verin gelip sizinle görüşeceğiz.” dediler. İkinci gün gelip, “Biz konumumuzu bir daha gözden geçirdik. Siz
yüksek LPG üretimi istiyorsunuz, Ürdün ve Ispanya’da ayni şeyi istiyorlar. Sizde başarılı olursak ve siz işletme
donelerinde bizimle işbirliği yaparsanız lisans ücretini 90 $ dan 50 $’a
indirebiliriz.” dediler. Zaten 1.ci işletme yılında lisansörün uzmanlarıyla
sürekli işbirliği içinde oluyorduk.
Böylece
50 $/varil lisans ücreti (Royalty) üzerinden UOP ile anlaştık.
Caltex’ciler; “ Biz bu güne kadar böyle
‘Kapalıçarşı’ usulü pazarlıkla netice alındığını görmemiştik.” diyerek
hayretlerini ve hayranlıklarını gizleyemediler. Bir yıl sonra, Aliağa
Rafinerisi’nde kurulacak platformer ünitesi için de aynı indirimi uyguladılar.
İnşaat mukavelesi, 31 milyon dolar ve 34 ay inşaat süresi üzerinden Parsons
firmasına verildi.”
*
“Tanker İskeleye Çarptı” Bir Sabotaj mı ?
“1970 yılıydı, ben her sabah odama çıkmadan rafineriyi dolaşırım, gece
raporlarına bakarım. Sabah saat
8, rafineriyi dolaşıyorum. Uzaktan Batman tankeri, burnu karaya dönük
geliyor. Ufak bir römorkör de, arkadan ona korna çalıyor, hızla yetişmeye
çalışıyor. Ama gemi hızla gelmeye devam
ediyor. Baktım çarpacak, yangın amiri de ünitede ekipmanları kontrol ediyor.
‘Hemen alarm ver ve iskeleye gel’ dedim.
İskele de ana giriş vanaları var. Ben, şoför ve bekçi vanaları kapattık hemen.
Gemi onca ikazlara, çırpınmalara rağmen geldi ve iskeleye hız kesmeden
bindirdi. Ada
iskeleye çarpınca, boru hattı büküldü,
dibe indi. Fakat çelik çekme boru oldukları için delinmediler. Allahtan hiçbir
boru kırılmadı da yangın çıkmadı.
İskelemizin kara ile bağlantısı kesildi, ada oldu. Rafineri felç tabii. Donanma
yardım etti, dubalar verdi bize. 3-4 gün
içinde dubaların üzerinden boruları çektik, rafineri çalışmaya başladı.
Kaza yapan şilebi araştırdık sonradan.
Deniz İşletmelerinden kimse konuyla ilgilenmedi. Bu olay,
ya bir sabotajdı, ya da geminin dümeni kırılmıştı, ya da kaptan
sarhoştu.” Hasan Göker
Şirkete Giren Türkiye Mezunu İlk Jeologlar
Arama
Kadrosu Genişliyor
Amerikada üç aylık sondaj işçiliği,
bölgedeki çalışmalara uyum sağlamamda
çok yararlı oldu. Hepimiz bir
yetişme ve gelişme evresinde idik. Davies ‘in
kuyu tamamlama, kuyu logu hazırlama ve süreli raporlar konusunda yaptığı çalışmalar gelişmede yararlı oluyordu. Davies’den sonra BM Teknik Yardım Programından yararlanmaya devam edildi. Petrol jeoloğu
Charles Sternberg ve onun önerdiği , foto jeoloji, mikropaleontoloji, str atigrafi ve rezervuar konularında önerdiği
elemanlar, iyi çalışmalar yaptılar. Düzenlenen kurslar ve bire bir
çalışmalarla yararlı gelişmeler oldu.
Buraya kadar anlattıklarımdan anlaşılacağı
üzere, çok eksik vardı ve bunlar kısa
zamanda denilebicek surede giderilmeye çalışıldı. BM teknik elemanları ile
çalışmalarda, rezervuar konusu dışında
ben muhataplık (counterpart)
görevini yapıyordum.”
İLK JEOFİZİK
KAMPLAR
Döneminin
‘efsane’ kamp amiri olan
Fahrettin Baturer anlatıyor :“1958 yılı Haziran ayı başında TPAO da işe
başladım. Ve ertesi gün Urfa ’nın Bozova ilçesindeki Gravimetr e ekibine katıldım. 1957 yılı ortalarında kurulan
gravimetr e ekibi, benim katılmam
ile 1 observer (ekip şefi), 2 topoğraf,
1 mutemet ile 1 aşcı, 4 şoför,1 meydancı ve 7 mahalli işçiden oluşan 17 kişilik
bir kadroya sahip oldu. Ekip, ecnebi petr ol
şirketlerinin terk ettiği eski araçlar
;1 jeep station wagon 3 Land Rover ve 3 küçük romork ile 4 mühendis tipi, 4 de
mahruti çadırdan kuruluydu. Aydınlatma, gemici fenerleri ve 2 adet lux lambası
ile temin ediliyor, mutfakta pompalı gaz ocakları kullanılıyordu. Buz
ihtiyacımız 40 km
uzaktaki Urfa’dan getiriliyordu. O senelerde Nisan ortalarında araziye çıkar,
Aralık ortalarında merkeze dönerdik. 1960 yılı sonuna doğru çadırlı kampı terk
ederek kaza merkezlerinde kiraladığımız evlerde kalmaya başladık ve gravimetr e ekipleri bir daha hiç çadırlı kamp kurmadılar.
1959 yılı başında sipariş edilen ikinci
gravite aleti “W-509 “
gelince, bir jeofizikçi Nezih Arıkman ve 4 topoğraf işe alınarak jeofizik
servisi 10 kişiye yükseldi, ve Gravite-1 ve Gravite-2 diye, 2 ekip olarak
çalışmaya başladı.
1960 senesi ortalarında Prakla şirketi ile
bir anlaşma yapılarak, sismik etüdler başlamış oldu. 2 jeofizikçi Ayhan Tekin
ve Ali Aksoy da işe başlayarak, kiralık sismik ekipte TPAO temsilcisi ve
sismolog olarak görevlendirildiler.
O yıllarda, bilhassa güneydoğu
kasabalarında elektr ik yoktu. İlk
buzdolabımız 1961 yılında gazla
çalışan dolaptı. Zemini iyi tesviye edilmez ve yere düzgün oturmazsa,
buzdolabı değil , ocak vazifesi görür
çok ısınırdı. Onun için özel 2 adet su
terazisi almıştım.
Arazide su ihtiyacımızı branda su torbaları
ile giderirdik. Yaya çalışmalarda suyu
epey sıcak içerdik. İlk termoslarımızı 1962 yılında aldık. Çadırlı kamplarda su
ve banyo ihtiyacımızı benzin
varillerinden yaptığımız su depoları ile temin ederdik. Yaz aylarında su çok ısındığından ancak gece geç saatlerde yıkanabilirdik.”.
TÜRKİYE’DE
JEOFİZİK
Türkiye’de jeofizik eğitimi ile ilgili
çalışmalar, Cumhuriyet’in ilk yılları ile görünmeye başlar. O zamanki adıyla İstanbul Darülfünunu (şimdi
İstanbul Üniversitesi) 1926-1927 öğretim yılında Fen Şubesi (Fakültesi) içinde
bir “Heyet (Astr onomi) ve Jeofizik
Enstitüsü’nü açar. Enstitü müdürü Fatin Gökmen’dir ve jeofizikle ilgili ilk
ders aynı öğretim döneminde “Meteoroloji ve Jeofizik” olarak okutulur
(İshakoğlu, 1995). 1933 üniversitesi reformu ile Darülfunun Üniversiteye
dönüşmüş ve bu yeniden kurulan üniversite’de Fatih Gökmen’e görev
verilmemiştir. Yeni üniversite reformu ile, üniversitenin eğitim ve öğretim
programında Jeofizik, 1948 yılında yerini alır. Bununla birlikte eleman yokluğu
nedeniyle temelleri atılan bu ilk atılan enstitü, ancak Prof. Dr. M.Fouche ve
Doç. Dr. İhsan Özdoğan’ın gayretleri ile 1952 - 1953 yılında öğrenime
başlayabilecekti. Bu yılları Özdoğan (1975) şöyle anlatır: “Eleman yokluğu
nedeniyle, Enstitü’nün açılışı, 1952 yılına kadar gecikecektir. Bu tarihte,
Fakülte Kurulu, Enstitü’nün açılmasına karar vermiştir. Böylece jeofizik,
fakülte öğretim yönetmeliğinde, bir öğretim dalı olarak yerini alır. Aynı yıl
içinde Göttingen Jeofizik Enstitüsü
direktörü, Prof. Dr. J. Barthels, Fen Fakültesi’ne davet edilir. Jeofizik
lisans öğretim programı, ilk olarak bu ünlü bilgin tarafından tertiplenmiştir”.
Enstitü öğretime, hemen takip eden 1953 - 1954 öğretim
döneminde başlar. Bu dönemin değerlendirilmesinde yarar vardır: Bir taraftan
Fakülte Öğrenci bürosu, jeofizik lisansına öğrenci kaydetmeye başlamıştır.
Fakat, enstitü kağıt üzerinde mevcuttur. Örneğin binası tamamlanmıştır ancak,
içerisine girilecek halde değildir. Hiç bir aleti yoktur., laboratuar
yaptıramaz. Kitap, dergi yoktur ve kitaplıktan yoksundur. Daha ilginci, fakülte
kuruluş kadrosunda, jeofiziğe ayrılan, 1 adet profesör, 2 adet doçent ve 2 adet
asistan kadrolarına henüz hiçbir eleman atanmamıştır. Bütün bu çok olumsuz
koşullar altında, jeofizik öğretimi başlatılmıştır. Enstitüye 6 öğrenci kaydını
yaptırmıştır ve dersler, komşu anfilerde muntazam bir şekilde, devam
etmektedir.
İdareci, öğretim kadrosu ve hatta
öğrencisiyle, girişilen olağan dışı gayretle, Enstitü aynı yıl içinde, üç ay
kadar bir gecikme ile, yeni binasına yerleşecek, alet satın alıp, ya da
atölyede yaptırarak, laboratuarını açarak, normale yakın bir düzeyde öğretimini
sürdürecek hale gelmiştir. (Özdoğan, 1975 ve 1982; Özçep, 1993)
Enstitünün yönetime başladığı ve
sorunlarının en yoğun ve kritik olduğu dönemde, Fakülte’nin Dekanı Prof. Dr. Lütfi Biran’dır.
(1952 – 1954). Enstitü’nün ilk Direktörü ise, Ord.Prof.Dr. M. Fouché’dir.
Direktör vekili olarak, 1952 – 1953 döneminde Enstitü’nün hazırlık
çalışmalarını yöneten Ord.Prof.Dr. M. Fouché, 1953 yılında görevinden ayrılmış
ve yerine, yine vekaleten, Ord.Prof.Dr. Ali Yar seçilmiştir (1953 1954).
1953 – 1954 arası, Doç. Dr. İhsan
Özdoğan’ın Jeofizik Enstitüsü’ne tr ansfer
işlemi tamamlanmış ve Hüseyin Soysal da Enstitü’ye asistan olarak atanmıştır.
1954 yılının, Enstitü’nün tarihinde önemli
bir yeri vardır: Paris Üniversitesi Jeofizik Enstitüsü Direktörü Türkiye’ye
gelmeyi kabul
etmiştir ve böylece tarihinde ilk defa bir jeofizikçi, Enstitü’nün yönetimini
eline almış olacaktır. 1 Temmuz 1954 tarihinde göreve başlamak üzere Prof. Dr.
J. Coulomb, Ord. Profesör payesiyle, Enstitü Direktörlüğü’ne atanmıştır. J.
Coulomb 18 ay süreyle görevde kalacaktır.
Sonradan, Jeofizik Kürsüsü (115 Sayılı Kanunla,
Enstitü sözcüğü kaldırılmış ve yerine Kürsü deyimi getirilmiştir) adını alacak
olan Jeofizik Enstitüsü’nün öğretim programında önemli bir değişiklik olmuştur.
Memlekette, doktoralarını dış ülkelerde
yapmış, üniversite dışı kuruluşlarda görev yapan, 2-3 gençten başka jeofiziği
bilen, örneğin, kürsü sahibi bir jeofizik profesörü ve jeofizik doçenti yoktu
ve üniversitelerde bir jeofizik eğitimi geleneği mevcut değildi. Bu nedenlerle,
Jeofizik Enstitüsü yöneticileri, ümitlerini dışarıdan gelecek bilinçli uzmanlara
bağlamaktan başka yapacak bir şey olmadığını çabuk anladılar.
Jeofizik Kürsüsü’nde görev almış, ders veya
konferanslar vermiş yabancı uzmanların, özellikle kürsünün kuruluş ve gelişme
döneminde, kürsünün oluşumundaki katkıları büyük olmuştur. Kürsü’de,
araştırmaların niteliği ve niceliği yönünden bugün erişilmiş olan düzeyin
sağlanmasında, yöneticinin yetenekleri yanında kürsünün genç elemanlarının
araştırmaya duydukları isteğin eşit payı olduğu da belirtilebilir.
1955 yılında Jeofizik Mühendisliği öğretimine
dönük çalışmalar başlatıldı ve 1968 senesinde Tatbiki Jeofizik Kürsüsü açıldı.
1969 yılında Jeofizik Yüksek Mühendisliği diplomasının ihdası sağlandı.
Jeofizik Kürsüsü, Fen Fakültesi bünyesinden ayrılarak, 1978 yılında kurulan Yer
Bilimleri Fakültesine dahil oldu. Yer Bilimleri Fakültesi Jeofizik Mühendisliği
Bölümü 1980 yılında öğretime başladı.”
Yerküre
ile Fiziksel İletişim: Cumhuriyetin 75. Yılında Jeofizik, Ferhat Özçep ve Naci
Orbay, İ.Ü. Yerbilimleri Dergisi, Cilt 12” makalesinden olduğu gibi alınmıştır.
“KUYU
PROĞRAMI” HAYATA GEÇİYOR
Önceden bir arama, tespit veya üretim kuyusunun yeri sahada saptanır, uygun sondaj kulesi ile kuyu açılır, kuyunun
geçeceği beklenen istif kalınlıkları, karot programı, sondaj sırasında karşılaşabilecek güçlükler,
muhafaza borularının programı, alınacak
loglar, test programı v.b önemli
hususlar öngörülmeden işe
başlanırdı. Belirttiğim konulardan
jeoloji ile ilgili kısımları kapsayan programlar hazırlamaya başladım ve ilgililere gönderdim. Bu, ilgi gördü ve açılacak her kuyu için ayrıntılı
program hazırlanması ve onaylandıktan
sonra çalışmaya başlanması daha
da gelişti ve halen uygulanmaya devam ediyor. Davies’in periyodik kuyu raporları, geliştirilerek daha
yararlı bilgiler içeren “ Haftalık Sondaj
Raporu”ve “Kuyu Jeolojisi Raporu”
haline getirildi.”
Arama,
Sondaj ve Üretim: İlk Yapılanma
Arama
“Ortaklığımızın kurulmasıyla jeolojik
çalışmalar, ilk yıllarda Batman’da Bölge İşletme Müdürlüğü, Sondajlar
Servisi’ne bağlı “Jeoloji Kısım Şefliği” tarafından yürütülmüştür. 1957 yılında
Şeflik, Sondajlar Servisi’nden ayrılarak “Jeoloji ve İstikşâf Servis Şefliği”
adını almış ve Bölge İşletme Müdürlüğü’ne bağlanarak bu konuda yetki ve
sorumluluk, Amerika’lı Mr. G. B. Davies’e verilmiş, bir süre sonra ise bu
pozisyona Mitat Y. Tolgay atanmıştır. Tolgay yönetimi süresinde, arama ve kuyu
takibi çalışmaları ile orantılı olarak jeoloji kadrosu, iş hacmine göre zaman
zaman daraltılmış veya genişletilmiş ve bu arada bazı yabancı jeologlara yer
vermiştir.
1961 yılında Servis Şefliği, Bölge
Jeologluğu adını almış ve arama çalışmalarının Türkiye yüzeyine yayılması
nedeniyle Ankara’daki Arama Merkez Teşkilâtı genişletildiğinden; 1962 yılında
Bölge’de bulunan Mikropatontoloji Laboratuvarı Ankara’ya nakledilmiştir.
1966 yılında Bölge Jeologluğu, Bölge
Jeoloji Müdürlüğü adı ile yıl sonuna kadar çalışmalarını yürütmüş daha sonra
Bölge Baş jeologluğu adıyla 1968 Nisan’ına kadar gelinmiş ve bu tarihten
itibaren tekrar Bölge Jeoloji Müdürlüğü adını almıştır.
TPAO’nun kuruluşuna kadar MTA Raman Kamp
Şefliği tarafından yönetilen sondaj faaliyetini TPAO’da Sondaj Servis Şefliği
yürütmeye devam etmiştir. Yapılan organizasyon değişiklikleri gereğince 1966’da
Sondaj ve İstihsal Müdürlüğü’ne bağlı Sondaj Başmühendisliği adını alan servis,
1967’den itibaren Sondajlar Müdürlüğü adıyla görev yapmaktadır.
Türkiye Petr olleri
A. O.’nın ilk istihsal çalışmaları, MTA tarafından 1940 ve 1951 senelerinde
bulunan iki sahanın Ortaklığa devir tarihi olan 1955 yılında başlamaktadır.
Başlangıçta İstihsal Şefliği olarak faaliyet gösterdikten sonra Ünitenin adı
Baş Mühendisliğe çevrilmiş ve daha sonraları ise yeni bir organizasyonla
bugünkü “İstihsal Müdürlüğü” şeklini almıştır.” 15.Kuruluş Yılında TPAO
Mithat Tolgay anlatıyor: “Bölge İşletme
Müdürlüğü kadrosundaki jeologların
iş bölümü ve çalışmaları Ankara’dan yapılıyordu. Bu ise o zamanki kısıtlı iletişim nedeniyle boşluk yaratıyordu.
Kadroda, topoğraf, ressam, yardımcı ve nümuneciler vardı. Bölge
Müdürlüğünde bir birim oluşturulmasını, kim olursa olsun bir yöneticinin buraya
atanmasını, haklı gerekçeleri öne sürerek, önerdim. Sonradan öğrendiğime göre zaten Bölge İşletme Müdürlüğü kadrosunda bir uzman şefliğinde ‘Jeoloji İstikşaf Servisi Şefliği’ varmış
fakat acık tutuluyormuş . Biz bunu
bilmiyorduk. İşletme Müdürünün 9 Eylül 1957 tarihli yazısında, Yönetim Kurulu kararı ile ‘uzman’
deyimi kaldırılılarak, Jeoloji ve
İstikşaf Servisi Şefliğine atandığım
bildirildi. Bölgede sondaj servisine
denk bir jeoloji birimi oluşmuştu . Buna karşılık merkezde jeoloji ve istikşaf
servisi hala petr ol şubesi müdürlüğü
bünyesinde idi. Batman’da çok yararlı
çalışmalar yapan mikropaleontoloji uzmanı Zeev Rice bu aksaklığın giderilmesi gerektiği konusunda
raporlar ve öneriler yazdı. Bu öneriler dikkate alındı Arama Şubesi Müdürlüğü
kuruldu. İlk Arama Şubesi Müdürü Dr. Emin İlhan’ dır. Atama tarihini
hatırlamıyorum. “
İlhan İrepoğlu anlatıyor: “ Temmuz 1956 yılında işe girdiğim zaman Raşit
Ceylan, Parisa Gönülden ve Ferhan Sanlav Ankara’da jeoloji kısmına bakıyorlardı;
Petr ol kısmına ise, Turgut Gülez
bakıyordu. Batman’da ise Selahattin
Özkan sondaja, Rıfat Bayazıt ise üretime bakıyorlardı. Aramacı olarak, Sait Şahankaya, Mithat
Tolgay , işe yeni giren olarak ben, Süreyya Ekim ve Fikriye
Güngör varız. Ali Pak ve Adil Mertoğlu topoğraf, Şerif Aburga ise ressam olarak
çalışıyor. Başka bir topoğraf olan Turhan Tamur
Ankara’da çalışıyor, sık sık Batman’a geliyor. Batman ‘jeoloji’ olarak,
rafineriyi yapan Amerikalı firmadan kalan yarım daire şeklindeki ‘Nisyan’ barakasında
kalıyoruz. Bir tarafında soğutucu olan yuvarlak, hangar şeklinde bir bina.
İçinde bölmeler, her bölmede de masa ve sandalyeler var, ofisimiz orası. Orada
Raman, Garzan ve Reşan’a, kamplara dağılıp, akşama tekrar burada toplanıyoruz.
Bize çok yardımcı olan numuneci Alaaddin İçöz var, biz ona ‘Alaaddin Dayı’
diyoruz. Alaaddin Dayı, Cevat Eyüp Taşman ile uzun yıllar çalışmış, ona
rehberlik etmiş, yöre halkından olduğu için, dolaşılan ve gidilen yerlerde
köylülerle çok iyi ilişkiler kuran, bize çok faydası dokunan bir kişi. Numuneci
olarak uzun yıllar çalışmış, jeolojiye meraklı, bazı fosilleri de tanıyor,
böyle bir adam. Fikriye hanım, paleontolog olarak geldi ama, ilk zamanlarda
mikroskopu dahi yoktu. 1958 den itibaren, yeni gelenlerle takviye olmaya başladık.
1958’de Turgut Bolgi, Mustafa Sezgin(Miçi), Özkan Gümüş, Azmi Baran, Hasan
Oktay, 1959’da Okan Özdemir ve İsmail
Kafescioğlu, 1960 yılında ise Yılmaz Dağdelen, Yalçın Hatunoğlu, Osman Turgut
Ünal, Zeynel Malal, Metin Peksü ve Erbil Güleç geldiler.
Arama Grubu, bir petr ol
şirketinin kalbidir, başıdır. O olmadan
hiçbir şey olmaz. Petr ol
bulamazsanız, petr ol şirketinin bir
anlamı olmaz. Bir aramacının politikayla veya dışarıdan gelecek olan
tenkitlerle uğraşacak, onlara cevap verecek kadar vakti yoktur. O sadece petr olü nerede, nasıl bulabilirim diye düşünür. ”
ARAMA
ŞUBESİ KURULUYOR
Workman Amerika’da tanınmış Amsrat’dan
geliyordu. Şirket Amerika’da her yıl açılan binlerce arama kuyusunda geçilen
istifleri inceleme ve str atigrafik
değerlendirme konusunda isteyene hizmet veriyordu. Workman kendi kullandıkları
kuyu logu formunu adapte etmemizi önerdi. Log
bizim, özellikle arama kuyuları
için hazırladığımız kompozit kuyu loglarına göre daha yararlı ve aramada ilerde kullanılabilecek verileri içeriyordu.
Amstrat’dan formun TPAO tarafından kullanılması konusunda gerekli yazılı
izni aldıktan sonra çalışmaya koyulduk. Çok ayrıntılı bilgi içeren formun hazırlanmasını açıklayan kılavuz
hazırlandı. Çok çalışkan bir kişi olan
Workman, bir yandan o zamana kadar açılmış arama kuyuları ile Raman,
Garzan ve Batı Raman kuyularını inceliyerek, stratigrafi korelasyonu konusunda
raporlar hazırladı. Gölbaşı’nda ve Batman’da Arama elemanlarına uygulamalı
kurslar verdi. Bazı elemanlarımız
ayrıntılı logun hazırlanmasını yorucu bulmuşlardı. Daha sonra ben de, 1967
de laboratuvara geçince aynı yöntemle bir çok kuyuyu inceledim.
Edward Koester, emekli petr ol jeologu idi. Kendisi 50 lerde prestijli bir görev olan Amerika Petr ol Jeologları
Sosyetesinin (AAPG) Başkanlığını yapmıştı. Arama programlarının hazırlanmasında , jeofiziğin
önemi konusunda etkili önerileri oldu.”
Doğu Tuna
anlatıyor: “Ankara’ya geldim Workman gelmiş. Batman’da uzun uzun
çalışmış. Garzan, Raman ve de Mardin
formasyonlarında birimleri ayırmış, ayrıntılı bir rapor yazmış. Dillerde ‘Workman Logu’ dolanıyor. Mithat Bey de
Gölbaşı’nda laboratuar şefi. Orada Cengiz Keskin, Yalçın Güneri, Recep Okatan,
Erdoğdu Gezen var.
Eskiden bir kolonda sağ tarafta tarifler, sol tarafta semboller
böyle bir log tipi vardı. Workman geldikten sonra ‘workman logu’ yapıldı. Yazı
asgariye düştü, her şey sembollerle gösterilmeye başlandı. Yani bununla bir
kuyu açıldığı zaman bu kuyu hakkında her şeyi bilmek mümkündü.”
STRATİGRAFİK
ADLANDIRMALAR BAŞLIYOR
Batman’da Zeev Rice ile str atigrafik adlandırma konusu üzerinde durmuş
bu konunun yerleşmesi konusunda çalışmalar yapmaya başlamıştık. Türkiye Petr ol Jeologları Derneği tarafından oluşturulan “Str atigrafi Adlandırma Komisyonu”nda TPAO’nı temsil ederek hazırlanan str atigrafi
tablolarında TPAO tarafından kullanılan adlandırmalardan normlara
uyanların yeralması sağlandı. Bu sistem Ortaklığımızda yerleşti ve başta Doğu
Tuna olmak üzere TPAO’lu meslektaşlar
yararlı çalışmalar yaptı. TPJD’nin önerisi ile adlama kurallarının, Türkiye
çapında uygulanması için MTA çalışmalar
başlattı. Kurulan “Türkiye Str atigrafık
Adlandırma Komitesi ”nin kurucu üyeleri arasında yer aldım.
Yabancı
Uzmanlar Aramacıları Eğitiyor
Foto Jeoloji konusunda uzman, dünyaca
tanınmış Denver Geophoto Services’ten gelen, ismini hatırlayamadığım, sessiz
işini iyi bilen, bu nedenle kendisine Quite American (Sakin Amerikalı) ismini
verdiğimiz bu kişi, konusunda merkez ve Batman elemanlarımıza kurslar düzenledi. Kurslar sonunda, konusunda başarılı
çalışmalar yapabilecek elemanlarımızı belirledi. Ben yönetici olduğumdan bu
kurslara katılamamıştım.
Petr ol
jeolojisinde en çok yararlandığım BM
uzmanı Zeev Rice’dır. Bir yandan, mikropaleontoloji de Fikriye Güngör ve İsmail
Kafesçioğlu’nu yetiştirirken, bu konuda mikroskopik incelemeyi kolaylaştıran
laboratuvar tekniklerini de öğretiyordu. İncelenecek nümunelerin hazırlanması,
tanımı yapılmış fosillerin saklanması,
tutulan kayıtların işleneceği
formları, arşivlemeleri için
sistemler, çalışma sonuçlarının gösterildiği tabloların hazırlanması konularını
öğreterek bunların uygulanmasını sağlamıştır.
Petr ol şirketlerince
uygulanan, saha ve kuyu nümunelerinin arşivlenmesi metod ve araçlarını bize önerdi.
Pratik ve uygulanması kolay anlaşılır sistem olduğu için uygulamaya
başladık.
TPAO 50’ li yıllarda ayrıntılı jeoloji haritası
yapılmasına yeni yeni başlıyordu..
Yüzeyde görülen kaya birimlerinin
yapısal bilgilerle birlikte
ayrıntılı olarak haritaya geçirilmesi ile, petr ol
aramaya yararlı jeoloji haritaları elde edilir.
Kaya birimlerini özel kurallara göre isim verilmesi gerekir, yoksa isim
kargaşası olur. Rice, bu temel ilkenin yerleşmesi için seminerler yaptı ve şirketimizce uygulanmaya konulmasını
sağladı.
Petr ol
Şirketlerinin organizasyonunda, önemli
birimlerin başında arama gelir. Arama,
TPAO’nun kuruluşunda Petr ol Şubesinin bir servisi konumunda idi. Rice bu
konuda yazdığı rapor ve önerilerle Arama
Şubesi kurulmasına önayak oldu. Bu TPAO için olduğu kadar yerbilimciler ve jeofizikçiler için önemli
bir değişiklik aşaması idi.”
Fahrettin Baturer Arama’nın ilk günlerini hatırlamaya çalışıyor: “1958
yılı ortalarında işe başladım. TPAO o vakit Sakarya Caddesindeki Ersan İş
Hanı’nın 5-6-7 inci katlarında idi.
Arama’ nın o zamanki adı Petrol Şubesi
idi. Şube Müdürü Rıfat Bayazıt, İdari
İşler ve Personelci olarak Halit
Ejder ve Mufit Bey, Jeoloji Servisinde, Raşit Ceylan ve Parisa Gönülden, Jeofizik Servisinde ise Servis Şefi olarak
Ferhan Sanlav vardı. Ferhan Sanlav’a bağlı Gravimetre Ekibi: Ekip Şefi ve
Obzerver Sabih Hatapkapulu, Topoğraf Ali Pak, Fahrettin Baturer ve Mutemet
Muammer Gargun’dan oluşuyordu. Orhan Gökmenler, Jeoloji ve Jeofizik Servisi
idari personeliydi. Resimhanede de Ömer
bey olmak üzere merkezde toplam14 kişi idik.
1959 yılı başında 2. inci bir gravimetre
ekibi kurulması için jeofizikçi ve topoğrafa ihtiyaç vardı. Jeofizikçi ilanına
bir hanım müracaat etmişti. Bu hanımla Ferhan beyin mücadelesi epey ilginç
geçmişti. Hanımın bütün ısrarları netice vermemiş ve arazi ekibinde
çalışamıyacağı gerekçesi ile işe
girememişti. Sonuçta, Ferhan beyden sonra ilk işe alınan jeofizikçi
Nezih Arıkman oldu. Recep Şapçıoğlu, Özer Özkan, Latif Baykara, Hüsamettin
Yemişçiler olmak üzere 4 topoğraf daha alınarak merkez personeli 19 kişiye
çıkmış oldu.”
Yalçın Umurtak anlatıyor: “Ferhan bey, Arama
Şubesi müdürlüğüne tayin edildikten sonra, TPAO, ilk defa 1962 yılında, bir sismik ekibinin kiralanmasının gerekli
olduğuna inanmıştır.
Jeofizikçiler, ilk defa Ferhan bey
zamanında TPAO’ya girmişlerdir. O zamanlar TPAO’da jeofizikçi yok. Bir tek Özer Altan bey var, Amerika’da okumuş. MTA’dan Ali Aksoy ve Ayhan Tekin jeofizikçi olarak alınmışlardır. Ben 4.
jeofizikçi olarak girdim TPAO’ya. Daha önce Türkiye’de Diyarbakır’da Mobil
şirketinin sismik ekiplerinde çalışmıştım. Mobil sismik ekibinde, bir
topoğraftan başka, çalışan başka Türk yoktu zaten. Ben de ofiste jeofizikçilik
yapıyordum. Ekip şefine yardımcılık yapıyordum. 1962 yılında TPAO’ya girince
benim gördüğüm 2 oda vardı. Ayhan Tekin ile Ali Paksoy bir odada, Özer bey
diğer odadaydı ve TPAO’daki hayatımız başladı.”
ARAŞTIRMA
MERKEZİNİN ÇEKİRDEĞİ KURULUYOR
Mithat Tolgay anlatıyor: “Ortaklığın reorganizasyonu çerçevesinde 1967 yılında kurulan Etüd ve Araştırma Şubesi
Müdürlüğü’ne atandım. İsmi etkileyici
olmakla beraber küçük bir kadro ile
Fikriye Güngör ve ben işe başladık. İsmail ve
Nurten Kafesçioğlu çifti Amerika’ya gitmişlerdi. Zamanla kadro gelişti
ve Arama Grubunun çoğalan saha ve kuyu çalışmalarına yanıt verecek duruma geldik. Nisan 1971 de
Arama Grubu Başkanlığı’na atandığımda
sekiz jeolog çalışıyorduk.
Laboratuvar, Ortaklık numune arşivinden sorumlu idi. Aslını Batman’da Zeev Rice’ın önerdiği
ve petr ol
şirketlerince de kullanılan arşivleme
sistemini işler bir şekilde kurduk ve bu halen devam ediyor sanırım. Bu arada,
petr ol şirketlerinin Petr ol İşleri Genel Müdürlüğüne verdiği kuyu
ve saha nümuneleri, zaman zaman
taşınma ve ilgisizlik nedeni ile, yararlanılamaz durumda idi. Bunları TPAO sistemine göre
arşivliyelim dedik ve bu konuda Genel Müdürlüğü ikna ederek, bu değerli
malzemeyi Gölbaşı’nda ayrı bir depoya
yerleştirerek kullanılabilir hale getirdik.”
İlk kadın paleotoloğumuz Fikriye Güngör
anlatıyor : “ Bir gün, hocamız Enver
Altınlı bize Türkiye Petrollerinin, okuldan
mezun olacak 3–4 kişiyi Batman’da
işe almak istediğini söyledi. Okuldaki
bayanlar Güneydoğu’da çalışmayı pek
istemiyorlardı. Ben, Güneydoğulu olduğum için, hocamız Enver Altınlı
bana teklif etti. Babam ilkokul öğretmeni olduğu için oralarda bulunmuş,
Batman’ı ve Garzan’ı çok iyi biliyordu. Konuyu babamla konuştuktan sonra, Enver hocama
gidebileceğimi söyledim. Durumu
Ankara’ya bildirdiler. Bunun üzerine,
Raşit Ceylan , Fen Fakültesine gelerek bizlere; İlhan İrepoğlu, Süreyya
Ekim, ben ve Nihal Erdem’e teklifte bulundu. Ücret konusunda bir istekte bulunmadık, onların takdirlerine
bıraktık. Mezun oldukları anda işe
başlayabilirler, diye haber geldi. Batman’a gittiğimde, Parisa bey, Raşit bey,
Süreyya ve İlhan oradalar. Bir laboratuar kurulacakmış, Mikropaleontolojide
çalışmak istiyorum, ama ortada bir şey
yok. Küçük bir barakada, bir oda verdiler. İngiliz Davis te orada. Ancak benim
yabancı dilim olmadığı için ben onunla irtibat kuramıyorum. Hanım olduğum için beni araziye ve
kuyulara götürmüyorlar. Harita
boyuyorum, arşiv düzenliyorum. 1957’nin ortalarına doğru küçücük bir laboratuar kuruldu ama numuneyi
bakması çok zor. Ufak bir mikroskop var,
sadece o kadar. 1957’ye doğru Mehlika Taşman’ın
yanında, MTA’da , 6 ay staj gördüm. Tetkiki, fosili, tabakaların
isimlerini vs. hep ondan öğrenmişimdir.
Gelen mikroskop ve diğer malzemelerle
Batman’da laboratuvarı kurduk. Laboratuvarı kurarken Mehlika hanımdan bilgi
alınmıştı. Alaattin dayımız var, o
fosillere bakıyordu. O arada diğer numuneciler geldi. Bunlardan Abdulkadir
oranın insanıydı, diğeri ise Karadenizliydi. Preparatları Alaattin dayı ile
hazırlıyorduk. Bir fosil var, onu gördüğümüz zaman 100 m . sonra petrole varılır
diyebiliyorduk. Uzun süre yaptığımız iş buydu. Sonra İsrail’den Mr. Rice
geldi, bize mikropaleontoloji kursu
verdi. Kursa ben, Azmi Baran ve İsmail
Kafesçioğlu katılmıştı. Rice, 4–5 ay
Batman’da kaldı. Bi, pek çok şeyi Rice’dan öğrendik. Bütün fosillerin
yaşlarını, hangi tabakada bulunduklarını vs. Esas laboratuarın daha teşkilatlı kurulmasına
sebep olan Mr. Rice ’dir . Daha sonra Rice gitti, İsmail Kafesçioğlu ve ben
kaldık. İsmail Kafesçioğlu’nun eşi
Nermin hanım da paleontologtu. O da bir süre bizimle çalıştı.”
1963 sonunda Ankara’ya tayin oldum.
Gölbaşında bir laboratuar kurulmuştu.
Laboratuvarda Necdet Solak, Yalçın
Güneri, Doğu Tuna, ben ve İsmail
Kafesçioğlu vardı. Onlar sadece Mikropaleontoloji ile
ilgileniyorlardı. Daha sonra sediman
petrografi servisi kuruldu. Cengiz Keskin, Hayrettin Okay geldiler. İki
servistik. 1967 de Figen Yüksel, Aybars Hünerman, Güngör Özyeğin geldi.
Kadromuz kalabalıklaştı. 5,5 yıl Gölbaşında kaldıktan sonra 1967 yılı sonunda
Müdafaa Caddesindeki binanın alt
katındaki laboratuvara taşındık, orada 2
yıl kaldık. Bu laboratuvarı Mithat bey
düzenlemiştir. Müdafaa Caddesinde iken
Aynur Uyar, Halit Tepecik, Sami , Bayram Bayram, Mehmet Ali Balcı gibi
isimler o zaman işe girmişlerdir. Daha sonra
orası kâfi gelmedi ve bu günkü binaya taşınıldı.”
Yalçın
Umurtak anlatıyor: “Benim bildiğim bir şey var ki, Araştırma Merkezinin kurulmasında, Avrupa’daki petr ol
şirketlerinin çalışma tarzları örnek ve esas alınmıştır. Bizden önceki neslin
büyük bir kısmı yurt dışında eğitim görmüştür. Yurtdışından Türkiye’ye gelmiş ama, etrafında petr ol
endüstr isiyle ilgili kendilerine teknik
seviyede yardımcı olacak eleman görememiş ağabeylerimiz. Ellerinden geldiği
kadar bir şeyler yapmaya ve TPAO’yu bir petr ol
şirketi haline getirmeye çalışmışlar. Benim tahminime göre bir ‘araştırma merkezi’ kurma düşüncesi
ve hazırlıklıkları çok önceden senelere
yayılmış bir şekilde ağabeylerimiz, Mithat Tolgay
ve Ferhan Sanlav, tarafından ele alınmıştır. Onların, bu ihtiyacı benimseyip
genel müdürle bunları konuşup ön plana
çıkaran görüşmeler yapmaları, onu ikna etmeleri, daha sonra, projeyi
Birleşmiş Milletler’e taşımaları, devleti bu konuda ikna etmeleri, BM ‘den gerekli yardımın alınması, herhalde kolay olmamış,
bayağı emek sabır ve zamana mal olmuştur. Bu Birleşmiş Milletler yardımını kim
istiyor, niye istiyor? Burada, bence, bizden önceki ağabeylerimizin ileri
görüşlülüğü ortaya çıkıyor. Onlar, Raman’dan petr olü
çıkarıp, yer-içer yan gelip
yatabilirlerdi. Hayır, onlar Araştırma Merkezini bir ihtiyac olarak görüp, bu konuyla ilgisi olmayanlara konuyu
anlatıp onların onayını sağlamayı başardılar. Bunun başka izahı yok.
Sonuçta, Araştırma Merkezi gibi önemli bir
ihtiyaç, onların sayesinde, memlekete kazandırılmıştır.”
Batı
Raman-1 ; B.Raman Sahası Keşfediliyor
Ortaklığımızın ilk jeofizik mühendisi ve
Arama Şubesi ilk müdürü olan Ferhan Sanlav anlatıyor: “MTA Enstitüsü’nden bir
sismik ekip kiralanarak Maymune Boğazı’nda bir sismik araştırma yapıldı. Ancak,
bu çalışmadan kaliteli refleksiyon alınamadığı için kayda değer bir fayda
sağlanamadı.
Kuyu kesintilerinin usule uygun olarak
arşivlenmesi başarıldı. O sırada Jeoloji Servis Şefi olan Mithat Tolgay tarafından, MTA tarafından açılan tüm
kuyuların, petrol seviyesindeki numuneleri kıymetlendirildi. Ortaya şöyle
ilginç bir durum çıktı: Kretase seviyesinde bariz bir fasiyes değişikliği vardı
ve petrol oluşumu yönünden olumlu bir durum görülüyordu. Bu çalışma, Raman
antiklinalinin Maymune batısındaki kısmında bariz bir petrol potansiyeli
olabileceğini gündeme getirdi. Bu konuyu etraflı olarak tartıştık. Birleşmiş Milletler
Petrol Uzmanı ilave sismik yapılmasını tavsiye etti ise de, jeofizik
mülahazalarla bunu reddettik. Riskli olmakla birlikte, optimum bir noktada kuyu
açılmasına karar verdik. Risk vardı fakat mükafat çok olabilirdi. Ben çok
heyecanlı ve ümitliydim. Bu fikirle, Batı Raman-1 kuyusunun yerini seçtik.
Dünyanın sayılı büyük sahalarından birinin yeri böylece tespit edilmiş
oldu. Sondaj kısa zamanda bitirildi; çok
kalın bir petrollü seksiyon kesildi. Kuyu test edildiğinde, petrol alındı.
Ancak şanssızlık burada da kendini gösterdi; petrol ağır (14 API) ve üretim
zordu. Fakat sahanın Batman Rafinerisi’nin birkaç kilometre güneyinde olması
büyük bir avantajdı. Saha ilave üretim kuyuları açılarak geliştirildi ve üretim
artırımı için rezervuar mühendislerimiz çeşitli çalışmalar yaptılar. Güçlükler
sürdü fakat başka imkanlar çıktı; çünkü arama çalışmalarının kuzeye
kaydırılması yeni ufuklar açtı. O sırada Dodan-1 kuyusunda karbondioksit
bulundu. Karbondioksitin Batı Raman’a enjeksiyonu üretim sorununa yardımcı
olabilirdi. Öyle de oldu. Dodan sahasından Batı Raman’a boru hattı döşenmesi ve
karbon dioksit enjeksiyonu ile Batı Raman yeni bir hüviyet kazandı.”
*“B.Raman
Rezerv Bakımından Dünyanın Büyük Sahaları Arasındadır.”
“Mobil, Batı Raman’da 101 numara diye bir kuyu açmıştı. Burada petr ol yok diye bıraktılar. Petr ol
ağır olduğu veya onların açtığı lokasyon cazip olmadığı için burayı terk
ettiler. Bir süre sonra biz Batı Raman’ı
çalışmaya başladık. Arkadaşımız Sait
Şahankaya çok iyi bir jeologdu. Verdiği yeni lokasyon Mobil’in deldiği 101’den biraz daha yüksekçe bir yerdeydi ve
Raman tarafına doğru olan kısmında yer alıyordu. Kuyudan petr ol aldık. B.Raman petr olü ağır petr ol
olduğu için üretimi problemli oldu, daha sonra ona karbondioksit enjeksiyonu
yapılarak üretimi arttırıldı. B.Raman rezerv bakımından dünyanın büyük sahaları
arasındadır.” Rıfat Bayazıt
Çelikli-1’de
keşif ; “ Yahu sen bizi öldürecekmisin?
Ferhan Sanlav anlatıyor; “Çelikli
havalisinde yapılan sismik etütler, 3.000 metre derinliğinde ilginç bir yapı
göstermişti. Burada Çelikli-1 kuyusu
açıldı ve kuvvetli petrol emarelerine rastlandı. O sırada Genel Müdürümüz İhsan
Topaloğlu, bölgede bulunuyordu. Akşam olmuştu; birden kuyudan bir haber geldi:
Çelikli’de petrol fışkırıyor. Haberi alan arabasına atlayıp Çelikli’ye gitmiş.
Ben misafirhaneden çıkar çıkmaz Melih Genca’ya rastladım. Biz de yola koyulduk.
Kuyuda görülen emareler üzerine kuyu asitlenmişti. Beklenmedik şekilde petrol
geliyordu; gerekli tedbirler alındığı için herhangi bir yangın tehlikesi yoktu.
Rahmetli Melih o gün arabayı öyle bir hızla
sürdü ki; defaatle “Yahu sen bizi öldürecek misin?” dediğimi hatırlıyorum. Bu
keşif, aslında çok büyük bir keyifti.”
DAĞITIM
– PAZARLAMA VE SATIŞ İSTASYONLARI
“....İkinci mühim nokta olarak Mersin ve
İstanbul Rafinerilerinin kurulmasını müteakip memleketimiz petr ol sanayii
veçhesinin (yüzünün) değişeceği ve doğacak rakebet muvacehesinde mahsul satışlarımızda güçlüklerle
karşılaşılacağı; ileride satış
organımız olması mutasavver
bulunan(düşünülen-tasarlanan) Petr ol
Ofisinin satış hacmında günden güne düşüklük kaydedilmekte olduğu; Mersin
Rafinerisi işletmeye açıldıktan sonra, rakibimiz durumuna geçecek olan tevzii
(dağıtım,satış) şirketlerinin halen mahsullerimizin mühim bir kısmının satışını
temin etmekte olduğu; bu durumun mahsul
satışlarımız üzerinde yapacağı menfi tesirler göz önünde tutularak, şimdiden
tedbir alınması gerektiği; satış imkanları
ve organizasyonu mevzuunda
muhtelif teşebbüslerde bulunulduğu ; Petr ol Ofisine verilecek yeni veçhe (yüz) hakkında
bir kanun tasarısı hazırlandığı, ancak müsbet bir safhaya getirilemediği; yakın
bir gelecekte karşılaşacağımız rekabet mevzuunun ehemmiyetle
telakki edilmesi lazım geldiği .......”
Yukarıdaki
satırlar Türkiye Petrolleri A.O’nın 1961 Hesap Yılı Tutanaklarından alınmıştır.
Petrol Ofisinin, TPAO’ya devredilmesi
yönünde sürdürülen çalışmalardan bir sonuç çıkmayınca, her entegre petr ol şirketinde olduğu gibi, TPAO, kendi pazarlama
şirketini kurar. “Milli Petr ol “
sloganı ve çok değişik, çağına göre çok modern ve hatta
günümüzde bile mimarisi hala geçerli olan
kendi istasyonlarını kurar. Türkiye’de benzin istasyonlarında tuvaleti bulundurmayı
ilk olarak, Türkiye Petr olleri
zorunlu kılar. İlk önce Ankara Gölbaşı ve Balgat istasyonları açılır. Konuyla ilgili
olarak TPAO 1964 Yılı Faaliyet Raporu’na
bakalım :“1964 yılında perakende
satışlar için, 34 istasyonun inşaa ve tesis işleri ihale edilmiş, 32 akaryakıt
istasyonu işletmeye
açılmıştır....Yapılan mimari çalışmalar
sonunda, kurulacak istasyonlar için beş standart tip tespit edilerek, projeler,
bu tiplere göre hazırlanmıştır..”
Değişik mimarisi ile dikkati çeken TPAO
istasyonları ilk önceleri Ankara , İstanbul,
İzmir, Bursa gibi büyük şehirlerde, daha sonraları ise, başta güney illeri olmak üzere, yurdun her yerinde mantar gibi
çoğalmaya başlar. Birçok istasyon diğer
şirketlerden vazgeçerek, TPAO istasyonu olmak ister. “Niçin ? ” sorusuna
karşılık TPAO’yu tercih eden bayiler soruyu şöyle cevaplarlar; “ Hem
diğerlerinden litr ede 5 kuruş daha
ucuz, hem milli petr ol ve en
önemlisi bize gösterilen ilgi. Bir problem çıktığında, direkt olarak karşımıza
bölge müdürü çıkıyor. Eskiden böyle değildi, karşımızda muhatap bile
bulamıyorduk.”
Hızla
çoğalan istasyonlar ile birlikte,
TPAO istasyonlarının Petr ol Ofisi’ne
devredilmesi yönünde siyasi bir
rüzgar esmeye başlar. Selahattin Özkan anlatıyor : “Maalesef, TPAO, siyasi
baskılar sonucu, her nekadar zamanın yönetiminin de direnmesine rağmen istasyonlarını kapatmak
zorunda kaldı. İstasyonlar çok kısa zamanda çoğalırken, Petr ol Ofisi baktı ki; bütün piyasa elinden gidiyor,
devreye siyasiler sokuldu. O zamanlar Türkiye’deki çoğu
siyasiler Petr ol Ofisi ile
irtibatlıydı. Bütün illerde ileri
gelenlerin bir istasyonu vardır. 2-3 kişi ortaya para koyar istasyon
çalıştırırlar, kendileri burada, Ankara’da politika yaparlardı. Kredi isterler,
kredinin geri dönüşünü yapmazlar, siyasi baskılarla durdururlar. Onun için Petr ol Ofisi bir türlü toparlanamamıştır...1968-69
senesinde Demirel Hükümeti, başbakanın da istememesine rağmen, diğer
parlementerlerin baskısıyla, bizim
istasyonların hepsini elimizden aldı, Petr ol
Ofisi’ne devretti. Sonra, bu istasyonların devir paralarını bile vermedi.
Bizi uzun bir süre süründürdü,
zannederim bir kısmı hala alınamamıştır.”
Rıfat Bayazıt anlatıyor : “Özellikle petr ol kökenli Türkiye Petr olleri
yöneticileri, Türkiye Petr olleri’nin bir entegre petr ol
şirketi olması için çok çaba sarfetmişlerdir. Bu konuda da kısmen başarısız kaldıkları
bir şey vardır, o da, pazarlama kısmını gerçekleştirememişlerdir. Bilindiği
gibi entegre petr ol şirketi demek;
aramasıyla, taşımasıyla, rafinajıyla, pazarlamasıyla bir bütün demektir.
Türkiye Petr olleri arama
çalışmalarında çok başarılı olmuştur. Üretimi de oldukça iyi bir şekilde
artarak gitmiştir. Yalnız beyaz ürün pazarlamasında Petr ol
Ofisi’nin yaptığı bu işi elinden alamamıştır. Bu, benim kanaatime göre bir
başarısızlıktır. Bu bizim başarısızlığımızdan daha çok, belki de
politikacıların başarısıdır. Bu konuda size bir anımı anlatayım: Korkut Bey
genel müdür ve ben de genel müdür muaviniyim. Bir gün, bir arkadaşımla beraber,
Petr ol Ofisi’nin Türkiye Petr olleri’ne devri için bir kanun taslağı üzerinde
çalışıyorduk. Korkut Bey kapıyı açtı, girdi “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Ben
de “Efendim, Petr ol Ofisi’nin bize
devredilmesi konusunda bir kanun taslağı üzerinde çalışıyoruz” dedim. O meşhur
hazırcevaplılığıyla hemen bana dedi ki; “Arkadaşlar, derhal bunu bırakın,
bundan vazgeçin. Çünkü biz Petr ol Ofisi’ni
devralmaya çalışırsak bu ilerde döner dolaşır, onlar bizi devralır. Sebebi de
şu: “Bizim hiçbir kasabada,vilayette
şubemiz, ofisimiz falan yok. Petr ol
Ofisi’nin ise her kasabada bir bayii vardır. O bayi de mutlaka bir partinin
başkanıdır. Dolayısıyla biz onlarla baş edemeyiz” dedi. Biz kendisini haklı
bulduk ve bundan vazgeçtik.
Ben şahsen çok üzgünüm ki; Türkiye Petr olleri gibi çok gelişmiş ve seçkin bir kuruluşun
elinden bu şeyler gereksiz yere alınmış ve mali kaynaklarına bir kısıtlama
getirilmiştir.”
Akif Güneri konuyla ilgili görüşünü
aktarıyor: “Yabancı petrol şirketleri bir ülkeye girdikleri zaman o ülkenin
başkentinden en ücra köşesine kadar petr ol
istasyonları açarlar. Bu istasyonları, (işletmesini) her yörenin etkin
insanlarına verirler. Dolayısıyla o ülkede yönetimi çeşitli biçimleriyle
lobileri ele geçirirler. Petr ol
şirketlerinin dünya ekonomisinde ve
siyasetinde ağırlığı bundadır. Türkiye Petr olleri
bu imkanlara sahip olacak bir şirket iken, siyasilerin günahı nedeniyle böyle olmuştur.”
BATMAN-DÖRTYOL
PETROL BORU HATTI
Rıfat Bayazıt anlatıyor: “Batman Bölge
Müdürüyken, arkadaşlarım Sait Şahankaya, Selahattin Malkoç ve Melih Genca ile ,
Güneydoğu Anadolu’da bir iki yeni petrol sahası bulunmasından ve üretim
artışından cesaret alarak 1961’de Batman’dan İskenderun körfezine bir boru
hattı döşenmesiyle ilgili 4-5 sayfalık bir ön fizibilite raporu hazırladık.
İhsan Topaloğlu, bu projeyi yürütmek üzere
beni görevlendirdi. Müşavir Mühendislik hizmetleri için ABD’li Brown and Root
Firmasını seçtik. Nihai proje hazırlanması esnasında ABD’ye gittim ve üç ay
Houston’da kalıp Brown and Root’a yardımcı oldum.
İhale safhasındayken Sayın Başbakan
Yardımcısı Süleyman Demirel, bizi Başbakanlığa çağırdı. Hakkı Feyzioğlu ile
beraber gittik. Süleyman bey çok iyi bir mühendis olması hasebiyle, bizi
detaylı bir sorgulamaya tabi tutu. “Herşey tamam da bu projenin bir yıl gibi
kısa bir sürede tamamlanacağına inanmıyorum” dedi. İş planlandığı gibi 33
milyon USD’ına mal oldu ve planlandığından da bir ay önce, 11 ayda bitti.
Projeyi beş ayrı ihaleye bölmüştük, ilk
ihalede, 494 km’lik boru alınmasında, sevimsiz bir tutumla karşılaştık: Japon
firmaları 212 km ,
Avrupalılar ise kalan 282 km
için teklif vermişlerdi. Fiyatlar aynı ve de %15-20 kadar yüksekti. Belli ki
aralarında anlaşmışlardı.
Bu arada, Mitsui Firması’nın İstanbul
temsilcisi olan ve tanımadığım genç bir Japon arkadaş telefonla randevu alarak
bana geldi. “Tokyo’dan talimat aldım. Size yardımcı olabiliriz diye
düşünüyoruz.” dedi. “Bu birleşmenin etik olmadığı kanısındayız. Bizim bu
ihaleyle ilişkimiz yok; biz sizi Tokyo’ya götüreceğiz ve onlarla( teklif veren
Japon firması) tanıştıracağız o kadar. Bu seyahatin çok gizli yapılması
gerekiyor” dedi.
O, Panam ile Esenboğa’ya gelecek biz de o
uçağa binecek ve ayrı ayrı oturacaktık.
İhsan Topaloğlu beye durumu anlattım ve
gizlice Tokyo’ya gittik. Tahran’da yana oturduk. Genç Japon arkadaş “Gelmekte
olduğumuzu Tokyo’ya bildirdim.” dedi.
Tokyo’da boru imalatçıları temsilciliğiyle
pazarlığa oturduk. Pazarlık sırasında daha önceden tanıdığım bir Japon
arkadaşım bana yardımcı oldu! Fiyat 212 USD/tondan 181 USD/tona düştü ilave
olarak %2 peşin indirimi de aldık.
Japonlara “Avrupa’daki firmalar bize kalan
282 km’lik boruyu vermezlerse ne olacak?” dedim. Kendilerinden teminat
vermelerini istedim. Hemen hazırladıkları mektubu bana verdiler. Daha aradan
yarım saat geçmeden bana gelip o mektubu geri vermemi istediler. Ben de işte
mektup diye cebimden çıkarıp tekrar cebime koydum. “Bunu size
vermeyeceğim.”dedim.
Ankara’ya döndüğümün ertesi günü
Avrupa’daki konsorsiyumun yetkilisi geldi. Sonradan öğrendim ki De Gaul’ün çok
yakın arkadaşıymış. Çok kısa bir sürede, bir iki saat içinde anlaşmaya vardık.
Fiyat Japon fiyatlarıyla denk olacaktı. Japon fiyatı CİF’ti. Bundan Japonya-İskenderun
gemi nakliye fiyatını düşüp FOB fiyatı bulduk. “ Bir isteğim daha var ; boruyu
kredili vereceksiniz.” dedim. “Tamam” dedi.
O zaman ki Hazine Genel Müdürü Kemal
Cantürk beye telefon ederek kredili alacağımızı söylediğimde çok sevinmişti.
İhsan Topaloğlu anlatıyor: “ATAŞ, yabancı
şirketler tarafından oluşturulmuştu. İPRAŞ, TPAO ile Amerikan şirketi Caltex
ile ortaklaşa kurulmuştu. Batman Rafinerisi ise, tümüyle TPAO’nundu ve yerli
ham petr ol işliyordu. 1961 yılında
TPAO olarak Sanayi Bakanlığı Petr ol
Dairesi’ne başvurarak: ATAŞ tam kapasite çalışırsa, Batman Rafinerisinin
üretiminin düşebileceğini, hatta bu rafinerinin kapanma tehlikesi ile karşı
karşıya gelebileceğini, onun için yerli üretim petr olün
öncelikle satılması gerektiğini bildirdik. ATAŞ’ın kapasitesi 2.5 milyon tondu.
Memleketin gereksinimi de, o kadardı zaten. Satış ve dağıtım işleride %75
oranında yabancı şirketlerin elindeydi. Petr ol
Dairesinde kıyamet koptu. Dediler ki, “Onlar (yabancı şirketler) istedikleri
kadar petr ol ithal edebilirler,
‘Batman Bölgesinde ürettiğiniz ve
koyacak yer bulamadığınız petr olünüzü icap ederse ihraç edersiniz’. Nasıl ihraç
edeceksin ? O zaman petr ol boru
hattı yok, petr olün miktarı az.
Olanaksız gibi bir şey.” Israr ettik. Petr ol
Yasası’na göre , böyle bir ithilafta Sanayi Bakanı bir komiser atıyordu. Eski
bir yargıç olan Dr.Osman Tolun komiser atandı ve toplantı yapıldı. Burada bir
noktaya dikkatinizi çekmek isterim: TPAO ulusal bir kuruluş. Karşımızdaki
yabancı şirketler, bizim isteklerimize (
önce yerli petr ol
işlensin, ve satılsın ) Petr ol Yasası’na aykırı olarak karşı çıkıyorlar. Petr ol Dairesi de, bizim karşımızda, yabancı
şirketlerin yanında. İşte o toplantıda bizi Prof. Muammer Aksoy ve Özer Derbil
savundular. Toplantı sonrası, komiser
konuyu ortada bıraktı . Sanayi Bakanı, komiser raporunun üstüne 2-3 ay
yattı. 19 Ocak 1962 de konu Akis dergisinde yayımlandı. Haber çıkınca, bakan
lehimize karar verdi. Ancak, bir hafta sonra kararını değiştirip, tam aksini
yaptı. Biz de kararın iptali için Danıştay’a başvurduk...
Biz (içinde bulunduğumuz sıkıntıları ve) petr ol davasını anlatmak için Batman’a uçakla,
parlemento heyeti götürmüştük. Muammer Erten, durumu orada yakından görerek,
haklılığımızı Başbakan İnönü’ye aktarmış...
Mayıs-1962 ayına doğru Batman rafinerisi
duracak duruma geldi. Depolar dolmuştu. Başbakan İnönü olaya müdahale etti ve
öncelikle Batman rafinerisinden çıkan petr olün satılması kararlaştırıldı. Danıştay da
lehimize karar verince petr ol
davasının ilk aşamasını biz kazanmış olduk...
...1966 yazında, benim yerime TPAO Genel
Müdürlüğü’ne gelen Turgut Gülez boru hattının sermaye piyasası yaratmak
amacıyla 200 milyon liraya satılmasını istedi. Ben ve Muammer Aksoy, gazetere,
boru hatının satılmayacağını, satılmak istendiği para olan 200 milyon liranın
hattın bir yıllık kazancı olduğunu dile getirdik. Hayri Domaniç, Ekrem Gürsu
adlı profesörler, bize karşı çıkıyorlardı. Konuyu, İsmet İnönü’ye götürdüm.
İnönü, 24 Eylül 1966’da CHP İstanbul İl Kongresi’nde bu konuyu gündeme getirdi
ve “Eğer boru hattını satarlarsa, elime ilk geçen fırsatta nominal değeri
üzerinden geri alırım” dedi. Genelkurmay Başkanlığı’nın da, boru hattının
satılmasının aleyhinde olduğunu duymuştuk. Epey kavga verildi satılmaması için
ve sonunda boru hattı TPAO’nun elinde kaldı.”
SERMAYE
ARTIŞI ÜZERİNE TARTIŞMALAR
İhsan Topaloğlu anlatıyor: “TPAO’nun 75
milyon liralık sermayesini, 150 milyona çıkarmaya karar verdik. TPAO’nun
sermayesinin yüzde 51’i A grubu hissesi adı altında, B grubu hissesi adı
altında da yüzde 8’i hazineye, diğer hisseler de Sümerbank, Etibank, Emekli
Sandığı, İş Bankası ve birkaç şahısa aitti. Sermaye artımı için yaptığımız
çağrıya, İş Bankası ve özel kişilerden yanıt gelmedi. TPAO, kârının ancak yüzde
10”unu temettü olarak dağıtıyordu. Onlar için yüzde 10’un bir çekiciliği yoktu.
Elimizde 18 milyon kupür kalmıştı, ilana çıkardık. Kimse talip olmadı. Ordu
Yardımlaşma Kurumu (OYAK) ile temas kurduk, bunları da Maliye Bakanı’nın
onayıyla OYAK aldı. O dönemde Yüksek Denetleme Kurulu Başkanı, yeraltında bulunan
petr olü de sermayeden saymak
gerektiğinde ileri sürerek, sermaye artışına karşı çıktı. Adalet Partililer
(AP), TBMM KİT Komisyonu’nda bunu sorun edip, dönemin Maliye Bakanı Ferit Melen
ile bizi Yüce Divan’a göndermek istediler. Biz de; Anayasaya göre; yeraltı
servetlerinin devletin tasarrufu altında olduğuna ilişkin bir raporu komisyonda
okuduk.”
ARAMANIN
LEVHA TEKTONİĞİ KAVRAMIYLA TANIŞMASI
Dursun Açıkbaş anlatıyor: “Ülkemizdeki
petrol üreteminin %99’nun sağlandığı Güneydoğu Anadolu, Arap –Afrika Levhasının
kuzey kenarında bulunur. Arap kıtasal platformun kuzeyinde Toros Dağ oluşum kuşağı yer alır. Yerli (otokton)
şelf çökelleri, batıda Kahramanmaraş’tan başlayarak doğuda İran sınırına kadar
olan alanda yer alan bir sürükleme düzlemi boyunca, orojenik kuşağa ait
sürüklenim örtüleri altında devam etmektedir.
Süreklenim örtüleri altında kuzeye devamlığı bilinen Arabistan
Levhası’nın kuzey sınırının belirlenmesi petrol aramacılığı açısından arama
alanlarının sınırının belirlenmesi için
son derece önemlidir.
1970 yılından önceki dönemde; TPAO’da
çalışan yerbilimciler allokton sürüklenim kütlelerini temel olarak kabul
etmişler ve Bitlis Masifi olarak adlandırmışlardır.
Sözkonusu dönemde, TPAO’da ‘Levha
Tektoniği’ kavramı henüz yeterince bilinmiyordu. Gayet açık bir biçimde
hatırlıyorum; Mobil Şirketinden bize gelen Zeynel Malal ağabeyimiz levha tektoniği konusunda belirli bir bilgi
birikimine sahipti. Zaman zaman toplantılarda
konuyla ilgili bazı görüş ve önerileri gündeme getirdiğinde hiç bir şekilde kabul görmüyordu. Çünkü
TPAO’nun o dönemdeki önde gelen aramacı kadrosu böylesine değişik bir tektonik
modeli bilmediklerinden ve yeterince yeniliklere açık olmadıklarından “Neden
bahsediyorsun? Böyle bir tektonik model olur mu?” diye bir türlü kabullenmiyorlardı.
Zeynel bey sınırlı teorik bilgisiyle
görüşünü savunma yönünde çaba gösteriyor, ancak karşı grup inatla
anlatılanları, anlamamakta direniyorlardı.”
* “
Bizler Kulelerde Görev Alan İlk Petr ol
Mühendisleriyiz.”
“Bizler
İTÜ Maden Fakültesi Petr ol
Mühendisliği Bölümü’ nün 2. mezunlarıyız. Bizden önce Doğu Karaoğuz vardı. Bizim dönemde ben,
Servet Sertçeoğlu, Mehmet Yamaç, Ahmet Uyduran, Feridun Gültekin, Argun Gürkan
ve Ömer Öğütçü vardı. Argun Gürkan askere gittikten sonra, şirkete dönmedi,
üniversiteye gitti ve daha sonra profesör oldu. 1965 yılında Şirkete
girdiğimizde, hepimizi stajyer mühendis olarak kulelere dağıttılar. Beni
Çelikli sahasında Atabağı-1 kulesine gönderdiler. Kamp şefi Aydın Güzelce, Baş
Sondör Muhittin Eren’di . Çok iyi bir ustaydı. Sondajcılığı öğrenmeye
çalışıyoruz, hiçbir mesuliyetimiz yok. 6 ay sonra, kulemiz olsun istedik.
Müdürümüz Güntekin Köksal’dı. Yanına gittik, dedik ki: ‘Kendi kulemiz olsun
istiyoruz. Sorumluluk almak
istiyoruz.’ ‘Siz bir kule kaç para biliyor
musunuz?’ diye bizi kovaladı. Ama yılmadık, sürekli yanına gittik, sonunda
Ahmet Uyduran ile ikimize kule verdiler. Bir müddet sonra diğer arkadaşlara da
kulelerini verdiler. Benim kulem Mağrip ’te Oil Well-96 kulesiydi. Bir süre
sonra National 50-A/1 diye bir kule daha verdiler, ikisinin birden sorumlu
mühendisi ben oldum. Daha önce kule mühendisleri Bumin Gürses, Esat Can, Ertan
Karahan maden kökenliydiler. Kulelerde
görev yapan TPAO’nun ‘ilk petr ol mühendisleri’ biz olduk. O zamanlar, kuleler,
ustaların yönetimindeydi, Çok başarılı ustalarımız vardı. Onlara teşekkür
borçluyuz. Ancak tam bir geçiş dönemi yaşanıyordu ve üst yönetim bile
Türkiye’de okumuş petr ol
mühendislerinin ne kadar sorumluluk
taşıyacaklarını kestiremiyorlardı.
Ancak, biz sahalara çıktıktan sonra, bu görüş yıkıldı.”
Türkiye Petr ollerinde
öğretilmeyen kurallar vardır. Görerek yaşarsınız. Kuyuda bir hadise olmuşsa,
bunu bir üstünüze aktarırsınız. Kendi düşüncenizi de çare olarak söyleyerek
aktarırsınız, sizin söylediklerinizle, üstünüzün görüşleri paralelse - tamam
öyle yap- der; değilse -öyle değil böyle yap- der. Operasyonların hiç biri, üst
bağlantı olmadan gerçekleşmez, mümkün değildir. Bizim zamanımızdaki Baş
Sondör’ler örneğin, benim ilk çalıştığım Kerim Erkal usta, çok ilgili davrandı
bana(NASIL ?) . Kuleye gitmek için arabamız yoktu, o götürürse giderdik,
gitmesek te lafı biz işitirdik. Gerçi büyüklerimizin bize bağırmaları, bizi işe bağlamak için
yapılan şeylerdi.” Yalçın Altan
*Sondaj
Kampları ve Kamp Düzeni-1963
“1963 senesinde sistem şöyleydi. Uzaktaki
kamplarda, bir kamp düzeni vardı. Yakındaki kulelerde ise mühendis barakası
bile yoktu. Yemek kavramı yoktu ve işçi
yanında kumanya getirirdi. 1963-1964 lerde ilk barakalar Çelikli’ye geldi.
–Nisyan-barakaları derlerdi. Bir İsveç firması “ Nisyan “ barakalarına
benzediği için, böyle denmiş. 1965-1966 yıllarında ise onlara benzeyen
barakalar, Profilo’ya yaptırıldı ve
yakın kulelere konuldu. Bu barakaları jeologlarla paylaşırdık. Daha sonra ise
yemek düzeni geldi. Yemek düzeni Tuncay Tümay, Oktay Şerafettinoğlu zamanında
başladı. Önceleri işçinin düzgün beslenebilmesi için gerekli olan yemek
konusunda çok mücadele vermiştik. İşçi sendikası bu konuda pek bilinçli
değildi. Yemek çıkmaya başladığında işçiler kendilerinden yemek parası
kesildiği için pek mutlu olmadılar ama zaman içinde alıştılar.
Batman da çok ciddi boyutlu bir malzeme
ikmal düzeni vardı. Ama genel düzen içindeki ikmal düzeni sürerken, bunun
sondaja yönlendirilmesi daha sonraki yıllarda olmuştu. Sondaj kendi bünyesinde
ikmal düzenini kurmuştu. Bunun sebebi, daha ekonomik olan çalışmayı
gerçekleştirmek, daha süratli olmak,
süratle malzeme kontr olünü
yapabilmek. Bir çok uzun seneler, ambarda hangi malzememizin olup olmadığını bilmeden çalışmıştık.’ Yalçın Altan
IGSAŞ-Amonyak
ve Üre Tesisleri :
Hasan Göker anlatıyor: “Rafinerinin
ortasından geçen Ağa Deresinin batısında birkaç yüz dönümlük düzgün ve sağlam
bir arazimiz boş duruyordu. Ben bu alana hep amonyak ve üre tesisleri kurmayı
düşünüyordum. Zira o tarihlerde yalnız, 1950 lerin ikinci yarısında kurulmuş
150.000 ton/yıl kapasiteli, % 25 lik
azotu havi kalsiyum amonyum nitr at
üreten Kütahya tesisleri vardı. Biz, yılda 300.000 ton üre (%43 azotlu)
üretebilirdik. O zaman planlama müsteşarı olan
Turgut Özal: “Sizin gübreyle ne işiniz var? Siz petr olcüsünüz.”
dedi. “ Biz, bu tesisin hammaddesi olarak rafineri hambenzinini (nafta) kullanacağız.” dedik. Bu iş için tecrübeli
işletme elemanları ve hertürlü alt yapı ve yardımcı tesisler zaten hazırdı.
İkna oldu ve “ Haydi yapın bakalım.” dedi.
TPAO ile, yüzde 60/40 ortak olarak İGSAŞ’ı
(İstanbul Gübre Sanayi A.Ş) kurduk. Ben,
murahhas üye idim ve yönetim kurulu başkan yardımcılığını üstlendim. Dünya
Bankası’ndan kredi almak için çalışmaya başladık. İki defa Washington’a gittik.
Bu gezilerin ilkinde heyet başkanı TPAO
Genel Müdürü Korkut Özal, ikincisinde ise Selahattin Özkan’dı.
Dünya Bankasında bir salonda toplandık,
bizden geniş izahat istediler. Sorular sordular. Nasıl bir proje organizasyonu
düşünüyorsunuz? dediler. Biz, Rafineri 2. tevsiini yeni bitirmiştik ve ben
zamanımın yarısını proje şantiye ofisinde geçiriyordum.
Bir kara tahta istettim ve tahtaya 13.5 kişiden oluşan bir proje teşkilatı çizdim. Bu
teşkilat proje müdürü, maliyet mühendisi, muhasebeci, kilit ofis elemanları ve
5 adet enspektörden oluşuyordu. Buçuk
kişiyi de rafineriden yarım günlüğüne ödünç vereceğim personel şefi
oluşturuyordu. Adamlar hayran kaldılar ve hemen krediyi onayladılar. Tesis 36
ayda tamamlandı. Rafineri Müdürü Turgut Öğmen’i bu işin başına getirdik.
1974’de tesis işletmeye açıldı.”
JEOFİZİK GÖLBAŞI’NI
MESKEN TUTUYOR
Fahrettin Baturer anlatıyor: 1972 yılına
kadar sismik etütler müteahhit yabancı şirketlere yaptırılırdı.. 1971 yılı
sonunda GSİ firması ile bütün ekibin alet araç ve gereçlerinin TPAO’ya
devredilmesi şartı ile 3 aylık bir anlaşma yapıldı. Ve ben Özer beyin emri ile
gravimetre ekip şefliğini bırakarak bu ekibin kamp amirliğine getirildim.
1972 Ocak ayından itibaren ekibin bütün
araç ve aletlerini İskendurun’daki depolarda
bakıma tutarak araziye hazırladık.
Mayıs başında tamamen TPAO personeli ile , 1 tek observer
hariç Trakya’da çalışmaya başladık. Yetişmiş obzerverimiz olmadığından GSI firmasından bir ecnebi observer kiralandı. Arazi mevsimi
sonu Ankara’ya döndük:
O zaman Gölbaşı tesislerinde Mithat Tolgay beyin müdürü olduğu Araştırma Şubesi çalışıyordu. Jeoloji ve gravimetre
ekipleri araçlarını park ediyor ve kamp malzemelerini de kendilerine ayrılan
bir depoya koyuyorlardı.
Eskiden oto tamirhanesi olarak büyükçe bir
bina ile Mithat beyin tahsis ettiği 2 oda ve bir depoya ekibi
yerleştirdim. Ocak ayı başında servis şefimiz Yalçın bey Diyarbakır’a giderek Türkiye’yi terk eden
Prakla firmasının bütün araç ve malzemelerini
teslim almamı söyledi.
Geçici kadrolu şöförlerimizi toplayarak
Diyarbakır’a gittik. Bütün malzemeleri çalışır durumda olan araçlarla,
çalışmayacak kadar kötü olan araçları da
tren ile Ankara’ya getirdik. Araçlar
benzinli unımog kamyon ve landroverdı.
Oto atelyesi yanındaki depoya oto yedek
parçalarını yerleştirdim. O kış çok üşüdük; hava ayaz, ısınacak tek bir
elektrik sobamız var
ve depo büyük.
Yeni gelen araçların ve ilk kurduğumuz
ekibin bakım ve onarımlarının yapılıp sezona yetişmesi lazım. Bu işleri
piyasada yaptırmamız imkansız. Gölbaşı’nda tamirhane kurulmasına karar verildi.
Mercedes ustası Adil Koyuncu ile bir
kaporta ve oto boya ustası işe alınarak
diğer ekibin personeli ile takviye edilip, Ocak ayı sonuna doğru bakım
ve onarım faaliyetine başladık. Büro olarak kullandığımız odayı gaz sobası ile
ısıtıyorduk. Atelyede her hangi bir ısıtma olayı yoktu. Mutfak olarak, arazide
kullandığımız treyleri kullanıyorduk.
Faruk Koloğlu da işe başlıyarak, Gölbaşı’na
geldi. Faruk ile beraber bütün araçların bakım ve onarımlarını tamamlayarak ki:
bu araçlar 13 kamyon, 15 landrover, 3 karavandan oluşuyordu. Mayıs ayı
ortalarında ekipleri araziye hazır vaziyete getirdik. Bütün araçları, TPAO
rengine boyatmış ve amblemlemiş olarak
sıraya dizdik. Hepsi pırıl pırıl olmuştu. Yalçın bey, Özer bey ve Ferhan bey
teftişe geldiler. Ferhan bey araçlara bakarak “Baturer; iyi güzel de, bunların
maliyeti ne oldu?” dedi. “Ben hesapladım pek fazla değil.” dedim. Nerden
hesaplayacağım? O zaman bizim öyle mali büromuz falan yok. Lazım olduça
harcıyorum. Rotatif avansım azalınca faturaları muhasebeye gönderiyorum, bana tekrar avans gönderiyorlar. İşi böyle
yürütüyorum.
O kış iki ekip hazırladık. Ekibin biri
DSF-IV sondajlı diğeri DSF- II Jeoflex. Sondajımız yok. Agbo firması ile sondaj
anlaşması yapıldı. Faruk, Sismik-1 Jeoflex ekibi ile Trakya’ya bende, yeni
kurulan Sismik-2 ile Güneydoğu’ya gittim. Böylece kendi ekiplerimiz ile TPAO
faaliyetlerine devam etmiş oldu. Bu arada
Doğan Fırat ve Kazım Bayülgen obzerver olarak yetişmişlerdi. Yeni
obzerver yetiştirmek üzere fizikçi Esat Anter ve Müjdat Değiş te işe alınmıştı.
1973’ün sonunda ihaleye verilen modern
çelik konstrüksüyon kaloriferli atelye binamıza yerleştik. 1979 yılı sonunda da
şimdiki idari binanın ihalesi verildi.”
“‘TPAO
Sevgisi’ni ve ‘Arama Bilinci’ni, yerbilimci dostlarımdan öğrendim”
Dursun Açıkbaş anlatıyor : “1968 yılı başında Batman Bölge
Jeoloji Müdürlüğü’nde kuyu jeoloğu
olarak göreve başladım. İlk görevim Malehermo-3 kuyusunda kendisine çok
şey borçlu olduğum, Doğu Tuna’nın yanında yardımcı olarak çalışmak oldu. Doğu,
son derece disiplinli ve özveriyle çalışan
sürekli kendini yenileyen, okuyan ve araştıran bir kuyu jeoloğuydu.
İzleyen dönemde; Suriye sınırında, Cizre–Nusaybin arasında yer alan ve TPAO
yönünden son derece büyük öneme sahip,
Dinçer-1 kuyusunda Önder Erdal ile
birlikte kuyu jeoloğu olarak çalıştım. Önder Erdal da Doğu Tuna gibi son derece üstün
niteliklere sahip çalışkan ve disiplinli
bir arkadaşımızdı.
“Okan
Özdemir’i örnek olarak alırdık.”
..Aynı dönemde, kuyu jeoloğu olarak çalışan
çok değerli bir meslek büyüğümüz olan Okan Özdemir yer altı jeolosinde ve kuyu
jeolosinde bir idol durumundaydı. Herkes
onun çalışma biçimlerini, başarılarını, çalışma tarzını, inanılmaz gayretini,
öğrenme ve gelişme arzusunu birbirine anlatırdı. Onun yaptıklarını daima
kendimize örnek alır ve kendisini bir rehber olarak görürdük.
Öylesine bir çalışma ve direnme arzusuna
sahipti ki; Suvarlı Kuyusunda kuyu jeoloğu olarak çalışırken,
Adıyaman-Gaziantep yolunda çok yoğun kış koşulları altında trafik kazası
geçirmiş ve bacağı kırılmıştı. Ancak o kırık bacağına rağmen çalışmaya devam ediyordu. Çok ısrar
edilmesine rağmen başladığı bu kuyuyu bitirmek için çok büyük bir mücadele
vermişti.
“Kuyuyu
sonuna kadar takip etmek onur meselesi idi.”
“…Kuyu jeologlarının görevli oldukları kuyulardaki çalışma süreleri kesinitsiz
olarak 24 saat devam ederdi. O dönemde bizler için, aldığımız kuyuyu son
derinliğine kadar takip edip bitirmek büyük bir hedefti. Bu bizim içimize
işlemiş vazgeçilemez bir arzuydu. Kuyulardaki hizmet süremiz bazen bir yılı
aşardı. Bazen bu uzun dönemde hiç evimize uğramadan görevimizi sürdürürdüğümüz
olurdu. Başladığımız kuyuyu bitirmek ve başkalarıyla paylaşmamak bizim için bir
onur meselesiydi. Ben bu çalışma
anlayışını ve özverili çalışma disiplinini sevgili aramacı dostlarımdan
öğrendim. Onlar aynı zamanda bana arama bilincini ve direnme gücünü
aşılamışlardır. O anlayış bizlerde mesleğe ve şirkete bağlılık duygusunu
yaratmıştır. Kendilerine çok şey borçlu olduğumu şimdi daha iyi
anlıyorum.”
*DİTAŞ
Nasıl Kuruldu-1974
Hasan Göker anlatıyor : “Uluslararası
petrol şirketler tanker işletmecilerinin tekeline karşı koyabilmek için taşıma ihtiyaçlarının
yaklaşık %20 ‘sini kendi tankerleriyle taşıma yolunu seçiyorlardı. DB Nakliyat
da sürekli yüksek taşıma ücretlerini bize empoze etmeye çalışıyordu. Biz
de ‘time charter’(süreli kira) ‘bare
boat’ (donanımsız) olarak tankerler kiralayarak taşıma maaliyetlerimizi
uluslararası reakabet seviyesinde tutmaya çalışıyorduk. İPRAŞ bayrağını taşıyan 4-5 tankerimiz olmuştu. Sonunda Ditaş’ı kurmaya karar verdik. DB
nakliyatçılar şiddetle karşı ve siyasi baskı yapmaya çalıştılar. Biz de Donanma
Vakfını da şirkete %10 hisse ile ortak
almak suretiyle bu engeli aştık. Şirketin stasünü 3-4 hafta içinde hazırladık.
Şirketin organizasyon şemasına iş tariflerine (8-10 kişi) ve ücret
skalalarını hazırladım. Sekreterim aynı zamanda Ditaş’ın yönetim kurulu
sekreterliğini yaptı. İstanbul Ofisimizden Ticaret Müdür Muavinini de Ditaş’a Genel Müdür Vekili olarak atadık. İpraş’ın
tanker kiralama ve taşıma işlerini zaten o yürüttüğü için işe hemen intibak
etti. Bu arada İPRAŞ’ da murakıp olan Em.Kor Amiral Rafet Armonu da Donanma Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliğine atandı.
Böylece işlerimiz biraz daha rahat yol alır oldu.
Büyük hissedar TPAO’nun o zamanki genel müdürü, arkadaşım Raşit Ceylan
yönetim kurulu başkanı, ben de başkan vekili
ve murahhas üye olarak görev aldım. Böylece kısmen kendi gemilerimiz,
kısmen DB Nakliyat tankerleri ve
kısmen de dış piyasadan ‘spot’ veya
‘time charter’lı gemiler kiralamak suretiyle ham petrol ve ürün taşımalarımızı
garanti altına almış olduk.”
TPAO
Kendi Sismik Ekibini Kuruyor
Yalçın Umurtak anlatıyor: “En korktuğumuz
şey, bizim kendi ekibimizi kurmamızdı. Kendi ekibimizi kurduğumuzda,
‘teknolojik bakımdan geri kalacağız,
teknik desteğimiz olmadığı için
bir arıza olduğunda yanlış bir
şey yapacağız, böylece eski yapılmış işleri de tehlikeye sokacağız’ diye çok
tereddüt ettik. Müteahhit firmayla anlaşma yaparken, müteahhitten kendi teknik adamlarının yerine Türk personel
koyacağımızı şart koştuk. Zaman içinde yabancı personel azaldı, bir tek
observer kaldı. Bu arada da bizimkiler işi öğrendiler. Bizim kendi sismik ekibimiz ile daha rahat, daha
randımanlı ve daha özverili
çalışacağımızı, biliyorduk.
.. Bu projenin ilk aşamasında, ilk sene Prakla ekibinde
observer yardımcılığı yaptım. Prakla’cılar
beni önceleri elektr onik kayıt sisteminin içine bulunduğu recorder
kamyonuna sokmuyorlardı. “Ben gidiyorum.”dedim. Bizimkilere söyledim; ‘beni
çalıştırmıyorlar’ diye. Hemen gerekli talimat verildi ve beni recorderin içine soktular. Recorder’ın
içine girdim ama ben yine hiçbir şey
bilmiyorum. Adam anlatmıyor ki; ben öğreneyim. 2 ay sonra ‘recorderci’ gidecek
ve ben recorderi kullanacağım. 3 ay geçti recorder karşımda ama ben hala kaldığım yerdeyim. Adam gelip işini
yapıp dönüp gidiyor. Ben yine gittim Ferhan Bey’e “Efendim ben bu recorderi
kullanacak duruma hala gelemedim, öğretmediler bana, haberiniz olsun.” dedim.
Ertesi hafta Ferhan bey geldi ekibe, ekip şefini çağırdı. Dedi ki: “ Bir ay
sonra obzerveriniz buradan gidecek ona göre programınızı yapın. Onun yerine
Yalçın çalışmaya başlayacak.” ‘Yalçın nasıl çalışır, tecrübesi yok falan’
dediler. Ferhan bey “Tamam; size bir ay süre veriyorum. Eğer siz Yalçın’ı o
seviyeye getiremeyecek durumdaysanız, o zaman biz getireni buluruz.” dedi ve
gitti. Bu sefer biz geceleri de çalışmaya başladık. Adamlar o zamana kadar
günde 10 atış yapıyorlardı. Biz eğer 20
kuyu hazırlanmışsa 20 atış yapıyorduk
günde. İki misli iş çıkmaya başladı.”
Observer Doğan Fırat anlatıyor: “1971 de bu işi biz de yapabiliriz
demeye başladık. 1972 nin planlaması yapılırken, GSI ekibinin teknolojinin
gerisinde kalan bir aleti var. Bu aletin
yenisinin yapılacağını öğrenince, biz yukarıya şöyle bir teklifte
bulunduk: Bu adamlara iş verin, onlar bir müddet çalışıp, aletleri bize
bıraksınlar ve gitsinler. Biz o zamanlar, kiralama yöntemiyle mal sahibi olmayı
keşfetmişiz. Teklif kabul edildi. Özer bey biraz ihtiyatlıydı. Onlardan bir
elektr onikçiyi tutup, işe koyulduk.
GSI ekibinin yaptığı toplam işin 2,5 mislini ürettik km. bazında. Onların elektr onikçileri, ‘bu Türkler hiç uyumaz mı?’ derdi. Bu
işi yapabildiğimiz anlaşılınca
yöneticiler yeni alet almak istedi.
1973 yılında araziye çıkartmak için DPS- 4’ü ısmarladılar. Bir versiyon atlamış
olduk ve ekipler ikiye çıktı. İşler daha da iyi olunca bir alet daha
ısmarlandı. Böylece kendi sismik ekiplerimize sahip olduk.”
Nejat Pekcan anlatıyor: “ Yabancıların
ekibinde o zamanlar 18 tane teknik eleman vardı. Gelen yabancı topografını, recorder çalıştıracak olan
obzerver’ini sondaj yapacak sondörünü, sondör yardımcısını ve şoförünü kendisi
getirirdi. Biz aramızda konuşurduk: ‘Bunları niye biz yapmıyoruz?’ diye. Bu
elemanlarda kısıtlamaya gittik. İkinci sene, müracaat eden firmaya; ‘Biz
topograf, sondör, şoför istemiyoruz. Bizim bu elemanlarımız var. Elektr onik cihaz dolayısıyla bir tane obzerver
ihtiyacımız var.’ dedik. Observerin yanına da yardımcı olarak Türk arkadaşları
koymaya başladık.”
ARAMA
GRUBUNDA YENİDEN YAPILANMA-1971
“Standart
Lejant”
Arama Grubu’nda hazırlanan raporlar, haritalar, kesitler, kuyu logları vb
gibilerin hazırlanmasında kullanılan işeratler (lejant formları) için belirli standart yoktu . Bu konuda çok
deneyimi olan Shell şirketinin ‘standart
legend’ ini esas alarak teknik elemanlarımız ve resimhane için bir kılavuz
hazırladık ve yürürlüğe koyduk. Bu çalışmalara
ben başlamıştım, ancak benden sonra grup başkanı olan Turgut Bolgi
sabırlı bir çalışma ile kılavuzun kalan büyük kısmını tamamladı
ve kullanılır hale getirdi. Sanırım
bu kılavuz hala yürürlüktedir...
“Arşivler
Yeniden Düzenlendi “
...Arama”da ilk adım, varsa geçmişte
yapılan çalışmalarla başlar. Başkanlığım sırasında, Arama Grubu’nda ilk
işlerden biri de oldukça büyümüş fakat sistemsiz bir durumda olan arama rapor ve harita
arşivlerini düzenlemek oldu. Gruba atanan kütüphanecilik mezunu Altan Bektaş bu
işle görevlendirildi. Yoğun bir çalışma sonucu, arşiv istenilen veriye her an
ulaşılabilir duruma getirildi. Sanırım
bu sistem halen yürürlüktedir.
Bilgisayar devrimi ile bu işler çok daha
kolaylaşmıştır...
“ Kendi
Log’unu Kendin Al”
....Özellikle üretim kuyularında yapılan log alma ve perferasyon işleri, çok
yüksek maliyetler oluşturuyondu. Log ve perforasyon işlerinin kendimizce
yapılmasına karar verildi. O zaman başarılı bir firma olan Gearhard Owen
firmasından tam donanımlı log kamyonu alınmasına karar verildi. Firma, iki elemanımızı Amerikada yetiştirdi. Daha sonraları yeni kamyonlar alınarak işler
büyütülmüş.”
VERİ
İŞLEM MERKEZİ
Yalçın Umurtak anlatıyor: “ Bizim yıllık
veri işlem proses masraflarımız 120 bin dolar tutuyordu. Merkezin kurulması ise aşağı yukarı 150 bin
dolar tutuyordu. Sisimik müteahhitlerimize
dedik ki : “Türkiye’de gelip bu merkezi kuracaksınız. Gelip burada
asgari 3 kişi çalışacak. Her birinin yanında biz 1’er 2’şer duracağız. 3-4 ay sonra bu 3 kişi 2 ye inecek
belki 1’e inecek 6 ay sonra. Ne zaman
biz bunu çevirmeyi göze alırsak sizden hiç personel kalmayacak. Ama bir teknik
yardımlaşma anlaşması yapacağız. Bizim isteğimiz teknik üniteyi istediğimiz
zaman gelip koyacaksınız.“ . Bu şekilde yine görüşmeler yaparak 5 tane arkadaşı
işe aldık. Bunlar Orta Doğu’dan ve İstanbul Fizik’den mezundu. Biz Demir bey’le
beraber Londra’ya gittik, bu şirketlerle son bir pazarlık yaptık. Ama bize bu
yetkiyi veren TPAO. İşin ilginç tarafı böyle bir parayı harcamak için bizim
sözümüze güvendi TPAO. Bu çok önemlidir. Ben, Demir Özçandarlı ve şimdi ABD’de
yaşayan Profosör Cahit Çoruh şirketlerle
görüştük. Bir yıllık veri işlem parası ile merkezimizi kurduk.
Eğitime çok önem verdik biz. Aleti al 2
tane de eleman al. Hayır hiçbir zaman bu görüşte olmadık biz. Önce o elemanı
eğittik ve hizmet beklemeden eğittik.Yani Mustafa Murathan yılın 6 ayını dağlarda ekiplerde koşturmuştur. Ama
ondan sonra da genel müdür olmuştur. Böyle bir eğitimden sonra biz bazı
hamlelere atıldık. Yabancı ekipler günde 10 atış yapıyordu. 20 kuyu hazırsa,
biz, 20 atış yapıyorduk.
Mesela Veri İşlem Merkezi’nde biz öyle bir
çalışma ortamı hazırladık ki Demir Özçandarlı arkadaşımız veri işlem merkezinde
çalışmamıştı o güne kadar. Ama bu potansiyeli vardı tabi. O da kısa zamanda
öğrendi bunları. Bize teyp gelirdi, geri giderdi; Londra’dan ‘bu okunmuyor’
diye. Yani kayıtta bir problemimiz var diye. Eyvah ne yapacağız o kadar emek
boşa gitti diye endişelenirken, Demir bey telefon eder; ‘ Yalçın bey, tamam,
okuduk, yaptık.’ diye.
Yani demek istediğim bu arkadaşlar, eğitim
sistemi ve Ferhan Bey’in bu konulardaki ileri görüşleri sayesinde çok iyi bir
formasyon gördüler.Ve bunlar mesleklerinde yurt dışında çalışabilecek seviyeye
geldiler. Ben mesela 9 sene yurt dışında çalıştım. Bugün Özdoğan Yılmaz ve Edip
Baysal özellikle ABD’de halen mesleklerinin en parlak dönemini yaşıyorlar.
Madalyalar alıyorlar.
Yani 1960 yılından sonra jeofiziği
yaratmışız. Ama o kadar sağlam yaratmışız ki: bizim ekipte çalışan
arkadaşlarımız şimdi yurtdışında rahatlıkla çok iyi pozisyonlarda çalışıyorlar.
Erkin Göktürk mesela; o da Kuzey Amerika’da, Orta Amerika’da devamlı baş
jeofizikçilik pozisyonunda çalışmıştır. Nejat Bey senelerce Libya’da jeofizikçi
olarak çalıştı. Turgay Öğüt, Nezih
Arıkman, Refik Üçkuzular senelerce yurtdışında başarıyla çalıştılar. Hepimiz ne öğrendiysek TPAO’da öğrendik. Onun için TPAO’ya
müteşekkirim. Yani ben okulda sadece standart bazı bilgileri öğrendim. Ondan
sonra her şeyi TPAO’da gördüm.”
*
Hakkari Saha Jeolojisi - Tektonik Model
Belirleme Çalışmaları
Dursun Açıkbaş anlatıyor : “1972 yılında, levha tektoniği
kavramı TPAO’da ilgi görmeye başlamış ve bu ilgi özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tektonik modelinde büyük
değişmelere neden olmuştur.
Söz konusu dönemde, Arama Grubu’nda göreve başlayan Ozan Sungurlu’nun yaptığı katkıları
unutmamak gerekir. Sevgili dostum Ozan, Türkiye’ye gelmiş geçmiş en iyi saha
jeologlarından biriydi. Ozan, sahadaki sentezleri, görüşleri ve bunları
uygulamaya geçirmesiyle bir bütün
olarak, Türkiye’nin, özellikle tektonik
modelinin belirlenmesinde, yadsınamaz şekilde katkılarda bulunmuştur. Ayrıca
Necdet Soytürk, Cengiz Baştuğ, Türksen Erdoğan, Doğan Perinçek , Özer Balkaş, Erdal
Çelikdemir, Cevat Pasin, Remzi Aksu, Zülfikar Biçer, Senai Kozak, Murat Mancarcı, Güray
Kurt ve Ergün Tuna gibi değerli yer bilimci kardeşlerimizin katkılarını da
unutmamak gerekir.
1974 yılında, benim de içinde yer aldığım
büyük bir çalışma grubu oluşturulmuş ve takip eden yıllarda, Adıyaman kuzeyinden başlayarak İran sınırına
kadar devam eden tüm şariyaj bölgesinin 1/25.000 ölçekli jeoloji haritaları yapılmıştır. 4000 m . yükseltilere ulaşan ve son derece engebeli
arazi koşullarına sahip çalışma alanında
jeolojik etüdler son derece zor
koşullar altında, büyük bir özveriyle
tamamlanmıştır. Ülkemizde yaşanan
terör olayları nedeniyle önümüzdeki
yakın dönemde, söz konusu çalışma bölgesine
çok büyük olasılıkla hiçbir yer bilimcinin gitmesi ve çalışması olanaklı
olmayacaktır. Bu nedenle, o
dönemde şariyaj bölgesinde yapılmış
jeolojik çalışmalar, bugün büyük öneme sahiptir.
Hakkari Yöresi’ndeki çalışma dönemi, meslek
yaşamının en güzel günleriydi. Bir
yandan sarp dağlarda yoğun bir çalışma
ortamında, bölgenin jeolojik sorunlarını çözmeye çalışırken, diğer yandan
bölgedeki emsalsiz güzellikteki doğa harikalarını doyasıya yaşıyorduk. Kah Cilo
Dağlarında buzullara karşı Ağustos ayında kiloremetrelerce kar üzerinde
yürüdük; kah Sat Gölleri’nin dondurucu
soğukluktaki sularında yüzmeye çalışıyorduk. O günler, belleğimize kazınan inanılmaz güzel
günlerdi.”
*
Arama Stratejisinde Yeni Anlayış- Batman Jeoloji Kapatılıyor
Dursun Açıkbaş anlatıyor: “1970 yılının
sonlarında Arama Grubu’nda yeni oluşturulan ‘petrol arama stratejisi’ nin
gereği olarak Batman Jeoloji Müdürlüğü’nün kapatılmasına ve burada görevli
bütün jeologların, Ankara’ya, Arama Grup Başkanlığına tayin edilmelerine karar verilmişti.
Dönemin Arama Grubu yönetimi, Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nin yeterli hidrokarbon
potansiyaline sahip olmadığı görüşüne varmış ve izleyen dönemde
Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sondajlı petrol arama çalışmalarını en alt
düzeye indireceğini kararlaştırmıştı.
Güneydoğu Anadolu Bölgesi dışında kalan Trakya, Karadeniz ve Toros Bölgeleri
ile Tuzgölü, Adana-İskenderun, Sivas ve Erzurum –Tekman basenlerinde
sondajlı arama çalışmalarını
yoğunlaştırarak sürdüreceğini ve dolasıyla arama yatırımlarını bu bölgelere
kaydıracağını planlamıştı.
Üst düzey bir Arama Grubu yöneticisinin
hazırladığı ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na sunduğu raporda söz
konusu basenlerin son derece büyük hidrokarbon potansiyeline sahip olduğu belirtilmişti. Ancak böylesine hayati öneme
sahip bu rapor grupta çalışan
yerbilimcilerden gizli tutulmuştu.
Söz konusu rapor esas alınarak, sondajlı
arama faaaliyetlerimizde büyük artış olacağı planlandığından Romanya’dan bir
çok sondaj kulesi satın alınmış ve kule
sayımız 37’e çıkarılmıştı. Sahip
olduğumuz kulelerin önemli bir bölümü çalıştırılmadan bekletilmiştir. 1986
yılında, çalışan kule sayısı en üst düzeye ulaşmış ve 26 olmuştur. Diğer yıllarda ise ortalama 12-15 dolayında
sondaj kulesi çalışmalarını sürdürmüştür.
.
İşte; söz konusu bu ‘arama stratejesi’ndeki anlaşılmaz değişiklik
sonucu bilinçsiz bir biçimde bir anda satın alınan sondaj kulelerinin
katılımıyla, artan kule sayımız TPAO’ya önemli ekonomik kayıplara neden olmuştur. Ayrıca, bu
gelişmeler 1970 yıllarından bu yana, dünyada büyük gelişmeler gösteren sondaj
teknolojisinin şirketimize tam olarak gelmesini ve kullanılmasını
engellemiştir.
Söz konusu arama stratejisinin
uygulanmasının başlama tarihi olan 1971 yılından başlayarak, 1991 sonuna kadar
ülkemizde 39 adeti TPAO’ya ait olmak üzere toplam 56 adet hidrokarbon
bulgusu gerçekleştirilmiştir. Altını çizerek belirtmek isterim ki; söz konusu
keşiflerin 53 adedi yeterli hidrokarbon
potansiyeli yok denilen ve bu nedenle kapatılan Batman Jeoloji Müdürlüğü’nün
çalışma kapsamı içinde olan Güneydoğu Anadolu Bölgesinde olmuştur.
Bizler, o dönemde Bölge Jeoloji Müdürlüğünde
çalışan jeologlar olarak, bu tayin olayına büyük tepki gösterdik. Dönemin bölge müdürü Fadıl Teymur’la
yaptığımız toplantıda, ısrarla Ankara’ya gitmek istemediğimizi ve yapılan
uygulamanın yanlış olduğunu belirtmeye çalıştık. Ancak kendisi Jeoloji
Müdürlüğü’nün kapatılma kararının Arama Grubu tarafından alındığını ve
kendilerinin yapacak hiç bir şey olmadığını bildirdi. Bizler büyük bir üzüntü
ve belirsizlikler içerisinde Ankara’ya geldik.
İki yıl gibi kısa bir süre içerisinde, 1972
yılı sonlarında, Arama Grubu’nu yöneten aynı kadroların kararıyla Batman
Jeoloji Müdürlüğü yeniden kuruldu.
Doğu Tuna’nın yönetiminde çalışmalar başladı. Çok kısa bir süre
içerisinde gelişen bu olay Arama Grubu yönetimi ile ilgili beynimde
belirsizlikler ve sorgulamaların başlangıç noktasını oluşturmuştur.”
*
Romen Kuleleri, Aksaray Bölge, Sondaj Bölge ve Trakya Bölge
“1975 yılından sonra, Arama Grubunca
hazırlanan bir rapora göre Türkiye nin petr ol
bölgeleri belirtildi ve yoğun bir arama proğramı yapıldı. Bu proğrama karşılık,
sondaj aktivitesinin de artırılması istendi. Bu göre de sondaj makine sayısının
da arttırılması gerekti. O zaman elimizde
16 makine vardı. Amerikan malı yeni makineler gelmişti ama bu proğrama göre tasarlanan aktiviteyi bu sondaj
makinaları ile gerçekleştirmek mümkün değildi. Makine sayısının artırılmasına
karar verildi. O sırada Romanya ile enteresan bir bağlantı imkanı çıktı .
Romanya’ dan sondaj makinesi alma düşüncesi oluştu. Romanya’ya para yerine
takas yoluyla fındık, fıstık, kuru üzüm vb verilecekti. Batman olarak bizim, bu
takastan daha sonra haberimiz oldu.
Ankara Sondaj Grup Başkanlığı, bu işleri götürüyordu. Biz bu sırada MTA’dan 2
Romen sondaj makinesi aldık ve deneyim
elde ettik. Sonuç olarak Romen makinesi
alınmasına Batman Sondaj Bölge Müdürlüğü olarak karşı çıktık. Problemler vardı
ve 28 makine daha alınacaktı. 30-35 makine lik gücümüz var. Bunun programlanması
lazım, insan yönünden. Malzeme de lazım. Bu planlar yapılmadı. Ankara’yla (
sondajla) büyük çekişmeler yaşandı. O sıra da , bu makinelerın alındığını
öğrendik. İ.Hakkı Arman, Sondaj Grup
Başkanıydı. Aydın Güzelce, beni Ankara’ya gönderdi. O kuleler geldi. Hantaldı,
sonradan o makinelerin pompa, tank, motor gibi her şeylerini değiştirip öyle
kullandık.Verimli değildiler. Amerikan kulesi 30 arabayla taşınırken bunlar 60 arabayla taşınırdı, çok ağır ve
hantaldılar. Takas dendi ama sonradan parasını tıkır tıkır ödedik. Sonradan da Türkiye’de ekonomik kriz
başlamıştır.
Ekonomik krizden kurtulmanın en kolay yolu
petr ol bulunmasıdır. Öyleyse bu yola
gidelim denildi. Mühim olan, o yola gitmenin yanında onunla ilgili
hazırlıkların yapılması için acele edilmesi gerekirdi. Bu hiçbir zaman
yapılmadı, kuleler geldi. Aksaray’a indirildi. Aylarca değil yıllarca
bekletildi orada. Eleman yoktu. Kulelerin
devreye girmeleri 3-4 yıl sonra oldu. Elimizde onları kullanacağız ama
yöresel bir program yok. Kulenin montajını bitiriyorsunuz, kuleyi sevk
edemiyorsunuz. Çünkü elde program yok. Bizimki tam -Türk işi- bir acelecilikti.
Bu kuleleri almamız öyle olmuştur.
Kuleler Aksaray’a geldi. O işlerin
yürütülmesi için önce, TPAO nın en büyük teşkilatı olan Batmanın kontr olü
altında Aksaray da bir Başmühendislik kuruldu ve ilk önce işi bu birim
vasıtasıyla yürütülmek istendi. Sonradan dendi ki ; -Batman ile Aksaray uzak,
idari yönden sorun çıkar. Biz burayı bölge müdürlüğü yapalım- dediler. Buna
paralel olarak 11 tane arama bölgesi kuruldu. Adana-Trakya-Adıyaman vs.
Bölgeleri Aksaray Bölge Müdürlüğü yürütürken, Batmandaki bir takım arkadaşlar
oraya tayin edildi. Ankara’da bir Sondaj Bölge Müdürlüğü kuruldu. Tuncay Tümay,
Ankara Sondaj Bölge Müdürlüğünün başına
tedviren getirildi. Bir süre sonra Batman Bölgesi, Aksaray Sondaj Bölgesiyle
sürtüşmeye başladı. Malzeme alış verişinde problemler çıktı. Bu bölgeden diğer
bölgeye malzeme sevki bölge müdürlüğünce yapılır. Sondaj Müdürü olarak, siz
malzeme sevkine onay verseniz bile, bölge müdürü –hayır- dediğinde, o malzeme
gitmez. Onun malzemeye ihtiyacı varken, senin ambarında malzeme varken malzeme
gidemez duruma geldi. Personel aktarmasında da problemler çıktı. Kimse iyi
adamını vermek istemedi. Sorunlar çözülememeye başladı. Ölü doğan bir teşkilat
oldu. Aksaray Bölgesinin çalışacağı yerler problem olmaya başladı. Aksaray’a,
Batman’a, Adıyaman’a giremez, orası benim
kontr olümde Aksaray,
Trakya’ya baksın.- dendi. Bu arada Mehmet Yamaç Batman’a, ben Ankara’ya Bölge
Müdürü oldum. Problemler daha yumuşamaya başladı. Bu sırada sondajın şirket
dışına çıkarılması konuşulmaya başlandı.
Biz, fikir üretmeye başladık, -sondajı
tek elde toplayalım-dedik. Aksaray’la Sondaj Grubunu birleştirelim,
belli bir süre sonra da, Batman Sondaj Müdürlüğü’nü de buraya bağlayalım ve
sondaj, TPAO bünyesinde bir nevi Holding gibi kendi bünyesinde TPAO’ya bağlı
ayrı bir teşkilat olarak yürüsün.
Bunun ilk adımı olarak, Aksaray’la Sondaj Bölgesini
birleştirdik. Mali işler ve personel düzenlemesi yapıldı. Grubun yetkileri
şunlardır, Batman Bölge Müdürlüğünün yetkileri de şunlardır diye bir yönerge
hazırladık . Aksaray Bölgesinin sınırları ve yetkileri daha dardı. Bu adımları
atınca büyük sorunlar yaşandı. Bizi bir bölge müdürlüğü teşkilatı olarak
görmediler. Grup yetkisinde de görmediler, acayip varlık olduk biz. Ancak, her
şey Yönetim Kurulu kararıyla çıktığı için
bazı yetkilerimiz vardı. Ben çok teftiş gördüm, bu karışıklıklar
yüzünden.” Yalçın Altan
*Sondaj Kendi Muhasebe Sistemini Kuruyor
Yalçın Altan anlatıyor: “Ben 1980 yılında
Ankara Sondaj Bölge Müdürü olarak Ankara’ya geldim, 1 yıl sonra da Ankara
Sondaj Bölgesi ile Sondaj Grubu’nu birleştirdik. Ben Grup Başkanıyım, Eylül
ayında Mali İşler’den -sizin paranız bitti – dediler. Olayı anlayamamıştım. Nasıl olmuştu da paramız
bitmişti? Bu olayla 15 yıl sonra –bütçe- denen kavramı
algılamıştım. Bu tüm üniteler için de aynıydı. Bu hadiseden sonra, Sondaj
Grubuna ait bir muhasebe teşkilatının kurulmasını kararlaştırdık. Yücel Ozan
muhasebe sistemini kurdu. Bu şirket
içinde tepkiye neden oldu. ‘Siz ayrı bir teşkilat mısınız ?’ dediler. ‘Evet.
T.P.A.O. bünyesinde ayrı bir teşkilatız biz.’ dedim. Paranın nasıl sarf
edildiğini görmek istiyorum. Muhasebeden gelen bilgiler tam değil. Batman’daki
kayıtlar bize de, Mali İşlere de geliyordu. Biz, Mali Gruptan bilgi gelene
kadar, Batman’dan aldığımız bilgilerle listelerimizi hazırlıyorduk. Yapılan
masrafların Üretime, Kuyu Tamamlama’ya vs. ait olanlarını çıkarıp sondajın gerçek harcamalarını çıkarıyorduk. Böylece,
biz kendi bütçemize sahip olmaya başladık. Çünkü kuyu da yapılan bütün
masraflar sondaja yazılırdı. Oysaki kuyuya yapılan masraf başkadır, sondajın
masrafı başka bir şeydir. Süreyya Ekim
beyin, Özer Altan beyin, bu işte çok büyük katkıları oldu. Bu düzeni 1992
yılına kadar getirdik.”
‘Biz, teknoloji açısından geriyiz’
diyenlere kesinlikle katılmıyorum. Sondaj durağan bir sistem içinde hiç olmadı.
Dünyadaki teknolojilerin Türkiye’ye yansıtılması, çok süratle ve başarıyla
olmuştur. Dünyada yeni bir şey çıkmışsa Türkiye’ye intikali 1-2 yılda olur. Çok
süratle olurdu. Parasal sıkıntı yoktu çünkü. Parasal güç olduğu sürece,
teknolojiyi takip etmek, sorun olmaz. Sondaj Mühendislerinin eğitilmesi de buna
paralel olarak,1960’lardan beri gelişmiştir. Çamur mühendisliğinden
başlamıştır. Teknoloji de geri değiliz. 1965 yılında, ben yeni stajyer
mühendisim, IDECO-600 kulesindeyim. Can Naci Toktar ile bir matkap firmasının
temsilcisi kuleye geldiler. Firma temsilcisi kuleye bakarak ‘Ben bu kuleye çıkmam, Hayati güvence yok’
dedi.. Onun bakış açısına göre doğru ama biz orada çalışmaya mecburuz. Çok kısa bir süre sonra imkan doğar doğmaz o
makineler atılmış, yerine yenileri alınmıştı. Bizim “ben burada çalışmam” deme
lüksümüz yoktu. Onun için teknolojinin getirilmesine daha yatkın bir mizacımız
vardır. Bizdeki en büyük sıkıntı,
teknoloji değildir, iş verimliliğinin artırılmasıdır. İş verimliliğini
artırmazsanız, hangi teknolojiyi getirirseniz getirin başarıyı
yakalayamazsınız. Bir zamanlar ,4 ay boyunca,
30 sondaj makinesiyle
çalıştığımız olmuştur. 1984-1986 yılları arasında 24 makine ile çalışırken bu
bu kulelerin ekipleri tek
personel bile işe alınmadan gerçekleştirilmiştir. Ekipleri böldük. Arama Grubu bize program veriyor, biz de makine sayısını
artırıyoruz. Vardiyalarda 6 kişi çalıştırıyorken bu rakamı 4’e düşürdük.
Sendika kıyamet kopardı ama yaptık. Bu yoğun tempo 6 ay sürdü. Sonra program
beslemedi bizi ve durdurduk.”
Ankara
Sondaj Bölge Müdürlüğü Çözülüyor
“Ankara Sondaj Bölge Müdürlüğü kurulduktan
sonra, bu kadar büyük makine parkı, bu kadar malzeme nakli, eleman ihtiyacı
gibi problemler çıktı, Sondajı ayrı bir şirket yapalım fikirleri oluşurken,
beni Sondaj Grup Başkanı yaptılar. Benim bazı düşüncelerim vardı. Ankara Sondaj
Bölgesi ile Sondaj Grup Başkanlığını bir elde , bölge yetkilerini de taşımak
üzere birleştirdik. Hedefimiz, daha sonraki adımda Batman Sondajı da ‘Sondaj
Teşkilatı’nın içine alıp, sondaj personelini ve malzemesini tek elden yürütmek.
Holdingin içinde ayrı bir genel müdürlük gibi. Yönetim Kurulu kararları
çıkardık. Bölge yetkilerini de Sondaj Grup Başkanlığı yetkilerini de kullanmaya
başladık. Bu çok büyük tepki çekti, şirket içinde. Bölgeyle aynı yetkiye sahip
olmanız reaksiyona neden oldu. Sondajın güçlenme eğilimi rahatsızlık yarattı .
En büyük etken, bazı kararlarda daha ağırlıklı olarak karşı koyabilmemizdi. Bu,
birtakım şirket temayüllerine uygun olmayan şeyleri de önlemeye başladı.
Örneğin paramıza sahip çıkınca, Mali Grup, personele sahip çıkınca Personel
Grubu , malzememizi kendimiz alınca İkmal Grubu karşı çıktı. Problemler
başladı. Bu arada, Ankara Sondajın kulesi, personeliyle birlikte, Batmanın
kulesiyle yan yana Adıyaman’ da ve
Batman’ da çalışmaya başladı. Sınırlar ve kesin hatlar ortadan
kalktı,ortak çalışma imkanı doğdu. Bu bana göre bir devrimdir. Gerek üst
yönetimin bunu uygulamakta bize yakın davranması gerekse Batman Bölge Müdürü Mehmet Yamaç’ın bu konuda çok yardımcı olması, bu işlemin yönlenmesinde
etkili oldu. Zaman içinde, bu çalışmalar, verimliliği artıracak işlemlere
dönüşmeye başlandı. Bunlar ekip işidir. Üst ve yanla iyi ilişkiler sonucu
Türkiye Petr olleri’nin o güne kadar
olan en üst sondaj değerleri alınmış oldu. Çok metr aj
yapıldı, personel eğitimi ve makine parkında değişiklikler yapıldı. gelişmeler
kaydedildi. En önemli noktalardan biri de, piyasaya da iş yaptıralım
denilmesiydi. Sondajın maliyeti çok yüksekken, biz kendi mali teşkilatımızı
kurup, harcamaları denetlemeye başlayınca gerçekler ortaya çıktı. Biz de
-buyurun dışarıya yaptırın- dedik. Dışarıya iş yaptırmak çok daha pahalıya
gelecekti. Özelleştirmenin ilk adımları, şirket içinde atılmış oldu. Bugün,
sondajı TPAO bünyesinden alıp bir şirket haline getirirseniz o şirketin Türkiye
şartlarında yaşama şansı yok. Çünkü Türkiye’ de tek alıcı müessese TPAO. Başka
iş veren yok.Özel bir iki tane var, bir de siz olacaksınız, bunun rekabeti yok.
Herkes bu açıdan bakmadı tabii. Sonra Türkiye Petr olleri,
ülke ekonoik krize girdiği için ekonomik kriz içine girdi. in. Türkiye Petr ollerinin gelirlerinde düşme oldu. İşin azalması
durumu ortaya çıktı. İş azaldığı sürece siz kötü adam durumuna giriyorsunuz.
Türkiye Petr olleri çok para harcayan
bir şirket durumuna giriyor. Şöyle de bir zihniyet vardır. “ Yurtdışından %
80-90’ını getiriyorsam, hepsini de getirebilirim.” Bugün, 5 kuyu yerine 10 kuyu
açınca faaliyet % 50 attı diyoruz. Bunlar bebek seviyedeki çalışmalar, 100 kuyu yerine 200 açarsanız da 50 arttı dersiniz, 10 varil yerine 30 varil
üretim yaparsanız % 200 arttı diyemezsiniz. Bugünkü sıkıntı o. Şirket’te bizle ilgili rahatsızlıklar
başladı. Aynı yetkilere haiz başka üniteler varken, onların yetkilerine
alışıldığı için kimse onlara bir şey
söylemezken bize karşı çok büyük bir tepki
başladı. Genel Müdürlük katında bize yönelik ters hadiseler oluşmaya başladı .
Bunu sonucu olarak Trakya Bölge Müdürlüğü kuruldu. Ankara Sondaj ile Sondaj Grup Başkanlığı’nın birlikteliği
çözüldü, Aksaray Baş Mühendisliği, Grup’tan ayrılıp Trakya’ya bağlandı.
Böylece, sonuç olarak, sondaja yönelik ileriye atılan adımda, en başa dönüldü.
Bu süreç 3 yılda oldu. Bu sırada ben Sondaj Grup Başkanıydım.” Yalçın Altan
* “
Kendi haritalarımızı basamadığımız için çok üzgünüm”
Dursun Açıkbaş anlatıyor : Güneydoğu
Anadolu’nun tümünü kapsayan jeolojik haritalar, TPAO tarafından yapılmıştır. Başka
hiç bir kurumda böylesine ayrıntılı jeoloji haritaları bulunmamaktadır. Güneydoğu
Anadolu dışında Karadeniz Bölgesi’nin önemli bir bölümünün, Toros
Kuşağı’nın ve Trakya Bölgesi’nin
ayrıntılı jeoloji haritaları, TPAO yerbilimcileri tarafından yaplmıştır. Arama
Grubu Başkanı olduğum dönemde, yapılan
bu haritaların yayımlanması ve basılması yönünde bir çalışmayı başlattık. Ancak
1993 yılında görevden ayrıldığım için bu projeyi sonuçlandıramadan geri
bırakmak zorunda kaldım. Böylesine önemli bir görevi sonuçlandıramamak TPAO için büyük bir kayıp olmuştur.
MTA, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı’nın haritalarını alıp, kendine
mal ederek söz konusu haritaları basıp yayımlamıştır. Kendi eserimiz olan
haritaları, TPAO adına basıp yayınlıyamadığımız için büyük üzüntü
duymaktayım.
“Eskiden
lokasyon toplantılarına her yerbilimci giremezdi”
..1976 yılında, Batman Jeoloji
Müdürlüğü’den Arama Grubu’na Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde çalışmak üzere,
Kurmay Jeolog olarak tayin oldum. Aynı
bölgede çalışan Jeofizikçi Turgay
Öğüt’le birlikte Güney Kayaköy-2 kuyusu lokasyonu ile ilgili çalışmalarımızı
tamamlamış ve Grup Başkanlığındaki lokasyon toplantısına girmiştim. Bu benim katıldığım ilk lokasyon
toplantısıydı. Söz konusu dönemde lokasyon toplantıları, birçok yerbilimcinin
katılımıyla yapılan ve tartışmaya açık yapılan toplantılar değildi. Arama
Grubu’nda çalışan yerbilimci kadrosunun önemli bir kesimi, herhangi bir
lokasyon toplantısına katılmadan emekli olurdu. Genelde, lokasyon önerisini
hazırlayan yerbilimci, çalışmasını Arama Grubu ‘nun üst yönetimine sunar ve
gereken kararı yönetim verirdi.
Güney Kayaköy-2 kuyusuyla ilgili çalışmamızı grup yönetimine takdim ettik;
sonuçta kuyunun açılmasına onay verildi. O sırada, bir büyüğüm: “Geçenlerde Hazro Yükselimi’nin
oralarda arazide dolaşırken, yükselimin
doğu kesiminde bir yüzey kıvrımı gördüm.
Sen o bölgede çalıştın ve oraların
jeolosini iyi bilirsin. Oraya bir kuyu versek ne dersin?” diyerek benim
görüşümü almak istedi. Çok saygı duyduğum bu büyüğüme “Efendim siz lokasyon
yerlerini böyle mi belirliyorsunuz?” deyince toplantıda soğuk rüzgarlar esti ve toplantıya hemen son verildi.”
Lokasyon
nasıl verilirdi ?
…Eskiden, Arama Grubu’nda kuyular
çoğunlukla saha jeolojisi çalışmaları esas alınarak belirlenen yapılarda
açılırdı. Jeofizik veriler ve yeraltı jeolojisi verileri, sınırlı bir biçimde
uygulanmaktaydı. Yerbilimci kadrosunun büyük bir bölümü saha çalışmalarında
görevliydi. Türkiye’deki yerbilimci
yetiştiren üniversiteler, petrol
aramacılığının uzmanlık alanları ile ilgili eğitim olanaklarına sahip değildi.
Bizlere sadece yüzey jeolojisi ve genel jeoloji konularında daha çok teorik
bilgiler verilmişti. Petrol sektöründe
çalışan yerbilimcilerin, üniversite sonrası
çalışma yaşamları boyunca inanılmaz bir gayretle okuyarak, araştırarak
ve kendilerini sürekli yenileyerek bu eksikliklerini kapatmaları gerekiyordu. Bunu
başaran yer bilimci kadromuz, son derece sınırlıydı. Okan Özdemir, Doğu Tuna,
Önder Erdal, Turgay Öğüt ve Fehmi
Aksaray gibi yerbilimciler, bu değişimin öncülüğünü yapmışlardır.
Türkiye, jeolojik ve tektonik konumu
nedeniyle son derece karmaşık bir yapıya sahiptir. Yüzeyde görülen yapılar
yeraltına yansımamaktadır. Örneğin; en az tektonizmaya uğramış Güneydoğu
Anadolu’nun self alanının kuzey kenarında, Adıyaman Bölgesinde keşfedilen Akpınar sahasında, yüzeyde Şelmo formasyonu
görülür. Akpınar sahasının hemen kuzeyinde yer alan Halof yükselimi, kot olarak
yaklaşık 400 m
daha yüksektir ve yüzey Midyat Kireçtaş’larıyla kaplıdır. Ancak hedef seviye
olan Mardin Karbonatlarına inildiğinde Halof Yükselimi’nin, Akpınar Sahasından
çok daha düşük olduğu görülür. Kratase dönemindeki tektonik, yukarıdaki sonucu doğurmuştur.
Bu örnekle yüzey jeolosine dayanılarak
verilen kararın, ne kadar yanlış olduğu açıkça görülmektedir. Çünkü bölgede iki
farklı tektonik evre bulunmaktadır. Yüzeyde haritaladığımız yapılar, Tersiyer Tektonik Evresi’nde oluşmuş
yapılardır. Ancak Mardin hedefli yapılar, Kratese Tektoniği sonucunda
şekillenmiş yapılar olup; bunların yüzey jeolojisi ile belirlenmesi, olanaklı
değildir. Bunları, jeofizik verileri ve yeraltı verilerini bir bütün halinde
birlikte kullanarak belirleyebiliriz.
Aynı dönemde Sinan, Garzan, Raman veya
Mardin formasyonlarını hedefleyen bir lokasyon yeri belirlenirken; bu kuyu
kazılmışken daha alt seviyedeki Paleozoik yaşlı Hazro veya Bedinan
kumtaşlarının da test edilmesi amacıyla kuyunun derinleştirilmesine karar
verilirdi. Halbuki biz o dönemde Hazro veye Bedinan formasyonlarının yayılım
alanını ve rezarvuar özelliklerini yeterince bilmiyorduk.
Petrol aramacılığının temel prensiplerinin
yeterince uygulanmadığı arama modelini
yakından tanıyınca, bu eski uygulamaya karşı çıkarak, yeni bir arama
stratejisinin uygulanmaya konulması
yönünde, amansız bir mücadeleye başladık.
Bizler sayıca azdık, ancak, özellikle, 1978-1980 yılları arasında petrol
aramacılığındaki başarısız sonuçlar
bizleri hedefimize ulaştırdı. O üç yıllık dönemde, TPAO, sadece Güney Şahaban
sahasında petrol keşfi gerçekleştirilebilmişti…
…1970 yılında oluşturulan arama stratejisi
doğrultusunda, 1976 yılında, Trakya ve Adana’da olmak üzere iki yeni Bölge
Müdürlüğü kurulmuştu. Özellikle Adana
Bölgesi, tamamen aramacı kadrolardan oluşmaktaydı. Ana görevi, Toros Kuşağının
yüzey jeoloji çalışmalarını yapmak olarak belirlenmişti.
1970 yılında, TPAO Arama Grubunda çalışan
yer bilimci kadrosu, toplam olarak 50 dolayındaydı. Bu kadronun önemli bir
bölümü, saha ve kuyu jeoloğu olarak çalışmaktaydı. Söz konusu dönemde jeofizik
operasyonlarla ilgili çalışmalara yeni başlanmıştı. TPAO’nun kendi sismik
ekiplerini kurma çalışması bu dönemde başlamıştır.
Ülkemizin karmaşık jeolojik yapısı, petrol
aramacılığı yönünden büyük güçlükler ve riskler oluşturmaktadır. Arama
çalışmalarının başarı ile sonuçlanabilmesi için; yerbilimlerinin farklı disiplinlerinden
oluşan bir ekibin, ortak çalışmasına gereksinim duyulmaktadır. Dolayısıyla;
gerçekleştirilen bir petrol bulgusu, tek başına bir arama disiplininin veya bir
yer bilimcinin başarısı değil; farklı disiplinlerden oluşan bir ekibin birlikte
çalışarak gerçekleştirdikleri bir başarıdır.
Sözkonusu dönemde, prospekt belirlemede
büyük öneme sahip jeokimya çalışmaları, kantitatif basen analizi, rezervuar
jeolojisi, basen analizi ve yeraltı jeolojisi gibi disiplinler bilinmiyor ve bu
konularla ilgili hiç bir çalışma yapılmıyordu. Ağırlıklı olarak saha jeolojisi
verileri esas alınarak lokasyonlar belirleniyordu. Jeofizik verilerin
kullanılmasına yeni başlanmıştı. Özellikle elektirik loglarının yorumlanması
konusunda yetişkin elemana sahip değildik.
Log yorumu konusunda Önder Erdal, Özgen Erev ve Şevket Güventürk
önderlik etmişler ve bizlerin bu konuda
deneyim sahibi olmamıza yardımcı olmuşlardır.”
*Şirketi
Başarıya Götüren İlk Devrim: Arama Grubu Yeniden Yapılanıyor
…Okan Özdemir’in Arama Grup Başkanı
olmasıyla, yeni petrol arama stratejisinin uygulanmaya konması yönündeki tüm
engeller ortadan kalkmıştı. O güne kadar, ülkedeki tüm sedimanter havzaların
hidrokarbon potansiyelini ortaya çıkarmak
amacıyla petrol arama yatırımları, tüm Türkiye’de yaygınlaştırılarak
sürdürülmüştü. Ancak; üretimi arttırma ve yatırım sıralamasındaki öncelik, ön
plana çıkarılamadığından, uygulamada yeterince başarılı olunamamıştı. 1981
yılından başlayarak, hidrokarbon aramalarında, ülke ekonomisinin büyük
gereksinim duyduğu petrol üretimini artırmaya
dönük, bir arama stratejisinin uygulanması ön görülmüştür. Bu da, yaygın
aramacılık yerine, umutlu petrol bölgelerinde yoğunlaştırılacak bir arama
modeliyle gerçekleştirilebilenecekti.
Yeni oluşturulan arama stratejisinin gereği
olarak, sondajlı arama yatırımlarının öncelikli olarak, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi’nde ve ikinci derecede Trakya Bölgesi’nde yoğunlaştırılmasına karar
verilmiştir. Yaygın aramacılık yerine,
petrol üretiminin en kısa sürede artışını sağlayacak, bir arama stratejisi
uygulanmaya konmuştur.
Belirlenen bu arama stratejisinin hedefleri
doğrultusunda, bölge sistemini esas alan yapılanma yerine, proje sistemini
uygulamaya koyan bir organizasyon yapılmıştır. İdari ünvanlar yerine Projeler
Baş Danışmanı, Proje Sorumlusu, Proje Jeoloğu ve Proje Jeofizikçisi gibi mesleki ünvanlar
getirilmiştir. Ancak yapılan bu radikal
değişimin uygulanmaya konmasında, büyük engellerle karşılaşılmıştır. Anlatılana
göre; Okan Özdemir bey, yeni organizasyon şemasını dönemin Genel Müdürü
Selahattin Özkan beye götürmüş; Genel Müdürümüz, böylesine kapsamlı ve büyük
değişimin mümkün olmadığını belirterek, yeni organizasyonun önerisini geri
çevirmiş. Okan bey bu gelişme üzerine “Siz Arama Grubu’nun yeni yapılanmasını
onaylamıyorsanız ben de görevimden istifa ediyorum.”diyerek odadan ayrılmış. Asansöre
binip gruptaki makam odasına geldiğinde, sekreteri İkbal hanım Genel
Müdürümüzün telefon ettiğini ve acilen
kendisini ziyarete geleceğini bildirmiş. Birkaç dakika sonra Selahattin Özkan
bey odaya girmiş ve “Öncelikle şu yeni organizasyona bakalım; kahvemizi sonra
içelim” diyerek yeni yapılanma şemasını incelemiş ve gerekli açıklamaları
dinledikten sonra çok beğendiğini belirterek onaylamış.
Gerçekleştirilen yeniden yapılanma ile
birlikte yeni bir proje uygulaması sisteme konarak, Güneydoğu Anadolu’da her
hedef birim ayrı bir proje haline getirilmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, altı ayrı proje kurulmuştur. Bunun da dışında
Trakya Karadeniz,Toros ayrı birer proje durumundaydı. Doğu Tuna, Trakya
Projesi’nden, Ozan Sungurlu, Karadeniz, Toros ve İç Basenler Projesi’nden,
Vasfi Erol, Jeofizik Operasyonlardan ve ben de Güneydoğu Anadolu’da yer alan
altı projenin tamamından sorumluyduk. 1981 yılında, Projeler Baş Danışmanı
olarak yürüttüğüm bu sorumluluk 1989 yılında, Arama Grup Başkanlığına atanmama
kadar kesintisiz olarak devam etmiştir.
Okan Özdemir bey, Arama Grup Başkanlığına
atandıktan hemen sonra, Karadeniz,
Toroslar, Adana-İskenderun ve Tuz Gölü
Basenlerinde sürdürülen arama çalaışmalarının yeniden değerlendirilmesini
istemiş ve gerekli incelemeler yapıldıktan sonra bu yörelerdeki sondajlı arama
çaılşmalarının durdurulmasını karar altına almıştır. Doğu Toroslarda Paleozoik
yaşlı hedef seviyeleri test etmek amacıyla açılan Kuyubaşı-1 kuyusunun, hedef
seviyelere ulaşmadan 1596 m .de
terk edilmesi ve sondajın durdurulması kararı verilmiştir. Arama Grubunca alınan bu karar, tartışmalara neden olmuş;
ancak uygulamaya konmuştur. Aynı dönemde, Arama Grubu’nun isteği üzerine,
Trakya ve Adana Bölge Arama Müdürlüklerinin de
kaldırılmasına karar verilmiştir.
Eğitime
Çok Önem Verildi
Ülkemizin hidrokarbon potansiyelini en kısa
sürede ve en iyi biçimde değerlendirme politikasının temelinde; insana
yapılacak yatırımın başarılı sonuçlara
ulaşmadaki en büyük etken olacağı bilinciyle yoğun eğitim seferberliği
başlatılmıştır. Yurtiçi ve yurtdışı
eğitim programlarının sabırla sürdürülmesi sonucu; arama projelerini devr alan
genç yerbilimci kadrosu, aramacılığın farklı disiplinlerinde büyük bilgi ve deneyime sahip olmuşlardır. Bu
yetişkin ve birikimli kadrolar, bilinçli
ve özverili çalışmalarıyla TPAO’yu 1990’ların başındaki üretim patlaması
sağlayan büyük başarılara
taşımışlardır.
Okan Özdemir’in Arama Grup Başkanlığı
görevinden ayrılmasından sonra, Güneydoğu Anadolu ve Trakya Bölgelerinin
dışında kalan ve sondajlı arama yatırımları durdurulan Tuzgölü, Çankırı-Çorum
havzaları ile Adana-İskenderun baseni ve Batı Toros Bölgesinde, sondajlı arama
çalışmaları yeniden başlatılmış ve arttırılarak sürdürülmüştür. Örneğin Batı Toroslar’da 1987-88 yılları
arasında 7 adet arama kuyusu açılmış ve 27.600 m . sondaj
yapılmıştır. Sözkonusu arama kuyularının
lokasyonları sadece yüzey jeolojisi esas alınarak belirlenmiştir. Ana kaya
yönünden yeterli çalışma yapılmamış ve bölgede ana kayanın varlığı konusunda
sağlıklı bilgi elde edilmemiştir. Antalya ve Elmalı Napları otokton ünite
üzerine yerleşirken, otokton birimlere büyük atımlı ters fayların egemen olduğu,
etkin asimetrik yapı sistemleri oluşmuştur. Ancak lokasyonlar belirlenirken, bu
yapısal sistem gözardı edilmiştir.
Demre-1
Kuyusu
..Bölgede sondajlanan Demre-1 kuyusu 6111 m . lik derinliği ile ülkemizde kazılmış en derin kuyudur. Sondajcılık yönünden
Türkiye’nin en derin kuyusununu sondajlamış olduğumuzdan dolayı övünç ve gurur
duyduk. Ancak; kuyudan elde edilen sonuçları aramacı gözüyle
değerlendirdiğimizde hiç de olumlu sonuçlar alınmadığını görürüz. Kuyuda 5996 m . de büyük atılımlı
bir bindirme kesilmiştir; ve böylece
yüzey jeolojisinde belirlenen yapısal formun, yeraltına yansımadığı açıkça
görülmüştür. Ayrıca, kuyu dibi
sıcaklıkları son derece düşük ölçülmüştür. (4700 m .de 68 derece). Bu
veri, meteorik su girişiyle oluşan
yıkanmayı göstermektedir. Aynı durum bölgede açılan diğer kuyularda da
görülmüştür. Böylesine etkin bir yıkanmanın olduğu alanda petrolün varlığından
söz edilemez. Asıl üzerinde durmamız gereken husus ise; aynı olumsuzlukların
daha önce açılmış kuyularda da saptanmasına rağmen bu olumsuz gerçekler gözardı
edilerek Demre-1 kuyusunun açılmasının kabul edilmesidir.
Yabancı
Şirketler İle Ortaklığa Gidilmiştir
Sınırlı ve yetersiz arama yatırımlarının
artırılması amacıyla, uluslararası yabancı petrol şirketleri ile ‘Ortak Petrol Arama Anlaşmaları’ yapılmıştır. Amoco,
Arco, Esso Chevron, Shell, Salen Energy ve BP gibi uluslararası büyük petrol
şirketleriyle ortaklık anlaşmaları yapılarak, ağırlıklı olarak, Güneydoğu
Anadolu Bölgesi’nde petrol arama
çalışmaları başlamıştır. Shell şirketiyle ortak yürütülen arama çalışmaları sonucunda, Batman Bölgesi’nde Karaali ve Kastel sahalarında
petrol bulgusu gerçekleştirilmiş ve her iki saha üretime konmuştur.
Ayrıca Adıyaman bölgesinde Arco şirketiyle ortaklık çerçevesinde sürdürülen
arama faaliyetleri sonunda, Cendere ve Ozan Sungurlu sahalarında petrol
bulunmuş ve üretime konmuştur. Bir aramacı olarak altını çizerek belirtmek
isterim ki; her iki ortaklıkta da proje çalışmalarını operatör olarak, TPAO tam
yetkili olarak yürütmüştür.
Keşif
Patlaması
Uzun dönem 19.000 varil/gün düzeyinde
seyreden petrol üretimimiz yeni petrol arama stratejimiz uygulanması sonucu
hızlı bir biçimde artarak 1992 yılında 74.570 varil/gün düzeyine çıkmıştır. Bu
dönemde tamamı Güneydoğu Anadolu’da olmak üzere 30 adet yeni petrol bulgusu
gerçekleştirimiştir. Özellikle Adıyaman Bölgesi’nde 14 adet petrol keşfi
yapılmış ve yeni bulgularla 145 milyon varillik üretilebilinir petrol rezervi
saptanmıştır.
Sadece Adıyaman Bölgesi’ndeki günlük petrol
üretimi 50. 000 varil/gün düzeyine çıkmıştır.
1981 yılı başında, arama stratejimizin
köklü değişimi ve gerçekleştirilen yeniden yapılanmanın sonucunda bu üretim seviyelerine ulaşılmıştır. TPAO’nun
lokomotifi konusundaki Arama Grubu gerçekleştirildiği petrol keşifleriyle
hepimizin onur duyacağı bu başarıyı elde
etmişlerdir.”
Arama
Grubunda 120 kişi birden terfi ediyor
1985 yılından
1992 yılı başına kadar, TPAO’da çalışan kapsam dışı personelin bir üst göreve
atanması konusunda hiçbir olumlu gelişme olmamıştı. Bu gelişme, Arama Grubu’nda
çalışan yerbilimci kadrolarında, büyük bir moral çöküntüsüne neden
olmuştu. Konunun çözümü yönünde dönemin
Genel Müdürü Özer Altan ile çeşitli görüşmelerimize rağmen olumlu bir sonuç alınamamıştı.
1992 yılında Okan Özdemir, Genel Müdür
görevine atandığında ben Arama Grup Başkanlığı görevini yürütmekteydim.
Yurtdışı hidrokarbon aramalarına öncelik verme kararında olduğumuzdan, Arama
Grubu’nda yeniden yapılanmaya gidilmesini öncelikli bir hedef olarak belirledik
ve gerekli organizasyon çalışmalarını
süratle başlattık. Yeni yapılanma ile, mümkün olduğu kadar çok sayıda
yer bilimcinin terfi etmelerini sağlamak ve onların yıllarca süren bu mağduriyetlerini gidermek istiyorduk.
Arama Grubu’nun yeniden örgütlenmesi ile, 6
adet Grup Başkan Yardımcılığı ve 22 adet Arama Müdürlüğü kadrosu elde
edilmişti. Yurtdışı projelerini yürütmek üzere, müdürlük düzeyinde yeni
kadrolar oluşturulmuştu. Yeni organizasyonun uygulanmaya konulmasıyla, 120
yerbilimcinin bir anda terfi etmesi
gündeme gelmişti.
Hazırladığımız atama listesini Genel Müdürümüze imzalatmak üzere geç saatlerde, Okan beyin
ofisine gittim. O dönemde geç saatlere kadar çalışmak bir alışkanlık haline
gelmişti. Durumu ve gerekçeleri kısaca anlattım. Kendisi, böylesine kabarık bir
liste beklemiyordu. Eline, atanan listeleri alıp sayfaları sukunetle çevirdi ve
“Bunların hepsi bir anda mı terfi edecek?” diye sordu. Ben de söz konusu
atamaları mutlaka yapmamız gerektiğini; zira altı yıldır büyük özveriyle
çalışan ve gerçekleştirdikleri başarılarla TPAO’da üretim patlamasını sağlayan
kadroların, bu süre içerisinde herhangi bir üst göreve atanmadıklarını
belittim.
Okan bey, büyük bir kararlılık ve
güven duygusuyla hazırlamış olduğumuz listeyi imzaladı ve böylece 120 yerbilimci
arkadaşım bir anda üst göreve atandı ve yılların mağduriyeti giderilmiş
oldu.
Kuyu
Joeloğu Bağımlı Olmaktan Kurtuluyor
“TPAO’nın kuruluşundan günümüze kadar,
yerbilimcilerle petrol mühendisleri arasında bir iktidar çekişmesi
süregelmiştir. Daha çok kuyularda çalışan yer bilimci kadros, söz konusu ortamı
yakından yaşamışlardır. Sahada görev yapan jeolog ve jeofizikçiler bu çekişme ortamının dışında
olmuşlardır.
Kulelerde görev yapan kuyu jeologları,
kuyudaki operasyonların yapılmasına karar veren tek merci olmasına rağmen;
özellikle parasal konularda kule mühendisine bağımlı olduklarından daima bir
eziklik içerisinde olmuşlardı. 1973 yılında, Batman Bölge Jeoloji Müdürlüğü
görevini yürüten Doğu Tuna’nın yoğun
çabaları sonucu, kuyu jeologlarına ihtiyaçlarını
gidermeleri konusunda avans verilmesi
sağlanmış ve böylece parasal açıdan sondaj mühendisine bağlı olmaktan
kurtulmuşlardır.”
Petrol
ikramiyesi herkese verilmezdi.
“Petrol bulgusu, yerbilimci kadroların
çalışmaları sonucu gerçekleştirilen bir başarıdır. Geçmiş dönemde, bir hidrokarbon keşfi
gerçekleştirildikten sonra petrol ikramiyesi dağıtılırdı. İkramiye ağırlıklı
olarak sondaj kulesinde çalışan personele verilirdi. Telsizci, ahçı ,garson,
şöför, numuneci gibi personel ikramiye almaya
hak kazanırken kuyuda çalışan kuyu jeoloğu ise zaman zaman
unutulurdu.
Aslında, petrol bulgusunu gerçekleştiren ve
keşfin asıl sahibi lokasyon yerini belirleyen yerbilimci kadrosudur. Şayet lokasyon farklı bir yerde belirlenseydi petrol bulma
şansı olabilirmiydi? Bu gerçeğe rağmen, hiçbir zaman hidrokarbon bulgusunun
gerçek sahiplerine, petrol ikramiyesi verilmemiştir.
Petrol
Bulguları Arama’nın Etkinliğini Arttırmıştır
“1975 yılında yaşanan sendikalaşma hareketinde
Arama Grubu öncelik yapmıştır. İzleyen
yıllarla gerçekleştirilen petrol bulguları ile Arama Grubu etkinliğini artırmış
ve her konuda söz sahibi olmuştur. 1981
yılından sonra da Arama, TPAO’nın temel unsuru ve lokomotifi haline gelmiş ve
şirketimizi yarınlara taşıyan büyük devrimleri gerçekleştirmiştir.”
Arama
Grubunda Toplu Dayanışma
“Bu konuda yaşadığım bir anımı sizlerle
paylaşmak istiyorum. 1981 yılında, Batı
Şelmo ve Güney Dinçer sahalarında petrol bulgusu gerçekleştirilmişti. Söz konusu
dönemde, Kenan Evren başkanlığındaki bir askeri komite, ülkeyi
yönetmekteydi. Kenan Evren ve
beraberindeki askeri bir heyet, petrol keşfi gerçekleştirilen iki sahayı
ziyaret etmek ve kuyuları üretime törenle açmak üzere, bir geziye çıkmışlardı.
Genel Müdürümüz Selahattin Özkan, o dönemde
Arama Grubu’nun bağlı olduğu Genel Müdür Muavini İsmail Kafesçioğlu’nun yer
almadığı bir grupla, petrol keşiflerinin gerçekleştiği Batman Bölgesi’ne gitti
ve Kenan Evren’e brifing verdi. Bu
gelişme, biz aramacıları fazlasıyla üzmüştü.
‘Nasıl olurda petrol keşiflerimizin gerçek sahibi olan Arama Grubu’ndan
sorumlu Genel Müdür Muavini, böylesine bir organizasyonda yer almazdı?’ Seyahat dönüşünde konuyu aramızda tartıştık ve bu davranışı Arama Grubu’na bir hakaret
olarak değerlendirdik. Grup olarak genel
müdüre tepkimizi gösterme kararı aldık. Süratle 100’den fazla istifa dilekçesi
toplayarak Grup Başkanımız Okan Özdemir’in başkanlığında bir heyetle Genel
Müdür’e gittik ve yapılan bu uygulamayı doğru bulmadığımızı belirterek tüm
istifaları masasına koyduk. Selahattin
bey, gelişmeyi hayret ve şaşkınlıkla karşıladı. Yapılanın yanlış olduğunu ve istemeden
yapıldığını belirterek bizleri teskin etmeye çalıştı.
O günlerin Arama Grubu’nda böylesine güçlü bir dayanışma duygusu ve
yönetime duyulan sarsılmaz bir inanç vardı. Bu güçlü arama şuuru ben şirketten
ayrılıncaya kadar güçlenerek devam etti
ve sanıyorum günümüzde de devam ediyor.”
*
TPIC KURULUYOR
Yalçın Umurtak anlatıyor: “1990 senelerinde,
Dünya Petr ol Endüstr isinde kendi topraklarında petr ol üretimi olmayan ülkelerin başlattığı bazı
hareketler, dikkat çekiyordu. Gerek dergilerde, gerek haberler de bu konuyu
bulmak mümkündü. Petr ol sahası
olmayan ülkelerin başını Japonya ve Almanya çekiyordu. TPIC ’in doğuşunun ana
felsefesi şudur: Kendi hudutları dışında,
başka ülkelerde ruhsat veya hisse olarak, kendi petr ol
gereksinimlerini karşılamak için daha güvenilir yollar bulmak.
Japonya’nın
hissesinde (kendi topraklarında) hiç petr ol
yokken, biz TPIC’ı kurduğumuz zaman, Japonya’nın dışarıda günde 450 bin varil
kadar üretimi vardı. Bundaki amaç, bazı politik ve devletlerarası problemlere
karşı ülkelerin petr ol ihtiyacını
karşılayacak daha güvenli bir yol temin etmeleridir. ‘Bunu acaba Türkiye
yapabilir mi?’ diye düşünmeye başladık. Bunun öncülüğünü, Özer Altan ve
Ozan Sungurlu yaptılar. O zaman ben, Amerika’da Amoco’nun Doğu ve Kuzey
Afrika Arama Grubunun Baş Jeofizikçisiydim. Bu arada Ozan ve Özer beyle
görüşmelerimiz oldu. TPIC’ın kurulma
ihtiyacı ve bunun oluşumuna siyasi güç imkan sağladı. TPAO’nun bunu yapabilecek
gücü olduğuna da inanıldı. Bunun tamamen risk alma problemi olduğu, yabancı bir
ülkede şartlar uygunsa, belli bir potansiyeli olan yere hisse almak kaydıyla,
yatırım yapma imkanı sağlamak üzere ayrı bir şirket kurulmasına karar
verildi. Bunun üstüne, bu görev bana
önerildi. Ben, bu görevi seve seve kabul ettim ve Türkiye’ye döndüm. Türkiye’de
TPIC’in kurulma aşamasına gelindi. Tabiki, her şey çok kolay olmadı. Biz hemen
bir dilekçeyle kurulacak zannediyorduk. Baktık ki: TPIC ‘in yurtdışında para
harcaması bile yasakmış. Bunun için özel bir kanun yapılması gerekiyormuş. Tabi
bunları adım adım öğrendik. Yavaş yavaş bir kanun çıkması gerekiyordu. Bu
kanunu o zamanki Enerji Bakanı ve Cumhurbaşkanı imzaladı ve TPIC, onların düğmeye
basmasıyla, çalışır duruma geldi.
TPIC, yurtdışında bir banka hesabı açtırdı.
Yurtdışında bir şirket kurdu. İngiltere’de Jersey adasında, ben bir araştırma
yaptım. Hukuken de güvenilir olan, Londra’da tanınan bir şirketle temas ettim.
Banka hesabımızı açtık. Bu şirketin tüzüğünü hazırladık. Türkiye’de bunu
tercüme ettirip, ilgili yerlerden onayını aldık. Onay almak da zor oldu. Aşağı
yukarı bütün Bakanlıkları dolaştı önerimiz. Her Bakanlığın hukuk müşaviri, TPIC’in kuruluş maddelerini
inceledi. Bazı öneriler geldi. Hepsini tüzüğümüzün içine koyduk. Cumhurbaşkanlığı
Hukuk Müşavirliğinden, kurulacak şirketin teşkilatlanması konusunda izahat vermek
üzere köşke çağrıldım. Teşkilattan neyi kastettiğimizi sordular. Eski
hukukçuların nezdinde ‘teşkilatlanma’ kelimesi başka manalar da ifade
ediyormuş. Onu da düzelttik. ‘TPIC 10 milyon dolar parayı yurtdışında muhafaza
edip, kullanabilir’ diye Bakanlar Kurulu, TPIC’e yetki verdi. Şirketin sahibi
kim olmalı ki: bu para çarçur edilmesin?
Bu şirketin sahiplerini, TPAO’nun yönetim kurulu üyelerinden yaptık. Üyelere
hisse verdik. Ellerinden de senet aldık. Politik baskılara karşı koyduk, TPIC’e
yeni personel almadık, kadromuzu TPAO’dan sağladık.
TPIC, yurtdışında birçok ortaklığa girdi.
Türkiye’nin adı duyuldu. Ama üretime ulaşabildi mi? Mısır’la üretime ulaştık.
Bu üretimin ekonomik olmadığı gerekçesiyle, herkes o fikirde de değil, hissedar
olduğumuz sahalar satıldı. Büyük potansiyeli olan bir, iki ruhsat almıştık.
Ozan Bey’le beraber birkaç kez Mısır’a gittik. Mısır Petr ol
Bakanıyla görüştük. Ben halen o heyecanı duyarım: Mısır Petr ol Bakanı, o zaman Batı Çölü’nde çok büyük bir
ruhsatı, Türkiye’ye olan sempatisi nedeniyle, bize vermeye kabul etti. Sismik
yaptık. 2 tane kuyu açtık. İkincisinde petr ol
bulduk. Parafinik petr oldü. Zaten diğer
sahalarda aynı petrol işletiliyordu. Şu anda dahi var. Dediler ki: “Parafinik olduğu için petr ol zor işleniyor.”
Pakistan’la her zaman özel bir konumumuz
vardır. Askeri amaçlı iş birliğimiz vardı. Bizden, birisi Özer Balkaş olmak
üzere iki jeolog arkadaş orada kaldı. Oradaki kuyuları inceledik. TPAO’nun
arşivine çok büyük kazançlar oldu. Pakistan’ın çok eski ve küçük üretim
sahaları vardı. Ben de gittim 1-2 defa. İyi yerlere kuyu açıldı, ama o kuyunun
sonuna gelindiği zaman ben yönetimde yoktum.
TPIC’de yaşadığım en büyük olay Libya
işiydi. Hala arkadaşlar beni ve Özer beyi tenkit ederler bu konuda. Biz, mantığı olmayan şartları kabul etmedik.
O zamanki Cumhurbaşkanımız Turgut Özal,
Tripoli’ye geldi. Biz Özer beyle elimizde haritalar, kapıda silahlı
muhafızların durduğu, yandaki odada beklerken,
Özal, Kaddafi ile görüştü. Kaddafi’nin talimatıyla, Libya Milli Petrol
Şirketi heyeti ile pazarlığa başladık.
Libya’da çalışan eski TPAO’lu arkadaşlarmız, bize büyük destek vererek yardım
ettiler. Şansı yüksek olan ruhsatları, onların yardımıyla belirledik. Libya,
kısa sürede 85 milyon dolarlık bir
yatırımı şart koştu. Onu kabul ettik. Ancak; kurulacak ortak şirketin
yönetim kurulunun ‘2 onlardan 1 bizden’ olmasını değiştiremedik. Petrol
bulunursa, hissemizi almayı sağlam şartlara bağlayamadık. Ayrıca bazı talepleri
de karşılayamadık. Son gün, Libya Petrol
Bakanı bizi kabul etti. Özer bey: “ Biz her konuda anlaştık. Lütfen
kurulacak ortak şirketin yönetim kurulunu 2 sizden, 2 bizden yapalım.”
mealinde ısrar etti. Bakan sonunda “ If
it is problem for you, it is also problem for us. Bu (sayı) sizin için bir mesele ise bizim
için de bir mesele.” diyerek son noktayı koydu.
Kazakistan’daki üretim, TPAO adına değil de,
aslında TPIC adına olmasının hiçbir zararı yok, üsteli faydası da vardı ama bunu bu şekle
sokmak mümkün olmadı.
Eski bir Genel Müdürümüzün şöyle bir
teşhisi var: Modern sanayide kurulmuş olan şirketler aşağı yukarı 50 senede
ömürlerini tamamlıyorlar. 50 sene sonunda ömürlerini dolduruyorlar ve onların
yerine yeni şartlarla, yeni kurulmuş şirketler geliyor. Yani TPAO’nun işlevini
bitirdiğini düşünenler var aramızda.”
TPAO Yurtdışına açılıyor:
Dursun Açıkbaş anlatıyor: “Petrol arama
çalışmalarının başlangıcından, Azerbaycan ve Kazakistan faaliyetlerimizin
başladığı 1992 yılı sonuna kadar, ülkemizde faaliyet gösteren TPAO ile
diğer tüm yerli ve yabancı petrol
şirketleri; hidrokarbon arama ve üretim çalışmaları için, o dönemin parasıyla
6.1 milyar dolarlık kısmı, arama yatırımı olmak üzere, toplam 7.3 milyar
dolarlık bir yatırım gerçekleştirmişlerdi. Bu çalışmalar kapsamında, 1862
adedi TPAO’ya ait olmak üzere, toplam
2644 adet kuyu kazılarak 5.160.269 metrelik sondaj gerçekleştirilmişti.
Yukarıda belirtilen yatırımlar sonucunda: 1992 yılı sonuna kadar, ülkemizde
toplam 892.478.000 varil petrol ve 11.938.423.000 m³ doğal gaz rezervi bulunmuştu. Aynı dönemde, TPAO ve diğer şirketler
632.168.011 varil petrol ve 2.1 milyar m³ doğal gaz üretmişlerdi. 1998 yılı
sonu itibariyle; Türkiye’nin üretilebilir toplam petrol rezervi 238 milyon
varildi.
Türkiye’nin jeolojik ve tektonik
konumu nedeniyle, Güneydoğu Anadolu
Bölgesi ve Trakya dışında kalan alanların önemli bir hidrokarbon potansiyeline
sahip olmadığı, uzun yıllardan bu yana
yürütülen arama çalışmaları sonucunda ortaya konmuştu.
1992 yılında, TPAO, hidrokarbon potansiyeli
yüksek olan ülkelerde kendi başına sahalar kapatarak, arama ve üretim
yatırımlarını başlatmaya karar vermiştir. Bu amaçla; dünyanın petrol ve doğal
gaz rezervlerinin büyük bir çoğunluğuna
sahip, Orta Doğu, Kuzey Afrika ve Sovyetler Birliği üzerinde çalışmaya
başlamıştır.
1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliği
üzerinde çalışmaya başlanmıştır. 1990’lı yılların başlarında, Sovyetler Birliği
dağılmış ve aramızda tarih, kültür, dil
ve din birliği gibi bağların bulunduğu
Türki Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanmışlardı. Bu ülkeler, ekonomik ve teknolojik dar boğazlarını aşmak için
zengin petrol kaynaklarını batı teknolojisi ve yatırımlarına açmışlardı. Bu
süreçte, Türkiye ve Türki Cumhuriyetleri arasında imzalanan Ankara Beyannamesi’nde
alınan kararlar doğrultusunda TPAO, kültürel, tarihsel ve siyasi
ilişkilerimizin sağladığı uygun işbirliği ortamı nedeniyle, büyük petrol ve doğal
gaz potansiyeline sahip, Azerbaycan ve
Kazakistan Cumhuriyet’lerinde arama ve üretim faaliyetlerini başlatmayı
kararlaştırmıştır.
AZERBAYCAN
PROJESİ
İLK
TEMSALAR, MEGA PROJE’YE NASIL GİRİLDİ?
..TPAO’nun, yeni oluşturulan
yurtdışında petrol arama stratejisi
doğrultusunda, eş zamanlı başlattığı Azerbaycan ve Kazakistan projeleri,
Türkiye ile söz konusu ülkeler arasındaki en büyük ekonomik projelerdir. Ulusal
çıkarlarımız doğrultusunda geliş- tirilmiştir. Bu projeler, Türkiye’nin Kafkasya’da
ve Orta Asya’da önemli bir yeri olmasına katkılar sağlamıştır.
Haziran 1992’de, iki ülkenin
cumhurbaşkanları Turgut Özal ve Ebulfeyz Elçibey’in görüşmelerinde, TPAO’nun
Azerbaycan kara ve deniz sahalarında
petrol arama ve üretim faaliyetlerine katılması kararlaştırılmıştır. Sözkonusu
toplantıya, dönemin TPAO Genel Müdürü Okan Özdemir, doğrudan katılmıştır.
Okan Özdemir Bey’le birlikte, Azerbaycan
Cumhuriyeti Devlet Petrol Şirketi Genel Müdürü Sabit Bagirov ile ilk
toplantımızı, Temmuz 1992’de Bakü’de gerçekleştirdik. İzleyen dönemde Azerbaycan’a defalarca
gittik. Azerbaycan’da çok büyük dostluklar ve inanılmaz yakın ilişkiler
kuruldu. Sabit Bagirof çok değerli ve
üstün nitelikli bir kişiliğe sahipti. Bagirov ‘un dürüstlüğünü, yurtseverliğini ve
Türk’lere karşı olan içten sevgisini
unutmak mümkün değildir.
İş görüşmesi yapmak üzere, Sabit Bagirov’un
ofisine gittiğimiz bir gün, Mega Proje Konsorsiyumu’nu oluşturan uluslararası petrol şirketlerinin en üst
düzey yöneticilerinin Genel Müdür sekreterinin ofisinde, toplu halde
beklediklerini gördük. O gün, konsorsiymu oluşturan şirketlerin, ortaklık
oranları resmen açıklanacakmış; bu nedenle ortaklığı oluşturan şirketlerin
temsilcileri, Bagirov’un kendilerini kabul etmesini bekliyorlardı. Sekreter
bizim geldiğimizi Sabit Bagirov’a haber
verdi. Sabit Bey, hemen odasından çıktı ve çok içten bir karşılamayla ve odadaki diğer petrol şirketlerinin üst düzey
yöneticilerinin hayret dolu bakışları altında bizi makam odasına aldı. Bizler
içeride saatlerce görüştük. Konsorsiyum temsilcileri ise, dışarıda beklemeye devam ediyorlardı. Sabit
Bey; “Yabancı şirket temsilcileri ile önemli bir toplantı yapacağım. Lütfen siz
yandaki bölümde oturun. Ben görüşmelerde herhangi bir sorunla karşılaşırsam,
gelip sizlerin görüşlerinizi almak istiyorum. Bize yardımcı olun. ” diye bizden
destek istedi. Görüşmenin belli bölümlerinde bizlerin görüşlerini aldı.
Toplantının bitiminde, yine sarmaş dolaş bir halde odadan çıktık. Diğer şirket
temsilcileri, şaşkınlıkla bizleri izlemeye devam ediyorlardı. İşte böylesine
güzel bir ilişkimiz ve inanılmaz itibarımız vardı.
Konsorsiyumu oluşturan dev petrol
şirketleri, TPAO’nun Azerbaycan’da çok farklı, öncelikli ve önemli bir yeri
olduğunu bu olayla iyice anlamışlardı.
TPAO’nun %5 ‘lik bir payla Hazar Denizi’nde yer alan Azeri, Çıralı ve Güneşli
petrol sahalarından oluşan Mega Proje’ye ortak olacağı Azerbaycan Devlet yetkilileri tarafından açıklandığında
BP, Statoil, Amoco ve Unicol şirketleri söz konusu ortaklığa şiddetle karşı
çıkmışlardı. Çünkü söz konusu
şirketler daha projedeki ortaklıkları gerçekleşmeden ve henüz ortada hiçbirşey
yokken toplam olarak 130 milyon dolarlık bir harcamayı yapmış durumdaydılar.
Azerbaycan o dönemde Ermenistan ile Karabağ’da savaş halinde idi. Bu nedenle
büyük ekonomik sorunlar yaşamaktaydı. Verilen bu parasal destekle Azerbaycan
Cumhuriyeti bazı acil sorunlarını çözüme kavuşturmuştu.
Konsorsiyomu oluşturan ve TPAO’nun Mega Projeye girmesine kesinlikle
karşı olan petrol şirketleri, TPAO’nun Azerbaycan Cumhuriyetindeki itibarlı
durumunu yakından görünce, bizlerin Mega Proje’ye girmemizi kabul ettiler. Zira
buna engel olamıyacaklarını açık bir şekilde görmüşlerdi.
İkinci büyük gelişme ise, Şah Denizi
Projesinde gerçekleşmiştir. Projenin yürütücüsü konumundaki BP şirketi;
TPAO’nun Azerbaycanda’ki etkinliğini yakından izlediğinden, projenin ileri
aşamalarında TPAO’nun yaptırım gücünden yararlanabilmek amacıyla bize ortaklık
teklifinde bulunmuştu.
Mega Proje’nin hemen doğusunda yer alan
Kepez Sahasında, Socar’la ortaklık görüşmelerini sürdüren Unucol şirketi,
TPAO’ya ortaklık önerisinde bulunmuştu.
Sabit Bagirov, yeni bir petrol kanunu
yapmak istediklerini, ancak yeterli deneyimleri bulunmadığını belirterek bizden
yardım talebinde bulundu. Bizler yoğun
bir çalışmayla 16.10.1992 tarihinde “Azerbaycan Cumhuriyeti Petrol Kanun
Taslağı”nı hazırladık ve kendilerine teslim ettik.
Zaman içinde, TPAO’nun Azerbaycan’daki
konumu ve etkinliği artarak sürmüş; bu gelişme yabancı petrol şirketleri
tarafından da görülmüştür. TPAO, o dönemdeki konumunu, yeni projelerde yer
almayı sağlayarak başarı ile kullanmıştır. Hazar Denizi’nde yer alan Şah Denizi
prospekti, önemli bir arama projesiydi.
BP/Statoil ortaklılığı ile Azerbaycan
Hükümeti arasında anlaşma görüşmeleri devam etmekteydi. TPAO, proje ile yakından ilgilenmiş ve
ortaklık yönünde büyük çabalar harcamıştır.
Projenin yürütücüsü konumundaki
BP Şirketi, TPAO’nun Azerbaycan’daki etkinliğini yakından izlediğinden,
projenin ileri aşamalarında TPAO’nun yaptırım gücünden yaralanabilmek amacıyla,
TPAO’nun %5 ‘lik bir payla projeye ortak olmasını kabul etmişti. Ancak biz
%5’lik ortaklık payını yeterli görmemiş ve %15’lik pay için ısrarlı olmuşduk.
Söz konusu dönemde, BP Şirketi’nin Caspian
Projesi’nin Genel Müdürü Ed Whitehead, TPAO ile olan anlaşma görüşmelerini
yürütüyordu. Kendisi aşırı ısrarlı bir
biçimde, Şah Denizi Projesi’nde TPAO’ya %5 ‘ten daha fazla bir pay
verilemeyeceğini savunuyor ve zaman zaman bizleri rencide eden ifadeler de
kullanıyordu. Görüşmelerin kilitlenmesi üzerine, Londra’da BP Şirketi’ni
ziyaret ettik ve Okan bey BP’nin Genel
Müdürü ile doğrudan görüşerek, Ed Whitehead’ın başkanlık edeceği bir BP
heyetiyle anlaşma görüşmelerini sürdüremiyeceğimizi açıkça belirtti. Bu görüşmelerin
hemen ardından, Ed Whitehead görevden
alınarak yerine, Terry Adams atandı. Terry Adams’ın başkanlığındaki BP heyeti
ile Ankara’da yaptığımız ilk toplantı öncesinde Okan Özdemir beni çağırarak: ‘toplantıyı fazla uzatmayın
ve gerekirse hemen bitirin’ talimatını verdi.
Toplantının başında TPAO’nın %15’lik payda ısrarlı olduğunu ve bunun
kabul edilmemesi durumunda Şah Denizi Projesi’nden çekileceğimizi açık bir
biçimde belittim. Terry Adams, TPAO’nun projeye %15’lik payla katılımını kabul
ettiklerini açıklaması üzerine, yarım
saat gibi kısa bir süre içerisinde toplantı sonuçlandı. Bu hızlı gelişme, TPAO
yönünden inanılmaz bir başarıydı. Sevinç ve heyecan içerisinde, Okan beyi
bilgilendirmek üzere odasına gittim. Kendisi biraz endişeli bir ifadeyle
toplantının bitip bitmediğini sordu. Bittiğini, ancak bizim istediğimiz biçimde
sonuçlandığını anlatınca, beraber tarifsiz büyük bir sevinç yaşadık.
Azeri, Çıralı ,Güneşli sahalarından oluşan
Mega Projede TPAO % 6.75’
lik bir hisseye sahiptir. Konsorsiyumun diğer üyeleri SOCAR, BP, Penzoil,
Unucal, Exxon, Statoil, Lukoil, Hochu ve Delta-Hess şirketleridir. Projede,
anlaşma öncesi 3.8 milyar varil olarak hesaplanan petrol rezervi, açılan
geliştirme kuyularından sonra 6 milyar varile çıkmıştır. Ayrıca 105 milyar
m³‘lük bir gaz rezervi hesaplanmıştır. Bu rezervlerden, TPAO’nın payına düşen
rezerv miktarı 400 milyon varil petrol
ve 7.1 milyar m³ gazdır. Söz konusu rezervin, günümüz petrol fiatlarıyla
parasal karşılığı 25,4 milyar ABD dolarıdır. Mega Projede sadece Çıralı-1
platformundaki 10 kuyudan günde ortalama 99.000 varil petrol ve 2.5 milyon m³ gaz üretimi yapılmaktadır. Proje henüz
‘erken petrol üretimi’ dönemindedir. Projede planlanan üretim yatırımlarının
tamamlanıp ve boru hattının yapılması ile 2012 yılında günlük petrol üretimi
700.000 varil/gün’e ulaşacaktır. TPAO’nun söz konusu dönemdeki günlük üretim
payı 47.000 varil düzeyine çıkacaktır. Günümüzde TPAO, Türkiye’de 30.000 varil
günlük petrol üretmektedir. Bu veriler göz önüne alındığında, Mega Proje’deki
payımıza düşen petrol miktarınin önemi daha iyi anlaşılır.
Şah Denizi Projesi’nde; BP, Statoil, Totalelf, Socar, Lukagıp ve OIEC
şirketleri diğer ortaklarımızdır. Şah Denizi
Projesinde yeni tamamlanan kuyudan sonra, hesaplanan yeni rezerv miktarı
1 trilyon m³ gaz ve 2,4 milyar varil kondanseyttir. Söz konusu rezervden
TPAO’nun payına düşen miktar, 90 milyar m³ gaz ve 216 milyon varil
kondonseyttir. Sözkonusu TPAO payının parasal değeri, günümüz petrol
fiatlarıyla 30.9 milyar ABD dolarıdır.
Hazar Denizi’nde Mega Proje’nin hemen doğu uzantısında yer alan ve 0,5-1
milyar varillik üretilebilir petrol rezevine sahip Kepez Sahası için
Unucol-TPAO Ortaklığı, Socar Şirketi ile anlaşma görüşmelerine başlamıştı. TPAO bu ortaklık
içerisinde %25 ‘lik paya sahip olacaktı.
TPAO, son derece büyük petrol potansiyeline
sahip Hazar Denizi’nde kendi başına
arama ruhsatında yatırım yapmayı kendine öncelikli bir hedef olarak
belirlemişti. Bu kapsamda yapılan
değerlendirmeler sonucunda, Mega Proje’nin hemen kuzeyinde yer alan Karadağ ,
Samed Vurgun ve Kardeşlik prospektlerinden oluşan blok anlaşma alanı olarak
belirlenmişti. Bu çerçevede; başında Socar Şirketi Arama-Üretim Grubu Başkanı Akif
A.Narimanov’un yer aldığı bir heyetle ortaklık görüşmeleri yapılmış ve ortaklık
için mütakabata varılmıştı. Uzun müzakerelerden sonra taslak ortaklık anlaşması
hazırlanmış ve imza aşamasına gelinmişti.
Ayrıca, Azerbaycan Cumhuriyeti Devlet
Petrol Şirketi ile doğrudan anlaşma
yaparak karada yer alan Zire ve Türkanlı üretim sahalarının geliştirilmesine ve
önemli hidrokarbon potansiyeline sahip olduğu düşünülen Gobustan Bölgesi’nde
arama faaliyetlerine başlamak üzere ortaklık anlaşması için görüşmeler
başlatılmıştı.”
KAZAKİSTAN
PROJESİ
İLK
TEMASLAR
“TPAO’nın, Azerbaycan ve Kazakistan
Cumhuriyetlerinde arama ve üretim faaliyetlerini başlatmaya karar verdiği 1992
yılında, Sovyetler Birliği yeni dağılmıştı. Bağımsızlığına yeni kavuşan ve
büyük petrol potansiyeline sahip bu ülkede; söz konusu hidrokarbon
potansiyelinden pay almak için uluslarası büyük petrol şirketleri arasında,
amansız bir mücadele ve zamana karşı bir yarış başlamıştı. TPAO’nın elindeki
tüm olanakları en iyi biçimde kullanarak; gerekli girişimleri acilen başlatması,
kaçınılmaz bir zorunluluktu.
Kazakistan Cumhuriyeti’nde petrol arama ve
üretim yatırım olanaklarını araştırmak
ve işbirliği görüşmelerini başlatmak üzere, Genel Müdürümüz Okan Özdemir’in
başkanlığında Şeref Ekinci, İlker Tuksal, Kadir Uygur ve benden oluşan bir
heyet 1992 yılı Ağustos ayı başında
Kazakistan’a gitmişti.
TPAO yetkilileri, ilk resmi görüşmesini,
dönemin Başbakan Yardımcısı ve Enerji ve Petrol Kaynakları Bakanı Kadyr
K.Beikenov ile yapmıştı.Uzun bir görüşme sonucunda Petrol Bakanı’nın istemi
üzerine üretim projeleri ile ilgili işbirliği görüşmelerini sürdürmek üzere Aktübinsk Bölgesi’ne gidilmişti.
O dönem Kazakistan yaşam koşullarını
anlatmak, oldukça güç. Son derece sınırlı sayıdaki otellerin pisliğini ve
bakımsızlığını hayal bile edemezsiniz. Genelde gezilerimize yatak çarşaflarımız
ve tuvalet kağıtlarımızla giderdik. Ayrıca
yemek olanakları da, son derece kısıtlıydı.
Aktubinsk Bölge Müdürlüğü’nde yapılan
görüşmeler sonucunda; Aktübinsk Bölgesi’nde yer alan üretilebilinir 40 milyar
m³ doğal gaz ve 121 milyon varil petrol rezervine sahip Uruktau sahası ile 120
milyon varil üretilebilinir petrol rezervine sahip Kozasay petrol sahasında
işbirliği yapılması kararı verilmiş ve protokol imzalanmıştı. Ayrıca çeşitli çap ve uzunluktaki boru
hatlarının yapımı konusu da protokolde yer almıştı.
Ancak, bizim ana hedefimiz; büyük petrol ve
doğal gaz rezervine sahip Kazakistan Cumhuriyeti’nde arama ruhsatlarını alıp,
yatırım yaparak doğrudan arama faaliyetlerini başlatmaktı. Bu amaca ulaşabilmek
için, doğrudan Kazakistan Cumhuriyeti Jeoloji ve Yeraltı Kaynaklarını Koruma
Bakanı ile görüşmemiz gerekiyordu. Almati’deki Büyükelçiliğimiz kanalıyla,
bakandan randevu alındı ve biz ilk uçakla görüşmelere başlamak üzere Almati’ye
döndük.
Almati’de, Jeoloji ve Yeraltı Kaynaklarını
Koruma Bakanı Lev Mikhailovich Turubnikaov başkanlığındaki üst düzey Kazak
heyeti ile uzun süren toplantılar yapıldı.
Görüşmeler sonucunda; iş birliği yapma konusunda ortak görüş birliğine
varılmıştı. Jeoloji Bakanı Turubnikaov,
benim yaşamım boyunca tanıdığım en seçkin insanlardan biriydi. Böylesine dürüst,
iyi niyetli, nazik, anlayışlı ve çağdaş dünya görüşüne sahip bir insanı tanımak
ve onunla çalışmak benim için onur ve mutluluk kaynağı olmuştur.
Karşılıklı ziyaretlerden sonra 10 Eylül
1992 tarihinde, Almati’de yapılan toplantı sonucunda, Lev Mikhailovich
Turubnikauv ile TPAO’yu temsilen benim imzaladığımız protokol ile Kazakistan
Cumhuriyeti Jeoloji ve Yeraltı Kaynakları Koruma Bakanlığı ile TPAO arasında
ortak bir şirket çalışmaları başlamıştı.
“
Ruhsatları TPAO’ya peşkeş çekiyorsunuz. Sizler vatan hainisiniz”
Protokolün imzalanmasından sonra,
Kazakistan Başbakan Yardımcısı ve Petrol Bakanı Kadyr K.Baikenov, Jeoloji
Bakanlığı ile oluşturduğumuz ortaklığı engellemek için inanılmaz bir çaba
içerisine girmişti. Bir gün, Kazakistan Cumhuriyeti Jeoloji Bakanlığı’nın iki bakan yardımcısı
ile beni ofisine davet etti. Ortaklık görüşmelerinde gelinen son aşamayı öğrenmek istediğini belirtti. Kendisine
oldukça ayrıntılı bir şekilde görüşmeler anlatıldı ve yakında anlaşmanın
imzalanabileceği açıklandı. Baikenov, birden bire büyük bir öfkeye kapılarak,
Kazakistan Jeoloji Bakan Yardımcılarına hakaretlerde bulunmaya başladı ve
kendilerinin vatan haini olduklarını, Kazakistan Cumhuriyeti’nin kaynaklarını,
yatırım gücü ve uluslarası hiçbir deneyimi olmayan, TPAO gibi küçük bir şirkete
peşkeş çektiklerini, sonuçta, kendilerinden hesap soracağını belirterek tehdit
etti.
Yapılan görüşmeler ve ortak çalışmalar
sonucunda kurulmasına karar verilen Kazakistan, Türkiye ortak şirketi olan
“Kazaktürkmunay”ın kurulması kararı alındı ve şirketin faaliyetleri hakkındaki
sözleşme, 9 Ocak 1993 tarihinde, Kazakistan Jeoloji ve Yeraltı Kaynaklarını
Koruma Bakanı Lev Mikhailovich Turubnikaov ile Genel Müdürümüz Okan Özdemir
tarafından imzalandı.
Alınan ruhsatlardaki tüm çalışmalar ve arşiv için
para ödenmedi.
TPAO, büyük çabalar sonucu Kazakistan’da,
Pre-Caspian Baseni’nde yaklaşık 26.500
km² lik alana sahip yedi ayrı petrol arama ruhsatı için ortaklık
anlaşması imzalamıştır. Bu ortaklık anlaşması ile sahip olunan ruhsat alanları, boş olarak teslim alınmamıştır. Kazakistan
Cumhuriyeti Jeoloji ve Yeraltı Kaynaklarını Koruma Başanlığı’na bağlı
kuruluşlar, anlaşma tarihinde, ortak ruhsat alanlarında arama çalışmalarını ve
yatırımlarını sürdürmeye devam ediyorlardı. TPAO, anlaşmanın imzalanması ile
ortaklık sahalarında sondaj çalışmaları sürmekte olan 54 kuyuyu devir
almıştır.
Devir tarihinde, söz konusu kuyularda 199.878 m . sondaj
çalışması yapılmış durumdaydı. Ayrıca ruhsat sahalarında 13 adet sismik ekip faaliyetlerini sürdürmekteydi. O
dönemin TPAO sondaj metre maliyet fiatları esas alındığında, devr alınan
sondajların toplam maliyeti en az 150 milyon ABD dolarıydı. TPAO, yukarıda
belirtilen ve gerçekleşmiş olan sondaj
ve sismik çalışmalar için herhangi bir ödeme yapmadan tüm faaliyetleri
karşılıksız olarak devr almıştır.
1993 yılı başında, daha ortaklığın
başlangıç aşamasında; 9 adet sahada petrol ve bir sahada ise gaz varlığı
saptanmıştı. Ortaklığımız, böylesine önemli hidrokarbon potansiyeline sahip,
içerisinde petrolün ve gazın varlığı birçok keşifle ispatlanmış, arama
projesine, anlaşma hükümlerine göre: 1993-1996 yılları arasında, tüm ruhsat
sahalarımızda, sadece 50 milyon dolar tutarında bir yatırım mükellefiyeti ile
girmiştir.
Cumhurbaşkanı
Özal, Devreye Giriyor.
Ortaklık sözleşmesinin hemen sonrası;
sözleşmenin tescil döneminde, Kazakistan Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve
aynı zamanda Enerji ve Petrol Kaynakları Bakanı Kadyr K. Baıkenov’un
öncülüğünde Ekonomi ve Maliye Bakanlıkları, TPAO’na çok büyük ve yüksek
hidrokarbon potansiyeline sahip ruhsat sahalarının verildiğini ve ayrıca yatırım olanakları bakımından,
TPAO’nın yeterli olmadığını öne sürerek Kazakistan Cumhuriyeti’nin zarara
uğratıldığını savunmuşlar ve anlaşmanın
feshi yönünde yoğun çabalar harcamışlardır. Ancak; Cumhurbaşkanımız Turgut
Özal’ın desteği ve Genel Müdürümüz Okan Özdemir’in ve benim yoğun temaslarımız
sonucu sorun çözüme kavuşturulmuştur. 9
Ocak 1993 tarihli anlaşma, Kazakistan Maliye Bakanlığının 4 Şubat 1993
tarihindeki tescili ile yürürlüğe girmiştir.
9 Ocak 1993 tarihli anlaşmanın
imzalanmasından sonra, TPAO, Kazakistan Enerji ve Petrol Kaynakları
Bakanlığı’nın yetki ve sorumluluğunda olan üretim projelerinde, işbirliği sağlanması yönünde yoğun çalışmalar
sarfetmiştir. 1993 yılı Şubat ayında Uruktau ve Kozasay Sahalarının alınması
için sürdürülen görüşmeler, sonunda ortaklık yapılması yönünde protokol
yapılmıştır. Benim imzaladığım protokolun gereği olarak; sahalara ait tüm
bilgiler alınmış ve Üretim Grubumuz tarafından yapılan değerlendirme
çalışmaları sonucunda, fizibilite raporu hazırlanmıştır.
Uralsk Bölgesinde, 1 nolu ruhsat sahamızda
yer alan Tokarevskaya-Toplovskaya üretim sahaları zinciri; 22.5 milyar m³ doğal
gaz, 15.5 milyon varil kondanseyt ve 15 milyon varil üretilebilir petrol
rezervine sahipti.
Atrau (Gurvey) Bölgesi’nde yer alan
Sazankurak, Tortay, Ravninkaya, Adaseki, Uşkan, Kemevkol ve Minitike-Manas
üretim sahaları, toplam olarak 81.6 milyon varillik üretilebilinir petrol
rezervine sahiptiler. O dönemde Ural
Nehri yatağı çevresinde kurulan Atrau şehrinde, büyük sel felaketleri
yaşandığından sel felaketinin şehirde oluşturduğu yıkımları onarmak için yeterli bütçe bulunmuyordu. Kazakistan
Hükümeti, yukarıda belirtilen sahaların satış hakkını, Atrau Şehri Valiliği’ne
vermişti. Petrol üretimi satışından elde edilecek gelir, şehrin imarında
kullanılacaktı. Acilen paraya ihtiyaçları olduğundan, petrol sahalarını inanılmayacak düşük
fiatlara devr ediyorlardı. Örneğin; günümüzde 6.000 varil/gün‘le üretime alınan
Sazankurak sahası için 3 milyon dolarlık bir satış fiatı isteniyordu. TPAO,
Arama ve Üretim Grupları uzmanlarından oluşan teknik ekipler sahalarla ilgili
değerlendirme çalışmaları yapmışlar ve hazırlanmış olan bu olumlu raporlar
üzerine Kazak yetkililerle, ortalık görüşmelerine başlanmıştı. Daha sonra,
cazip olan bu projelere, TPAO tarafından ilgi gösterilmedi.
FON
Kısa sürede başlatılan yurtdışı
projelerinin tümünün gerçekleşmesi durumunda, TPAO’nın öz kaynaklarının bu yatırımları
karşılayamayacağından, ilave parasal katkı sağlaması için de, siyasi otoritenin
ikna edilmesi gerekliydi. Okan Özdemir, dönemin Başbakanı Tansu Çiller ile, ben
de, Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü ile doğrudan görüşerek ve raporlar sunarak,
yurt dışı projelerine ek kaynak sağlanması
yönünde desteklerini istedik. Ayrıca, Dış İşleri Bakanı Hikmet Çetin ile de görüşmeler
yapılmıştır. Dönemin Hazine ve Dış
Ticaret Müsteşarı Ayfer Yılmaz, TPAO’nın bu girişimlerine büyük destek
vermiştir. Bununla beraber, Enerj ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının bazı
yetkilileri ise Ortaklığımızın bu talebini engellemek için çeşitli
çabaların içine girmişlerdir.
Sonuçta; bu kapsamda yapılan talepler
yerinde bulunarak, oluşturulan ‘Akaryakıt İstikrar Fonu’ndan projelere kaynak
aktarılması kabul edilmiştir. Bilindiği gibi, 9. 8. 1993 tarih ve mükerrer 21663 sayılı Resmi
Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren, “Petrol Arama ve Petrol İle İlgili
Faaliyetleri Düzenleme Fonu” kurulmasına ilişkin 20 sayılı kararın 9/f fıkrası
hükmüne göre; TPAO’nın ETKB’nca fizibilite raporları onaylanmış, yurtdışı
yatırımlarına fondan para aktarma yetkisi verilmiştir. Projeler TPAO’nın öz
kaynakları ile başlatılmış ve yapılan ikraz anlaşması çerçevesinde; sadece bir
kez, 1994 yılında 30 milyon dolarlık bir kaynak kullanımı
sağlanabilmişitr.
TPAO’nın yoğun yurt dışı petrol arama ve
üretim faaliyetlerine paralel olarak, TPIC bünyesinde uluslararası petrol
şirketlerine benzer yeni bir yapılanma gerçekleştirilmiştir. Başlangıçta planlanan ve uygulanmaya konan
organizasyon, yönetim değişikliği nedeni ile sürdürülememiştir.
Söz konusu gelişmede, en büyük etken
projeye muhalif olanların baskıları ve siyasi otoriteyi yanıltmalarıdır. Yapılan
yeni organizasyonda yer alamayanlar, muhalefetlerini sürdürmüşler; projeye
sürekli engeller çıkarmışlardır. Bu dönem içerisinde 4 farklı bakan, siyasi
otoriteyi yönlendirmiş ve buna bağlı olarak ta; TPAO’da dengeler sürekli olarak
değişmiştir. Bunun sonucu olarak; her organizasyonun kendi düzenini
oluşturması, yetki ve sorumlulukların belirlenmesi zaman almıştır. Büyük
çalışmaların devam ettiği Kazakistan faaliyetleri, arama projelerindeki
devamlılık bozulduğu için, bu durumdan fazlasıyla etkilenmiştir.
Yurdışındaki projelere karşı, içeriden yaratılan olumsuz tavrın, hem TPAO’ya hem de Türkiye’ye büyük zararı olmuştur. Bu yıkıcı
tavrın, TPAO’nın Hazar yöresinde dev petrol şirketleri ile mücadele ederek,
ulusal politikamız çerçevesinde, yörenin doğal kaynaklarından önemli paylar
edinmeye çalıştığı bir devrede ortaya çıkması, ayrıca dikkat çekicidir.
TPAO,
KAZAKİSTAN’DA YETERLİ ARAMA YAPMADAN ARAMA RUHSATLARINI TERK ETMİŞTİR:
TPAO, proje başlarken ruhsat içinde petrol
bulgusu olan kuyuların, hatta sahaların yer aldığı, ya da yakın civarında büyük
petrol sahalarının bulunduğu yapılara komşu
olan ruhsatları seçmişti. Onbir yıllık bir arama periyoduna sahip
Kazakistan Projesinde, daha arama
periyodunun bitmesine 6 yıllık bir süre varken, 19.164 km²’lik alana sahip 4 ruhsat yeterli arama
yapılmadan, terk edilmiştir. Daha sonra, üretim yapılan sahalar hariç, geriye
kalan tüm arama sahaları terk edilmiştir.
Beş yıl gibi kısa bir dönemde, böylesine
büyük bir alana sahip ruhsat sahalarının hidrokarbon potansiyelini
değerlendirmek, mümkün değildir. Örneğin; III-A Nolu Kobyekov-Koksaadin ruhsatında
açılan Kobyakovskaya-1 kuyusunda, yapılan testlerden gaz gelişi olmuş ve
kuyunun günlük üretimi 10.5 milyon ft³ olarak belirlenmiştir. Ancak; kuyu teknik nedenlerle terk
edildiğinden, üretime konamamış ve dolayısıyla kesin sonuç alınamamıştır. 160 km²lik
kapanıma sahip sahanın, muhtemel beklenir gaz rezervi, 13.5 trilyon
feet³ olarak hesaplanmıştır. Böylesine dev bir hidrokarbon kapanının, gaz potansiyelini yeterince değerlendirmeden, ruhsatın terk
edilmesi, talihsizlik olmuştur.
III-A no’lu ruhsatın güney kesiminin batı
devamında, Astragan sahası yer almaktadır.
Güneydoğu devamında ise, günümüzde dünyanın önde gelen batılı büyük
petrol şirketlerinin oluşturdukları “Hazar Denizi” (Caspishelf)
Konsorsiyomu’nun ruhsatları bulunmaktadır. Hidrokarbon potansiyeli yönünden son derece
cazip olan bu ruhsat alanımız, yeterli arama yapılmadan terk edilmiştir.
Bu durum, TPAO ve ülkemiz açısındandan
büyük bir kayıptır. Nitekim söz konusu “Hazar Denizi Konsorsiyomu’ nun Kaşagan
Sahası’nda açılan ilk kuyuda 4000 varil/gün petrol ve 7 milyon ft³/gün gaz test
edilmiştir. 100 km
uzunluğundaki yapıda, 6 ila 40 milyar varil arasında değişen
miktarlarda petrol rezervi olduğu hesaplanmıştır. Jeolojik konumu, hazne kaya
özellikleri ve son derece büyük yapıların yer aldığı III-A no’lu Kobyakov-Koksazdin ruhsatı, hidrokarbon
potansiyeli yönünden, Kazakistan Projesi
kapsamındaki yedi adet ruhsatın en
önemlisiydi.
Basında
çıkan asılsız yazılar, cesaretleri kırdı
Konunun Türk medyasında tek taraflı olarak
yer alması, TPAO’nın ve TPAO’nın üst düzey yönetiminin, sorumluluk alma yönündeki
cesaretlerini kırmıştır. (Konunun, mesnetsiz, sürekli aleyhte olarak
gazetelerde manşetlere taşınmasının verdiği duyguyla) O dönemin yöneticileri,
mevcut ruhsatları terk etme yönüne gitmişler ve böylece ruhsat harçlarını
ödemeyerek, ruhsatların düşmelerine neden olmuşlardır. (sorumluluktan kaçma
yolunu tercih etmişlerdir. )
1996 yılında, TPAO Yurtdışı Projeler
Grubu’nca yapılan fizibilite çalışmasında, petrollü olarak alınan sahalar için,
243 milyon varillik ortalama üretilebilinir petrol rezervi hesaplanmıştır. Daha
sonra, aynı grubun yaptığı çalışmada ve TPAO Yönetim Kurulu Toplantısı’nda
sunulan raporda, Kazaktürkmunay Limited Ortak Şirketi ruhsatlarında 250 milyon
varillik üretilebilinir petrol rezervinin bulunduğu belirtilmiştir.
Diğer taraftan, projedeki ortağımız olan
Kazakoil Petrol Şirketinin yaptığı değerlendirmelerde, ortak ruhsatlardaki
üretilebilinir petrol rezervinin 18.6 milyon ton (142,6 milyon varil) olduğu Kazakistan
Cumhuriyeti Tabii Kaynaklar ve Çevre Koruma Bakanı S. J.
Daukeev’in 5 Haziran 1999 tarihli yazısında belirtilmiştir.
Günümüzde, ham petrolün varil satış fiyatı
60 ABD dolaının üzerindedir. Bu durumda ortak şirket KTM’nin sahip olduğu 250 milyon varillik
rezervin parasal karşılığı 15 milyar ABD dolarıdır. TPAO’nın payına düşen
miktar ise yaklaşık 7,35 milyar ABD doları olacaktır.
TPAO Yönetiminin Uralsk Ruhsatı’ndaki 6
milyon varillik üretilebilinir petrol rezervine sahip Darinskaya sahasını neden
ekonomik bulmadığını anlamak mümkün değildir. TPAO, 1992 yılında, Türkiye’de 48
adet petrol sahasında petrol üretimi
yapmaktaydı. Petrol üretimi
yapılan sahalardan 17’sinde üretilebilinir petrol rezervi bir milyon varilin
altındaydı. Hatta 60.000 varillik rezerve
sahip Kuzey Adıyaman; 100. 000
varillik rezerve sahip İkiztepe ve
120.000 varillik rezerve sahip Alçık petrol sahaları ekonomik görülerek bu
sahalardan petrol üretimi yapılmıştır. Aynı TPAO, Kazakistan’daki 6 milyon
varillik üretilebilinir rezerve sahip Darinskaya sahasını ekonomik
görmediğinden terk etmiştir.
Petrolün varili 10-15 dolar civarında iken
yapılan ekonomik analizlerin geçersiz olduğu tüm çıplaklığı ile ortadadır. Şayet
Aktubinsk Bölgesi’ndeki Uruktau ve Kozasoy sahaları; Uralsk Bölgesindeki,
Tokarevskaya-Toplovskaya ve Dorisiskaya sahaları ve Atrau Bölgesindeki 7 adet
ufak petrol sahasında üretim anlaşması yapılsaydı, KTM, 344 milyon varil
üretilebilinir petrol ve 62,5 milyar m³ doğal gaz rezervine sahip
olacaktı. Günümüz petrol va gaz
fiatlarıyla söz konusu rezervlerin parasal değeri 33,1 milyar ABD dolarıdır. Bu
durumda, TPAO’nın payı ise 16,5 milyar ABD doları olacaktı.
O dönemde, 10 dolarlık petrol varil satış
fiatının sabit kalacağı varsayılarak yapılan fizibilite çalışmaları sonucu
üretim projeleri ekonomik görülmemiş ve anlaşmalar imzalanmamıştır. Bu da TPAO
adına bir kayıp olarak kabul edilebilinir.
KTM, 1993-1996 yıllarında, 124.831.291
dolarlık sondaj yatırımı yapmıştı.
Devir alınarak sondaj yatırımı yapılan 98 kuyuda, anlaşma öncesi yapılan 199.898 metrelik sondaja ilave
olarak 189.915 m .
sondaj yapılmıştır. Ayrıca sondajı tamamlanmış
olarak devr alınan ve üretim yatırımı yapılan 11 kuyuda yapılmış sondaj miktarı 41.190 m .dir. Yine ücret
ödenmeden devir alınan ve henüz yatırım yapılmayan 29 kuyuda yapılmış sondaj miktarı ise 92.366 m .dir. Dolayısıyla
KTM kuyularında yapılan toplam sondaj 533.369 metre olmaktadır.
Birinci Arama Döneminde yapılan yatırımların toplamı, 189.707.978
dolardır.
TPAO aynı dönemde yurdumuzda 212.48 milyon
dolarlık arama yatırımı yapmıştır. Bu
yatırımlarla arama sondajı yapılan 94 kuyuda 189.397 m .sondaj
yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucu,
petrol bulgusu gerçekleştirilen 6 petrol ve 4 doğal gaz sahasında toplam
16.6 milyon varil eşdeğeri petrol ve doğal gaz
rezervi bulunmuştur.
Yukarıdaki veriler, ülkemizde Kazakistan
Projelerinden daha fazla yatırım yapmasına rağmen TPAO’nın Türkiye’de söz
konusu yatırımlarla gerçekleştirdiği keşifler sonucu sahip olduğu petrol rezervi,
KTM’nin petrol rezervinin yaklaşık onbeşte
biri kadar olmuştur.
Ülkemizde petrol arama çalışmalarının
başlangıcından, Azerbaycan ve Kazakistan faaliyetlerimizin başladığı 1992 yılı
sonuna kadar, Türkiye’ de faaliyet gösteren TPAO ile diğer tüm yerli ve yabancı
petrol şirketleri, hidrokarbon arama ve üretim çalışmaları için toplam 7.3 milyar dolarlık bir yatırım
gerçekleştirmişlerdir. Söz konusu yatırımlar sonucunda, 1992 yılı sonuna kadar
ülkemizde toplam 897.478.000 varil üretilebilinir petrol ve 11.9 milyar m³
üretilebilnir doğal gaz rezervi
bulunmuştur.
“TC
Devleti bile, ülke dışında, TPAO’nun sahip olduğu ekonomik varlığa sahip değildir.”
Kazakistan ve Azerbaycan projeleri için
yapılan toplam yatırım tutarı, yaklaşık 1 milyar dolardır. Söz konusu yatırım sonucu; TPAO, 731 milyon varillik üretilebilinir
petrol ve 97 milyar m³ üretilebilinir
doğal gaz rezervine sahip olmuştur.
TPAO’nın sahip olduğu söz konusu rezervlerin parasal değeri, 63.6 milyar
ABD dolarıdır. Bırakın TPAO’yu Türkiye Cumhuriyeti Devleti bile ülke dışında
böylesine ekonomik bir varlığa sahip değildir. İçerisinde TPAO’nun da yer aldığı 10’dan fazla yerli ve yabancı petrol şirketi, ülkemizde yaklaşık 50 yıl çalışarak sahip oldukları, hidrokarbon
rezervlerinden daha büyük rezervlere,
TPAO, Azerbaycan ve Kazakistan projelerinden, Türkiye’de yapılan yatırımlardan,
7 kat daha az bir yatırım yaparak sahip olmuştur.
Azerbaycan ve Kazakistan’da başlatılan
yatırımların ön çalışmaları ve anlaşmaları iki yıl gibi kısa bir süre içerisinde tamamlanmıştır. Bu sonucu,
1992-1993 yıllarında, TPAO’da
karar sahibi yönetici kadrosu, risk alarak ve süratli karar vererek elde etmişlerdir.
Daha sonra ise, imza aşamasına
gelen üretim projeleri
sonuçlandırılamamış; ayrıca Kazakistan Projesi’nde arama yapılmadan sahip olunan ruhsatların
neredeyse tamamına yakın bir bölümünü
terk edilmiştir. Şayet üretim
anlaşmaları imzalansaydı ve yeterli arama yapılmadan ruhsatlar terk edilmeseydi
TPAO’nın sahip olduğu rezervler bugün
sahip olduğu rezervlerden çok daha büyük olacaktı.
Bu olumlu değişimler, Arama Grubu’nun önderliğinde
gerçekleştirilmiştir. Petrol sektöründe deneyimli, üretken, zamanında karar
verebilen, risk almasını bilen kadrolar bu büyük değişimleri
gerçekleştirmişlerdir.”
Türkmenistan
ile ilk temaslar
“Kazakistan ve Azerbaycan projelerimizle
birlikte, Türkmenistan Projesi de büyük önem taşımaktaydı. Zengin gaz
potansiyeline sahip Türkmenistan’da, işbirliği ortamı yaratılarak, üretilen
gazı ülkemize ve batıya taşımak öncelikli
hedefimizdi. Bu konuda Arama Grubunda
bir çalışma grubu oluşturulmuş ve değerlendirme çalışmaları başlatılmıştı. İşbirliği
yapma konusunda büyük aşamalar kaydedilmişti.
1990 yılında, Suıounow Nazar Toılıevich
başkanlığında bir Sovyet Heyeti TPAO’yu ziyaret etmişti. Aramacılardan oluşan bu heyetle birlikte,
Batman ve Trakya bölgeleri ile Ankara’da
Genel Müdürlükte, yaklaşık 15 gün beraber olduk ve işbirliği olanaklarını
ayrıntılı bir biçimde görüşmüştük. Nazar bey’le aramızda bu süre içerisinde
ciddi bir yakınlaşma olmuştu.
Kendisinin Türk’lere karşı büyük bir sevgisi vardı. Daha sonra, çeşitli heyetlerle karşılıklı ziyaretler
olmuştu.
1992 yılının Temmuz ayında, Bakü’de Unucol
şirketiyle Mega Projedeki sorunlarla ilgili yaptığımız toplantı sonucunda,
Unucol Şirketi Genel Müdürü, Türkmenistan’da TPAO ile ortak projelerde birlikte
çalışma isteğini gündeme getirdi.
Görüşme sonrasında, ertesi sabah Unucol Genel Müdürü’nün özel uçağı ile
Aşkabat’a gitme kararı verildi.
Okan bey, ben, Unucol Genel Müdürü ve
kurmaylarından oluşan bir heyetle Aşkabat’a hareket ettik. Son anda heyete Azerbaycan Mili Petrol Şirketi’nden Akıf A. Narımonov’da katılmıştı. O dönemde Suıounow
Nazar Toılıevıch, Türkmenistan Başbakan Yardımcılığı ve Petrol Bakanlığı
görevini yürütmekteydi.
Havaalanında bizi Türkiye Büyükelçisi
karşıladı. Nazar beyin, ani çıkan bir
görev nedeniyle Kazakistan sınırına gittiğini ve ancak akşam saatlerinde geri
döneceğini belirtti. Uzun bir bekleyişten sonra akşama doğru bakan bey,
Aşkabat’taki ofisine döndü ve toplantı salonunda buluştuk.
Nazar Bey, Unucol Genel Müdürü’ne dönerek:
“Siz benim Türk gardaşlarımla birlikte gelmişsiniz, başım üstünde yeriniz var”
diyerek toplantıyı açtı. Toplantı
sonrası biz ofisinden dışarı çıkarken, beni kolumdan tutarak özel konuşmak
istediğini belitti. Bana özetle: TPAO
olarak tek başımıza geldiğimizde, istediğimiz sahada ortaklık yapma konusunda,
elinden gelen her şeyi yapacağını belirtti.
O dönemde, TPAO’nın Azerbaycan, Kazakistan
ve Türkmenistan gibi ülkelerde böylesine büyük saygınlığı vardı. Bize inanılmaz biçimde değer veriyorlar ve
TPAO’yu diğer şirketlerden farklı bir konumda değerlendiriyorlardı.
TPAO KÜLTÜR VE SANAT ETKİNLİKLERİNDE – TSM KOROSU
Ziya Levent TOPÇUOĞLU anlatıyor: “TPAO’da
entellektüelliğin yaygın olduğu yıllardı. 12 Nisan 1982’de burada göreve
başladığımda, müzikteki çalışmalarım 4 yılı doldurmuştu ve ilk defa aynı yıl
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde Şef olarak ilk sınavımı veriyor aynı
zamanda ilk konserime hazırlanıyordum. Konumuz Sadettin Kaynak eserleriydi.
TPAO’da, teknik çalışmaların yanı sıra,
sosyal etkinlikler içinde tek yapılan şey geleneksel hale getirilmiş Atatürk
Resim Yarışmalarıydı ve ödülleri TPAO Kuruluş Yıldönümlerine denk getirilirdi.
Bütün bunlar, sanat adına mükemmel hizmetlerdi. O zamanlar bolca olanaklar
olduğu halde, müzikle ilgili çalışma
yapabilecek, Batman’daki ünlü orkestr amız
hariç, herhangi bir amatör faaliyet yoktu. 12 yıl boyunca bu şekilde
çalışmıştım.
Arama Grubu Jeologlarından Ahmet Dinçer, Turan Gülbay ve o zamanki
Sosyal İşler ve Halkla İlişkiler Müdürümüz Erhan Erginsoy’un istek ve
arzularıyla, bağlı bulunulan Genel Müdür Muavini Mete Karancak’ın çabası ve Genel Müdürümüz
Sıtkı Sancar beyin de onayıyla, 18 Kasım 1994 tarihinde TSM Koromuz kurulmuş ve
26 Kasım 1994 tarihinde de ilk çalışmasına başlamıştır. İkinci şefliğimi
üstlendiğim bu organizasyonda ilk çalışmamız, şimdiki ana bina ile makam blok
arasındaki ara geçişte bulunan o küçük konferans salonunda Pazar günleri 11:00
ile 14:00 saatleri arasında yapılıyordu. Burası oldukça soğuk oluyordu ve ısıtılması da çok zordu.
Derslerimizde yerine göre nazariyat, solfej
ve repertuar çalışmalarının yanı sıra şan dersleri de verilmekteydi.
Hatırlıyorum da 8 yılda yaklaşık 200 şarkı öğretilmişti.
İlk yılın sonunda ulaşımı kolay ve çok daha
sıcak bir ortam olan Necati bey
Caddesi’ndeki Raman Lokalimizin çatısı altında oldukça güzel çalışma olanağı
bulduk. Buradaki en büyük destekçimiz
ise lokal amiri konumundaki
Mümtaz Onör’dü.
Çalışmalarımız, zaman zaman TRT Ankara
Radyo ve Televizyon Kurumu TSM saz ve ses sanatçılarının yanı sıra bazı ünlü
bestekârların da ziyaretleriyle onurlandırılıyordu. Her zaman, gerek TPAO
mensubu, gerekse camiamız dışından katılımlarla
60-70 kişiye ulaşan koromuz ,
konumunu daima korumayı bilmiştir.”
SİSMİK
EKİPTE BİR GÜN
Gani Eren anlatıyor: “Sismik kampta günün
başlangıcı alacakaranlık dediğimiz saat 5 – 5.30 civarındadır. O saatte kalk
borusunu andıran çan sesi önce işçi çadırlarından başlıyarak kampın gece
bekçisi tarafından ‘kalkın sabah oldu’
sesleriyle tüm kampa yayılır. Kamp sakinleri uykulu gözlerle havluları
boyunlarında banyo karavanına doğru ‘Günaydın, Günaydın’ sözcükleriyle güne
başlarlar. Bu erken çalan zil sesi, yataktan kalkarken zor gelse de daha
sonraki zamanlarda espirili konuşmalara zemin oluşturacaktır.
Kahvaltı yeni bir güne başlamanın
sabırsızlığıyla kalabalık ve biraz da telaşlı olarak yenir. Kampın mutfağı,
yemeğe gelenlerin isteklerine karşılık verecek şekilde düzenlenmiştir. Kamp
çalışanlarının istekleri üzerine, menü oluşturulur. Kahvaltı menüsü; karpuz,
meyve suyu, süt, tost, yumurtadan oluşabilir. Sismik kamplarda önem verilen
şeylerden biri de, zengin ve mükemmel servisli sofra kültürü olup,
çalışanlarını mutlu edecek düzeydedir. Kamplarda birinci sınıf aşçılar
çalıştırılır. İşçisinden, amirine bütün kamp personeli, bunu, biraz da yaptıkları
işin önemi ve biraz da ödülü olarak görürler.
Kahvaltıdan sonra sırasıyla sondaj,
dinamit, çakıl, kablo, topoğrafya ve recorder (kayıt ekibi) ardarda kampı terk
ederler.
Sabahın ilk ışıklarındaki bu manzara ve hareketlilik, dışarıdan bakanları hayrete
düşüren ve gıptayla izleten bir görünümde olur. Araziye çıkan bu ekipler,
günlük çalışma temposunun bilincinde olup, gerektiğinde mesai saati mefhumuna bakmadan çalışacaklardır.
Sahaya çıkacak herhangi bir ekibin görevli
personeli, yeni hazırlanmış doyurucu öğlen kumanyasını, çayını, buzlu su
termosunu ve işte lazım olacak gereçlerini arabalarına koyarlar.
Kampta görevli ekip şefi (teknik) ve kamp
amiri (idari), kampın mevcut sabah talimatlarını alıp, eksiklikleri
tamamladıktan sonra büro traylerlerinde o günkü yapılacak işleri yeniden gözden
geçirip, planlarlar. Ekip şefi, birgün önce gerçekleşen çalışmaların özetini,
saat 08.30 civarında Ankara’ya uzun mesafeli telsiz aracılığıyla bildirirler.
İletişimin sağlanamadığı durumlarda, bu ileti en yakın PTT’den telefon
aracılığıyla yapılır. Günümüzde iletişim teknolojisi çok ilerlediği için,
haberleşme çok daha kolaylaşmıştır.
Günlük görüşmeden hemen sonra ekip şefi
yardımcısı, sismologu da yanına alarak, günlük proğramın düzenli çalışıp
çalıştığını ve araziye çıkan ekipleri ayrı ayrı kontrol amacıyla araziye çıkar.
Şayet kampa geç dönülecekse, kumanya eşliğinde proğramın yer aldığı topografya
haritasını, termosu, telsizi ve dürbünü de yanına alarak, özel bir araçla
sahaya çıkar.
Ekip şefi, amacına uygun olarak arazi
ekiplerinden herhangi birini ziyarete gidebilir. Genellikle, güzergah, önce
sondaj ekibinden geçer. Sondajların atış noktalarına ne kadar yaklaştığı ve yüzey şartlarına göre
sondajın süratini, özellikle kesilen formasyonun cinsini ve dinamitin kuyularda
yeterli derinliğe inip, inmediğini ve kuyuların ilk hız zonunun altına inip,
inmediğini kontrol eder. Gerektiğinde şef, sondör ve işçilerle görüşerek,
yoluna devam ederek kablo ekibiyle karşılaşır. Sahaya serilen kabloların
önceden verilen geometriye uygunluğunu kontrol eder ve hatalar varsa, kablo
çavuşunu ikaz eder. Telsizle kayıt arabasını arayarak, gerekirse atışları durdurabilir.
Daha sonra recorder’a giderek, atışlardan elde edilen kayıtları tek tek
inceliyerek kayıt kalitesini kontrol eder, bazı kayıt parametrelerini orada
değiştirebilir. Bu değişiklikleri Ankara ile paylaşır.
Atış esnasında yerleşim alanlarına yakın atışların,
halka zarar verip, vermediğini kontrol eder ve gerekli talimatları verir.
Kısacası o gün arazide bulunan tüm ekiplerin düzenli ve doğru çalışmalarını
temin eder ve sıkıntılarını giderir. Burada mesai mefumu yoktur. Bazen, sismik
saha ekiplerinin onaltı saat’e yakın çalıştıkları görülmüştür.
Ekipler günlük çalışmalarını bitirip, kampa
döndüklerinde ilk önce banyo yapar daha sonra akşam yemeği yerler. Daha sonra
her disiplin o günkü saha raporlarını teknik büroya iletirler. Eğer varsa ertesi
günkü değişiklikleri alırlar. Tüm ekipler, şayet eksiklikleri varsa bunları
giderir, ertesi güne hazır hale gelirler.
Yoğun geçen bir günün sonunda, kampa dönen
ekipleri eksiksiz bir kamp düzeni ve hoş bir akşam yemeği beklemektedir.
Bilhassa akşam yemekleri zengindir. Çünkü; dağ başında insanları motive eden en
önemli lüks; yemektir. Bu gelenek doğrultusunda, kamp hayatı çok zevkli ve
insanı cezbeden bir düzenliliktedir. Yemek esnasında ve sonrasında muhabbet ve
sohbet başlar. Zaman zaman koşullar
uygunsa ayda veya iki ayda bir ‘moral
gecesi’ yapılır.
Akşam yemeğinden sonra, ekip şefi ve
yardımcısı, sismolog, teknik büro
traylerinde o günkü kayıtları inceler, varsa aksaklıkları ortaya çıkarır ve
yeni talimatları not eder. Ankara’ya prosese yollanacak manyetik teypler ve
statikler, birkaç gün sürecek çalışmayla hazır hale getirilir. Ertesi gün
kargoya verilecek şekilde kolilenir. Günümüzde topografya ve statikler, hatta
ön kesit aşaması bilgisayarlar yardımıyla teknik büroda yapılabilmektedir.
Muhtemelen gece yarısına yakın bir saatte
teknik ve idari ekip yoğun geçen bir günün yorgunluğu ve huzuruyla uyku
treylerine doğru yürür.”
“5
Yıl Sonra Bir Hatıra’nın İzi İle”
“Ölümle
Burun buruna..”
Azerbaycanlı gazeteci yazar Enes Cansever 7
Mayıs 1999 tarihli Azerbaycan Harman Gazetesi’nde şunları anlatıyor:
“Aporni,
Yelemez/Giden gelemez”
1993 yılından bu yana Kazakistan’da petrol sektöründe önemli bir yatırım yapan TPAO, zor coğrafik şartlara ve imkansızlıklara rağmen çalışmalarının meyvesini toplamaya başladı.
TPAO ve Kazakoil ortaklığıyla kurulan Kazak Türk Munay Şirketi’nin Aktau eyaletine bağlı Aporni ve Yelemez bölgelerindeki üretim tesislerinin açılışına katılmak üzere Kazakistan’ın Enerji Ticaret və Sanayi Bakanı Muhtar Abdılyazov, Çevre ve Yeraltı Kaynakları Bakın Serikbek Davkeyev, Büyükelçi Kurtuluş Taşkent ve çok sayıda petrolcü ve yetkiliden oluşan yaklaşık 50 kişilik bir heyetle yola çıktık.
Kazak Türk Munay Şirket’inin sempatik Genel Müdürü Baktıhoca İzmuhammetov ile Genel Müdür Yardımcısı Ali Altay Kaptanoğlu bizi de davet ettiler bu göğsümüzü kabartan açılış törenine.
2.717.000 kilometre karelik devasa yüz ölçüme sahip Kazakistan’ın geniş coğrafiyasında seyahat etmekse ayrı bir meşakkat.
Almatı’dan start alan gezimiz, 1,5 saatlik Almatı-Astana, 2 saat 40 dakikalık Astana-Atrau arasında uçakla ve 2 saat 40 dakikalık bir helipokter yolculuğundan sonra tören yeri olan Yelemez ve Aporni bölgesine ulaştık. Yani, toplam 6 saat 50 dakikalık bir seyahatle ülkenin bir bölgesinden, diğerine ulaşabildik.
Yaklaşık altı seneden beri sözünü ettiğimiz topraklarda mekik dokuyan TPAO’nun Aktau Bölge Sorumlusu Hamit Er, yaşadığı sıkıntılardan dolayı “Aporni-Yelemez, giden gelemez” sözünü ezberlemiş. Hatta özellikle Türkiye’den gelen üst düzey yöneticilere bölgenin zorluğunu ifade etmek için, bu sözleri ofisin her tarafına yazıp asmış.
Gerçekten işadamlarımızın ülkemizden binlerce kilometre uzaklıkta, zor altyapı şartlarına rağmen, büyük başarılara imza atması her zaman olduğu gibi bir kez daha göğsümüzü kabarttı. Evet, bizler de Kazak Türk Munay’ın bu gurur gününde sevinçlerini paylaşmak üzere, uçsuz bucaksız Kazakistan’ın çölünü kuş bakışı seyrederek, Aporni ve Yelemez’e doğru gidiyoruz.
Henüz helikopterimiz yeni havalanmıştı ki; yaklaşık 30 dakika sonra sesinde yaşanan bir anormalikle birlikte avlanmış bir keklik misali yere doğru son hızla inmeye başladı. İlk kez bu kadar ölümün soluklarını ensemde hissetim. Hatta tabiri caizse, ölüm meleğiyle adeta diz dize olduğumu hissettim. Korku, heyecan ve sarsılmanın birbirine karıştığı bir anda adeta ecel terlerini döktük. Sendeleye sendeleye yere yığılan helikopterimiz uçsuz bucaksız çölün kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde kala kaldı.
Allah’ın hikmetleriyle dolu bir kaza. KATİAD Başkanı İlhan İldeniz ve TPİC Temsilcisi Mehmet Satır’ın olay sonrasındaki değerlendirmesi: Eğer motorda yaşanan arıza bir kaç dakika daha gecikmiş olsaydı biraz ötede bulunan Hazar’ın sularına gömülürdük.
Yapılan telsiz bağlantıları ve atılan havai fişeklerden sonra bize ulaşılabildiler. Tabii yaklaşık üç saat sonra...
Pilotumuzun ifade ettiğine göre; helikopterin iki motoru da tamamen yanmış. 40 seneden bu yana bu görevi yaptığını ve ilk kez böyle büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını belirten pilot, kimsenin burnunun bile kanamadan bu büyük tehlikeyi atlatmasına ise bir türlü akıl erdiremediğini ifade etti. Kaza geçirenlere bir kez daha geçmiş olsun.”
1993 yılından bu yana Kazakistan’da petrol sektöründe önemli bir yatırım yapan TPAO, zor coğrafik şartlara ve imkansızlıklara rağmen çalışmalarının meyvesini toplamaya başladı.
TPAO ve Kazakoil ortaklığıyla kurulan Kazak Türk Munay Şirketi’nin Aktau eyaletine bağlı Aporni ve Yelemez bölgelerindeki üretim tesislerinin açılışına katılmak üzere Kazakistan’ın Enerji Ticaret və Sanayi Bakanı Muhtar Abdılyazov, Çevre ve Yeraltı Kaynakları Bakın Serikbek Davkeyev, Büyükelçi Kurtuluş Taşkent ve çok sayıda petrolcü ve yetkiliden oluşan yaklaşık 50 kişilik bir heyetle yola çıktık.
Kazak Türk Munay Şirket’inin sempatik Genel Müdürü Baktıhoca İzmuhammetov ile Genel Müdür Yardımcısı Ali Altay Kaptanoğlu bizi de davet ettiler bu göğsümüzü kabartan açılış törenine.
2.717.000 kilometre karelik devasa yüz ölçüme sahip Kazakistan’ın geniş coğrafiyasında seyahat etmekse ayrı bir meşakkat.
Almatı’dan start alan gezimiz, 1,5 saatlik Almatı-Astana, 2 saat 40 dakikalık Astana-Atrau arasında uçakla ve 2 saat 40 dakikalık bir helipokter yolculuğundan sonra tören yeri olan Yelemez ve Aporni bölgesine ulaştık. Yani, toplam 6 saat 50 dakikalık bir seyahatle ülkenin bir bölgesinden, diğerine ulaşabildik.
Yaklaşık altı seneden beri sözünü ettiğimiz topraklarda mekik dokuyan TPAO’nun Aktau Bölge Sorumlusu Hamit Er, yaşadığı sıkıntılardan dolayı “Aporni-Yelemez, giden gelemez” sözünü ezberlemiş. Hatta özellikle Türkiye’den gelen üst düzey yöneticilere bölgenin zorluğunu ifade etmek için, bu sözleri ofisin her tarafına yazıp asmış.
Gerçekten işadamlarımızın ülkemizden binlerce kilometre uzaklıkta, zor altyapı şartlarına rağmen, büyük başarılara imza atması her zaman olduğu gibi bir kez daha göğsümüzü kabarttı. Evet, bizler de Kazak Türk Munay’ın bu gurur gününde sevinçlerini paylaşmak üzere, uçsuz bucaksız Kazakistan’ın çölünü kuş bakışı seyrederek, Aporni ve Yelemez’e doğru gidiyoruz.
Henüz helikopterimiz yeni havalanmıştı ki; yaklaşık 30 dakika sonra sesinde yaşanan bir anormalikle birlikte avlanmış bir keklik misali yere doğru son hızla inmeye başladı. İlk kez bu kadar ölümün soluklarını ensemde hissetim. Hatta tabiri caizse, ölüm meleğiyle adeta diz dize olduğumu hissettim. Korku, heyecan ve sarsılmanın birbirine karıştığı bir anda adeta ecel terlerini döktük. Sendeleye sendeleye yere yığılan helikopterimiz uçsuz bucaksız çölün kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde kala kaldı.
Allah’ın hikmetleriyle dolu bir kaza. KATİAD Başkanı İlhan İldeniz ve TPİC Temsilcisi Mehmet Satır’ın olay sonrasındaki değerlendirmesi: Eğer motorda yaşanan arıza bir kaç dakika daha gecikmiş olsaydı biraz ötede bulunan Hazar’ın sularına gömülürdük.
Yapılan telsiz bağlantıları ve atılan havai fişeklerden sonra bize ulaşılabildiler. Tabii yaklaşık üç saat sonra...
Pilotumuzun ifade ettiğine göre; helikopterin iki motoru da tamamen yanmış. 40 seneden bu yana bu görevi yaptığını ve ilk kez böyle büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldığını belirten pilot, kimsenin burnunun bile kanamadan bu büyük tehlikeyi atlatmasına ise bir türlü akıl erdiremediğini ifade etti. Kaza geçirenlere bir kez daha geçmiş olsun.”
TPAO’NUN
BAŞARILI VEYA BAŞARISIZ OLMASI TAMAMEN ARAMA GRUBUNUN PERFORMASINA BAĞLIDIR
Dursun Açıkbaş anlatıyor: “Günümüzde, tüm
uluslararası petrol şirketlerinde olduğu gibi TPAO’da da
arama, kuruluşun temelini
oluşturmaktadır. Başka bir deyişle
şirketin lokomotifi konumunda olan Arama
Grubu, TPAO demektir. Şayet Arama Grubu
hidrokabon keşiflerini
gerçekleştiremiyorsa, petrol sektöründeki diğer faaliyet alanlarının da etkin
bir biçimde çalışmaları mümkün olamamaktadır. Bütün başarılar ve
başarısızlıklar Arama Grubu’ndan kaynaklanır.
Ülkemizin karmaşık jeolojik yapısı,
hidrokarbon aramaları yönünden büyük güçlükler oluşturmaktadır. Bu pahalı ve
risk faktörü yüksek çalışmanın başarılabilmesi için; özelikle güçlü ve
deneyimli bir kadronun gerekliliği açıktır. Bilimsel içeriğin yanında, belirli
bir ileri teknolojiyi gerektiren hidrokarbon aramaları, genelde bilinenden
bilinmeye, yeryüzünden yeraltına uzanan bir mantık düzeni izleyerek
uygulanmaktadır. Bu uygulamaların
başarı ile sonuçlanabilmesi için, yerbilimlerinin farklı disiplinlerinden
oluşan bir ekip çalışmasına gereksinim
bulunmaktadır.
Petrol aramalarında tek başarı göstergesi,
yeni petrol sahalarının bulunması, ülkemizin petrol üretimin arttırılması ve daha açık bir ifadeyle
ekonomik başarıdır.”
OLAYLAR.
. . . İNSANLAR
*Reşit
Yonca; İlk Petr ol Şehidimiz
“ Garzan-1’de, kuyunun ilk kısımlarında
darbeli sondaj yapılıyor. Darbeli sondajlarda matkabın büyüklüğü malum; (balta)
dedikleri o koca şey. 360
metr e civarında
o koca matkap kuyuda şıkışmış. Kurtarmaya çalışmışlar ama bir türlü
kurtaramamışlar. Dinamitle matkabı gevşetmek istemişler. Amerikalı baş sondör
Kid Russel, sondör Hamdi usta ve Reşit Yonca sondaj barakasında dinamit
hazırlığına başlamışlar. Reşit Yonca bir müddet sonra barakadan çıkmış kuleye
doğru yürürken, sondaj barakasında şiddetli bir infilak olmuş. Kid Russel ve
Hamdi Erol usta anında ölmüşler. Bir saç
folyo infilakin şiddetiyle fırlamış ve kuleye gitmekte olan Reşit’in kolunu
omuzundan koparıp atmış. En yakın hastahane Diyarbakır’da, o da 10 saat
sürüyor, yol yok, dere geçmek problem, o zamanın yol şartları çok kötü. Reşit
Yonca fazla kan kaybından yolda hayatını kaybetmiş.” A.Durukal
*“Sondajcılık
Zor İştir”
“Maymune Boğazında 1 numaralı kuyudan
sonra, dağa çıkıp (Raman Dağı) orada sondaj yaptık. 8-9 ve 12 numaralı kuyularda petr ol bulduk. O günlerin şartları başkaydı. Yılanlı
çatılar altında çocuk büyüttük. Şimdiki gibi araba yoktu, taşıt yoktu. Hatta bir defasında hastalanan çocuğumu
doktora götürebilmek için, üzümcünün eşeğini üzümleriyle birlikte satın almaya
mecbur kalmıştım. İmkansızlıklar içindeydik. Çalışırken de, yaşarken de.
Mesela; matkabı dağa çıkarmak için kızak yapardık. Bir defasında sondaj halatı taşımak için,
halata ip bağlayıp, arkadaşlarımızla omuzlayıp, çektiğimizi çok iyi
hatırlıyorum. Şimdi teknik olanaklar çok. Ama buna rağmen sondajcılık yine de zor iştir. ”
Muhittin Eren ile
1980 yılında yapılan bir söyleşiden. (Muhittin Eren’in torunu Tuna Eren, Petr ol
ve Doğal Mühendisi’dir ve şirketimizde çalışmaktadır. Tuna, dedesinden, petr ol jeoloğu olan amcası Abdurrahman Eren’den ve
babası derikmen Haluk Eren’den almış olduğu petr olcü
bayrağını, gelecek nesillere doğru taşımaktadır.yn.)
* “
Bir kişi, bir kişi ”
“Sondaj masası dediğimiz 6-7 ton
ağırlığında bir masa vardır. Bunu
sondajcılar çok iyi bilirler.
Kaldırdılar, yerde monte edilecek.
İple bağladık, kenara çektik, ipi tutuyoruz 4 - 5 kişi. Aşağıdan
“ bir kişi ” diye bir ses geldi, 1 kişi gitti. Arkadan “ bir kişi ” daha dediler 1 kişi daha
gitti. Velhasıl 5 kişi “bir kişi, bir
kişi” diye aşağıya gitti. Bir tek ben
kaldım. Ama ip boruya sarılı olduğu için
bir kişi rahatlıkla tutabiliyor.
Aşağıdan ısrarla bağırıyorlar “ bir kişi, bir kişi ” diye. Bende ipi bıraktım aşağı gittim. Bırakınca o 6-7 tonluk masa, kulenin bir
başından öbür başına nasıl bir sallandı.
Herkes 1,5-2 m .
lik mesafeden kendini kuleden aşağı attı. .
Bana “niye bıraktın ?” dediler.
“Bir kişi diye ısrar ediyorsunuz ne yapayım? ” dedim. “Biz sana demiyoruz, biz aşağıdaki adamlara
'çek’ diyoruz” dediler. Meğerse kürtçe
‘bikşi’ demek, ‘çek’ demekmiş. “Hasan Hüseyin Ural”
*
“Kapat, kapat zayi olmasın. . . . ”
“Yıl 1944. Kurtuluş Savaşı’nda Musul ve
Kerkük’ü kurtaramamanın ve petr olsüz
kalmanın ezikliğini yıllardır içinde saklayan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Raman
Dağ’ındaki çalışmaları neredeyse günü gününe izlermiş. İlk ekonomik kuyu açıldığında çok sevinen
İnönü, zamanın ulaşım zorluklarına bakmadan kalkıp gelmiş. Necdet Egeran küçük
bir depoya petr ol basan mütevazi
kuyunun vanasını dışa açıp, olayı görüntülemek istemiş. İnönü vanadan dışa
fışkıran petr olü görünce telaşlanmış
“KAPAT, KAPAT” demiş Egeran’a “ZAYİ
OLMASIN”. Her damla petr olün bedelinin, bir damla kan olduğu gerçeğini
İsmet Paşa iyi biliyordu.” Yukarıdaki
satırlar TPAO Batman İdare Amiri Raşit Erel’in oğlu olan gazeteci Teoman
Erel’in, Milliyet Gazetesi, Teleks, ”Petr ol
Horonu “ adlı makalesinden alınmıştır.
*Üzücü
Bir Olay ve Raman-11
“Raman-11’i
deliyoruz ve çok ümitliyiz. Raman-9 sonrası ülkede bütün gözler yeni
açılacak Raman kuyularında, acaba Raman gerçekten bir petr ol
sahası mı diye. . Amerikalı sondör Guy Mayes, saat 16.00 da son vardiyaya gelmiş. Ben kuyunun
“Kontr ol Mühendisiyim.” Neler oluyor
diye kontr ol etmek üzere 11 numaraya
geldim, kuleye çıktım. Tijler normalden çok hızlı dönüyor, 2 misli hızla
dönüyor. Mayes sert hareketler yapıyor.
Biraz daha yanına gidince sarhoş olduğunu anladım. Drillexco ile yapılan
anlaşmaya göre, bizim onların çalışmasına müdahaleye hakkımız yok. Raman’da
Amerikalıların başı vardı, Woddy adında yaşlı bir adam, bir gözü de
görmüyordu. “ Bu adam sarhoş, bunu
buradan al, bir kaza yapacak.” dedim. Ben Guy Mayes’in sarhoş olduğunu
anladığım sırada Guy, freni bıraktı
yanına geldi, “Seni İnönü’ye şikayet edeceğim. Sen, bizim kaldığımız kampa
bakmıyorsun.” dedi. Meğerse Mayes’in hamile karısı kamptaki
yeni lojmanında fare görmüş ve neredeyse çocuğunu düşürecekmiş. “Sen
niye barakalara fare zehir’i koymuyorsun.?” diye beni suçladı. Woddy de sarhoş
olduğunu anladı ama vardiyada yine Mayes kaldı. Çünkü Guy’un yerine koyacak
kimse yoktu. Woody, Mayes’in yanına gitti,
onu gözlemlemeye ve onunla konuşmaya başladı..
Ben aşağıya, Maymuneye geldim. Bir saat
geçmedi aradan, işçiler telefon ettiler, “Efendim kule indi aşağıya.”
diye. Meğerse fazla asılmış Guy Mayes,
fazla kuvvetle çekince, bütün kule olduğu gibi, arkasındaki sırta yatmış.
Allah’tan sadece halat kopmuş, kimse ölmemiş. Bir gittim ki; sondaj makinesi
üzerinden silindir geçmiş gibi boylu boyunca yerde yatıyor. 11 nolu kuyuyu terk
ettik. Kule, Cardwell kuleydi..”
Abdurrahman Durukal
*Uçakla
Ankara-Diyarbakır
“ Bazı mahsurlarına rağmen, MTA’nın iyi bir
tarafı vardı, diğer devlet kuruluşlarına nazaran formalitesi çok az olan bir
devlet kuruluşuydu. Mesela, Etibank’ta ve DSİ’de bir mühendis bir yere gönderilecekse; genel
müdür dahil 4-5 tane imzaya gerek duyulurdu. MTA öyle değildi. MTA’da
çalışanlar, şube müdürünün bir parafıyla uçakla gidebilirlerdi. 1948 den
itibaren Diyarbakır’a uçak seferleri yavaş yavaş başlamıştı. Amerikan askeriyesinden alınan
uçaklar ( Dakota C-3), buradan kalkıyor, Kayseri’ye iniyor. Kayseri’den Sivas’a, Sivas’tan Malatya’ya, Malatya’dan
Elazığ’a oradan da Diyarbakır’a iniyordu. Uçak güzergahı buydu. Gene de zaman bakımından pek tasarruflu oluyordu.
Tren ise 3 gün 2 gece sürüyordu..’’
Abdurrahman Durukal
*Bir
Garzan Hikayesi ; Alınan Büyük Risk ve Mutlu Sonuç
“Garzan-1 petrol emareliydi.
Garzan- 2’
yi ben açtım, bitirdim. Kuyuda o zaman
jeolog yok. ‘Jeolog Alaadddin Bey’ diye
takıldığımız ve herkesin sevdiği Alaaddin
dayı kuyudan çıkan numuneleri
topluyor. O zamanlar karot imkanı
da yok. Kuyu hedef seviyeye
yaklaştığında ben kırıntı numunelerinde hafif petr ol
görmüştüm. Her kuyunun bitiminde mutad
olduğu üzere, Cevat Eyüp ve Mehlika Taşman
Ankara’dan geldiler. Kuyunun son durumunu değerlendirdiler. “Kuyu
hakkında ne düşünüyorsunuz, Cevat bey ?”
dedim. “ 99 teneke çıkar ama 100 teneke
diyemem. ” dedi. Ankara’ya bir telsiz
çekerek kuyunun terk edilmesini bildirdiler.
Çok geçmeden Ankara’dan bir telgraf
ile kuyunun terk edilmesi emrini aldım.
O gece sabaha kadar düşündüm. Garzan sahası
yapı olarak Raman’a çok benzer. Bu
kuyuda petr olün olduğuna
inanıyordum. Beynim, Raman-9 ve
orada yapılan asitleme, asitleme sonrası
üretimin hızla artışı gibi olaylar ile dolu, bir türlü uyuyamıyorum. Ben asit yaparak kuyudan petr ol alacağımıza inanıyorum. “Terk” emrini dinlemeden 7 inç casingleri kuyuya indirdik. Çimentoyu da yaptık, iki gün donmasını bekledik. Bütün ümidim asitti. Bu arada ben bu işleri yaparken, Ankara’dan
hiç ses, seda çıkmıyor. Herhalde
‘Sonuçta onun işi zaten bitti, hatalarına devam etsin, defterini tam
düreriz.’ düşüncesi hakim.
Sabah erkenden kalkıp Dr. İlhan ile
kuyuya gittik. Dr. İlhan bu
işlere çok meraklıydı. Asit yaptık. Merakla bekliyoruz, bütün ümidimiz
asitte. Bir müddet sonra Dr. İlhan, “Abdurrahman bu çıkıyor.” diyerek
koşarak geldi. Avucundaki çamurda
çok hafif petr ol vardı. Sonunda petr ol
gelmiş, bizi çok mutlu etmişti. MTA,
“kuyuyu terk edin” diye talimat vermişken, 3-4 gün sonra, ben hergün telgrafla Ankara’ya kuyudan gelen
mayi miktarını bildiriyorum. “1. gün 35
ton, 2.
gün 38 ton vb gibi petr ol geldi”
diye telgraf geliyor benden.
Ankara’dakiler hem kızgın, hem şaşkın hem de mutlu gibi.
Sonuçta, talimat dışına çıktığım için, ceza
vermek üzere Ankara’da Disiplin Kurulu
toplandı. Toplantı gıyabımda
yapıldı. Sonuçta arazi primimi kestiler ve çok ters ve
ağır bir telgraf geldi. Eğer Garzan-2 de petr ol
çıkmasaydı MTA benden çok büyük bir tazminat ödememi isteyebilirdi. Hatta kuyuya indirilen 7 inç casinglerin ve yapılan
çimentonun parasını bile benden alabilirlerdi.
„ Abdurrahman Durukal
*“Kulelerde
telsiz veya telefon yok. Jandarma’nın telefonlarını kullanırdık. ”
“Telsizler gelince tabii ki çok sevindik ve
telsizleri Batman’a kurduk. Ancak bu
telsizler maniple ile çalışıyordu, şimdiki gibi karşılıklı konuşmalı
değil. Ordudan ayrılmış Kemal Dağlı,
Necdet Heves gibi telsizden anlayan
arkadaşlar geldi. Her sabah MTA ile
manipleli muhabere kuruluyordu.
Kulelerde telsiz yoktu. Örneğin
Garzan da telefon vardı, o da jandarma telefonu. MTA, prensip olarak yeni sondaj mahallerine
3-5 kişilik bir jandarma karakolu kurardı, o zamanlar. Onlar vasıtasıyla irtibat kurardık. Hepsinde öyleydi. Daha sonra Kentalan’a telsiz götürdük.” Abdurrahman Durukal
* “
Jeofizik nedir, bilen var mı ?”
“Ben
tesadüfen petr ol sektörünün
içine girdim, yani jeofizikçi oldum.
Askeri tıbbiyyede kayıtlı öğrenci iken MTA’nın bir burs imtihanı
vardı. Yıl 1950. Sınava girdik. Dediler ki: “Sen jeofizikçi oldun.”
Jeofizikçi nedir, bilmiyoruz. Birkaç
kişiye sorduk, onlar da bilmiyorlar.
Dediler ki: “Nazım Terzioğlu bilir bu işi, ona gideceksin. ”
Veznecilerdeki o koca üniversite binasına gittik. Sorduk soruşturduk, Nazım
Terzioğlu’nu bulduk bir arkadaşla beraber.
Dedik ki; “ Biz jeofiziği kazandık, nedir bu?” “Sizin elinize bir alet
vereceğiz” -bir şey gösterdi o arada ama biz ne olduğunu bilmiyoruz o zaman - “
Bu aletle dolaşacaksınız adım adım ve bu alet yerin altında ne varsa
gösteriyor. ” “ Bu aletle başka bir şey yapılmaz mı, hep böyle dolaşmak mı
lazım?” diye sorduk. “Evet, hep böyle
dolaşacaksınız. Yerin altında petr olü,
madeni ne varsa onu göreceksiniz. ” “Hay Allah” dedik arkadaşla beraber, “İyi
birşeye benziyor” dedik ve biz MTA burslu olarak jeofizikçi olduk. ” Özer Altan
*“Alaaddin
Dayı”
“Garzan’a ilk gittiğimde, biri çalışma
digeri yatak odasından ibaret kuyu
jeologlarının Makina Kimya Endüstr isi
yapımı portatif tahta barakasında jeolog arkadaşlar Süreyya Ekim ve İlhan İrepoğlu ile Alaaddin Dayı’yı buldum. Saçları aklaşmış oldukça dinç, arkadaşların
her istediğine hemen koşan bir elemandı. Sonradan öğrendiğime gore 1930 lardaki
isyanlarda Cemil Paşa’ya tercümanlık yapmış ve zamanla MTA’ya alınmış, hep
jeologlarla çalışmış. Yöredeki kuyularda geçilen, Midyat, Gercüş, Germav
ve sonraları Garzan adını verdiğimiz
Orbitoidli Kireçtaşı
formasyonlarını iyice
tanıyabilecek deneyimi edinmişti. Mehlika Taşman hanım tarafından belirlenen Lackhartia Daviesi, Globotr uncana, Orbitodes vb gibi referans mikrofosillerini, fosil ayıklıya ayıklaya öğrenmişti. Şirkette çok az çalışan Dr. Fritz Bender’in, Alt Germav’dan petr ollü
seviyeye girene kadar derinlikle artan
kireç içeriğini belirlemek için uyguladığı kalsimetr e
ölçmelerini yapıyordu. Bu becerileri ile
biz jeologlara çok yardımcı oluyordu. Kuyu başında saatlerce uykusuz kalır kuyu
kesintilerini izlerdi. Petr ollü
seviyeye yaklaşınca ‘petr olün
üstünde dans ediyoruz’ diyerek
sevinişini hala hatırlarım.”
Mithat Tolgay
*
Tpao’ da İlk Ders
“İnkilap Sokak denince, aklıma Ferhan Sanlav
geliyor. Gördüğüm en müthiş idareciydi.
Çalışma disiplinini, düzgün çalışmayı ve tasarrufu ( ki o zamanlar her
şey kıt ve zor bulunurdu) hep ondan öğrendik. Şöyle hatırlıyorum; Bana bir
klasör verdi, deliklerini seloteyp ile onaracağım. Her sayfanın kenarını boydan boya bantlayarak
klasörün yarısına geldim. Bir ara geldi,
yaptıklarımı gördü. “ Sen na’pıyorsun, delikanlı? Biz fakir insanlarız. Senin boydan boya bant çekme hakkın yok.
Ancak deliklerln çevresini ve yıpranmış yerleri bantlayacaksın” dedi. Bu benim TPAO da aldığım ilk ders oldu.” Metin Çakır
*Türkiye
Petr ollerini Niye Tercih Ettim ?
“Benim girdiğim yıl, 1963 de
şirket 300 kişiden fazla değildi. Liseyi bitirmiş akademiye
kayıt yaptırmış kendime iş
arıyordum. Babamın aktif politikacı olan bir arkadaşına gittim ve
ondan bana iş bulmasını rica ettim. Bana
altı tane kurum adı saydı. “Bunlardan
hangisini istiyorsan, söyle onu yapalım”
dedi. Basit bir karşılaştırma
yapacağım. O zamanlar torpil yaptırmak
isteyenler, ya TPAO’ya, ya TRT’ye, ya da Shell’e girmek istiyorlardı. Bu kurumları
diğerlerinden ayıran şey iyi para vermeleriydi. TPAO’yu diğerlerinden
farklı kılan unsur ise sosyal yapısıydı.
TPAO’nun önünden geçer, TPAO’ya giren, çıkan insanları gözlemler, onları
izlerdim. Bu gözlemlerim sonunda TPAO
kalitesinin diğerlerinden çok farklı
olduğunu anladım. Babamın arkadaşınca
teklif edilen 6 kurumdan, TPAO’yu tereddütsüzce seçtim.
Çok iyi bir seçim yaptığımı bugün bile söyleyebilirim. ” M. Çakır
*Çok
Sevilen “ Biteviye Komutan “
Halil Dinler: Herkes onu “Komutan” veya ‘Biteviye
Komutan’ olarak tanırdı. Çünkü
“biteviye” kelimesini çok
kullanırdı. 1320 de Bosna’da doğmuş,
1929 da Türkiyeye gelmişti. İtfaiye
amiri olarak görev yapmıştı. Atatürk’
ten özel üstün hizmet nişanı
almıştı. 1952 den 1971 yılına kadar
çalışmış, dürüstlüğü, mertliği ile kendini sevdirmişti.” Fikri Nayır anlatıyor:
“ Çocukluğum Raman Kampında geçti. Halil
amcayı herkes severdi. Biz çocuklar bayram günlerinde hemen onun kulübesine
giderdik, bize bir tepsi içinde şeker, çukulata ikram eder, bayram parası
verirdi.”
*
İlk Yangına Ramak Kalmıştı
“Rafineriyi inşaa eden Parsons’daki
Amerikalılar, nedense, biz Türklere pek güvenmez ve bunu da açıkça belli
ederlerdi. Bir örnek olarak analatayım:
Raman-Batman petr ol boru
hattını döşedik ve çalışmaya
başladı. Petr olün
pompalanması lazım. Ama bizde pompa
yok. Bizim çamur pompalarımız vardı.
Şimdi kullanılmıyor. Halliburton’un
portatif pompaları . Amerikalılar “Çok basarsanız boru hattını patlatırsınız” dediler. Biz de, “İstediğiniz kapasitede basarız
. Bizim pompamız çok daha büyük işler
içindir ama sizin koyacağınız pompadan daha iyi, milimetr ik
basınç kontr olü hesabıyla
basabiliriz “ dedik. Sıra pompa basmaya
geldi. İlk gün herkes geldi ve heyecanlı. Kış soğuğunda hat dondu ama ısıtarak devam
ettik. Boru çalışmaya başladı. Küçük rafineride 1000 tonluk bir tankımız var
oraya basıyoruz.
Bir gün, ben Garzan Kamp şefiyim cipim
var altımda. Küçük rafinerinin oraya geldim ki petr ol fışkırıyor.
Rüzgarla da savruluyor. En ufak bir kıvılcımda her taraf yanacak.
Doğruca rafineriye gittim. Vanayı
kapatacağız kapatamıyoruz. Amerikalılar o küçük boru hattının işletilmesinde
bile bize güvenmemişler, gelen giden, vanayla oynamasın diye vanayı kilitlemişler. Halbuki o vana tanklara petr ol getiren vana, Amerikalıyı hiç
ilgilendirmez. Taşar diye mi diye
düşündüler nedir bilinmez. Kilit
vurmuşlar. Petr ol
fışkırıyor, buharı da var, bir kıvılcım olsa yanacak. Baltayla kırma imkanımızda yok. Fışkırmasın diye üzerine çuval
bastırdık. Demir kesen makas bulduk,
vanayı açtık, basınç düşmeye başladı.
Amerikalı, anahtarı getirdi.
“Niye kilitlediniz ?” diye çıkıştık.
“Boru sizin değil. ” dedik.
Böylece belki de ilk büyük yangın tehlikesini atlatmış olduk.” Selahattin Özkan
*
“Kurban kesilirken bakamam. . . . ”
“ Garzan-17 deyiz. Gayet güzel petr ol
verdi. Kuyu delinirken, hiç yapmadığımız
bir şey yaptık; Cumhurbaşkanı Celal
Bayar geleceği için, kuyuyu bir gün beklettik.
Cumhubaşkanı geldi. Adet olduğu
üzere kurban kestiler. Kurban kesilirken
oradan uzaklaştım, gittim, aşağıya Garzan çayına bakıyorum. Biraz sonra arkamdan
birisi geldi,omzuma dokundu. Döndüm baktım: Celal Bayar. Şaşırdım. Ekibi de ben
gezdiriyorum aslında ve beni tanıyor. “Ne yapıyorsun burada?”dedi . “Aşağıya nehre bakıyorum .
Kurban kesilirken bakamam.” dedim. “ Ben
de öyle. ” dedi.
Enteresan hikayedir . Çünkü; Adana’da
partili bir vatandaş, Başbakan Menderes için oğlunu kurban etmeye
kalkmıştı. Gazeteler bu haberle çalkalanmıştı, tam o sırada oldu bu olay. Böyle bir dönemdeydik. Celal Bayar, omzumu okşadı, “Ben de kurban
kesmesini hiç sevmem” dedi.”
Selahattin Özkan
*
“Önce Horon Çekelim”
“Midyatlı Muhittin Eren usta, müthiş
iyimsermiş. Kuyuda çok büyük bir arıza
çıkıp umutsuzluk yayıldığında: “ Hadi çocuklar önce bir horon çekelim.” dermiş
işcilere “ sonra arızayı hallederiz ” . Teoman Erel, Milliyet Gazetesi, Petr ol Horonu
*Gravimetre
Ekibi için Batman’dan Cizre’ye Tulum Destekli Sallarla Akaryakıt Nakli
“Eskiden ortaokul kitaplarında Dicle
nehrinde sallarla nakliye yapıldığı yazılırdı. Bir seferinde, gravimetre ekibi
için bu yöntemi son çare olarak kullandık. Olay şöyle başladı: O yıl,
gravimetre ekibinin programında Cizre ve Silopi civarında gravimetrik etüt
yapılması programlanmıştı. Gravimetre ekibinin motorlu araçlarının tamir ve
bakımı Dörtyol’a yakın MTA kampında
yapıldıktan sonra, ekibin hududu takip ederek mevcut toprak yollardan Cizre’ye
gitmesi planlanmıştı. Yola çıktıktan kısa bir süre sonra yağmurlar başladı ve
mevcut yollar bir çamur deryasına dönüştü. Kısa sürede benzin kıtlığı da
başladı. Durumu inceledik ve benzin temini için Batman’la temas sağladık. Ekip
zar zor Cizre’ye ulaştı fakat oradan da ikmal yapamadık. Birkaç günlük bir
aradan sonra, yollanan benzin varilleri mahalli insanların kullandığı sallarla
çıkageldi ve planlanan programa başladık. Bu şekilde yani sallarla akaryakıt
taşıma işi, bildiğim kadarıyla şu ana kadar bir daha yapılmadı.” Ferhan Sanlav
*Bir
Telefon ve Soğuk Bir Kış “
“Kampla
telefon irtibatımız vardı. Manyetolu telefonlarla iletişim
kurabiliyorduk. Şehirlerarası telefon etmek ise, oldukça zordu. Birgün eve
telefon etmek için izin aldım. Beşiri’ye gittim, “yıldırım” istedim, 1 gün
bekledim, yine de konuşamadım. Koşullar böyleydi...
...B.Raman-11 numaralı kuyuda çalışırken,
kardan yollar kapandı, telefonla haber verdik, ‘bir şey yapamayız başınızın
çaresine bakın.’ dediler. Elimizde yiyecek yok. Başımızda Hasan Güven vardı.
Kamp 2-3 km .lik
mesafede. Gece kulede kaldık, gündüz kampa dönelim dedik. Bir vardiyada 14-15
kişi oluyorduk. Birbirimizin elini tutarak kar fırtınasında kampa gelmeye
çalıştık. Dizimize kadar olan karda yürüdük de yürüdük. Çok üşümüştük ve çok yorulmuştuk. Kampa varınca, elimizi
yüzümüzü karla ovdular, sonradan sıcak çay verip, sobaya birden değild, yavaş
yavaş yaklaştırdılar. Usül
böyleymiş.” Ahmet Ardıç, Baş Sondör
* “
Civardaki Köylülere Yardım Ederdik.”
“Sason’daydık, sondaja eşkiyalar geldi. Kuleye Tuncay Tümay
bakıyordu. Ufak tefek bir adam geldi. Beni bir kenara çekti, “Seni
istiyorlar.”dedi. Adamı arabaya aldım, kuleden 500-600 m. sonra, ağaçlı bir
yerde durduk. Silahlı 6 kişi bizi bekliyordu . Bana çok iyi davrandılar. Bir
adamlarını işe almamız için ricada bulundular. “ Ben yetkili değilim ama
söyleyebilirim.” dedim.
Eşkiyadan ayrıldıktan sonra Tuncay beye
telefonla durumu bildirdim, adamı işe aldılar. O gece onlar gittikten sonra,
benim barakamın etr afında çıtır,
çıtır sesler dolaşıyordu. Bakıyorum bir şey göremiyorum. Sonra öğrendim ki: o
gün bana gelenler, bana bir zarar gelmesin diye, sabaha kadar barakanın etr afında nöbet tutmuşlar.
Biz o yöre köylülerine çok yardım ederdik.
Tütün ekerlerdi, depoya su doldurup, pompayı yarım saat fazla çalıştırırdık.
Böylece depodan dökülen su onların ekili alanlarını sulardı. Hastaları olursa
özel olarak araba çıkarır, hastahaneye kadar götürürdük.” Ahmet Ardıç, Baş Sondör
*“
Sarıcak ve G. Sarıcak Keşfi” ve “
Yabancı Şirketlerin Mumu Söndü”
“Shell şirketine ait, Kayaköy üretim
kuşağının doğu ucundaki arama ruhsatının süresi, yasanın verdiği bütün
uzatmalar da dahil sona erince, 1971 yılında
serbest kalmıştı. Shell dahil birçok şirket, bu ruhsat için başvurmuştu. O
sıralar, Enerji Bakanı olan İhsan Topaloğlu bu ruhsatın TPAO’ya verilmesinde etkili oldu. TPAO, hızla burada sismik etüd başlattı. Sismik
program kısa zamanda tamamlandı alınan sonuçların yorumuna başlandı. Bu yorum süreçinde, bir gün, jeofizikçi Ayhan Tekin yüzünün rengi
gitmiş, beyazlaşmış olarak bana geldi. Heyecanlanınca böyle olurdu. Bir sismik kesitte, kuzeye dalan, güneyi ters
faylı bir yansıma katmanı gördüğünü
söylüyordu.
Bu alanın
yorumu tamamlanınca, Sarıcak–1 kuyusunu açmaya karar verdik ve böylece
Sarıcak sahası keşfedildi. Kuyuda, petr ol
üreten Mardin Formasyonu’na girildikten sonra fay geçildi. Devam edelim dedik. Tekrar petr ollü Mardin’e girildi ve sonradan bunun, Güney
Sarıcak sahası olduğu anlaşıldı. Shell, bu ruhsatda 4 arama kuyusu açmış
ancak hepsi boş çıkmıştı. TPAO ise daha
gelişmiş sismik metod kullanarak başarılı olmuştu. Sarıcak keşiflerinden sonra,
daha büyük olan Yeniköy sahası bulunmuştu. „ Mithat Tolgay
*“Ege Denizi Kıta Sahanlığı Sorununda Türk
Tezine TPAO Katkısı”
“Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku
Konferansı, Mart 1976’
da Newyork’ta başlayacaktı. Konferansta,
kıta sahanlığı sınırları bizim için en önemli konu idi. Delegelere Türk tezini
daha kolay açıklamak için, 6 ve 12 deniz mil karasularına göre Egenin alacağı
durumu, buna göre Ege Denizinde kalacak açık deniz alanları ile Türk - Yunan karasularının alanlarını
karşılaştıran bir grafikle ve Ege’de kıta sahanlığının 200 m derinlikle sınırlı
olması durumunu gösteren, A4 boyutundaki haritalar ve grafik, Arama Grubu
Resimhanesi Şefi teknik ressam Mehmet Alver’in usta katkıları ile hazırlanarak,
Dışişlerine iletildi. Dışişleri,
bunların çok yararlı olacağını belirterek herbirinden ikiyüz adet basılmasını
istedi. Benim katılamadığım bir toplantıda, haritalar ve grafik gündeme gelmiş.
Deniz kuvvetleri temsilcisi,
haritalarda hatalar olduğunu belirterek
kendilerinin bu haritaları yeniden yapacaklarını bildirmiş. Böylece Deniz
Kuvvetleri, 6 ve 12 mil
haritalarını yeniden bastırdı. Haritalarda, bizim grafikteki alan yüzdelerini, değiştirmeden kullanmışlardı. Mehmet Alver,
bu rakamları 1/1.000. 000 ölçekli haritadan, planimetr e
kullanarak hesaplamıştı. Yapılan bu
harita ve grafik, Yunanistan’ın karasularını 12 deniz miline çıkarması halinde,
Ege Denizi’nin kapalı bir Yunan denizi haline
geleceğini, çok açık bir şekilde ortaya koymuştu ve bu durum ilk defa
ortaya çıkıyordu. Bu ise, konunun ne kadar ciddi olduğunun farkına varılmasına
neden oldu. Zamanı gelince,
Yunanistan’a karasularını 12 deniz
miline çıkarırsa, savaş durumu (casus belli)
olacağı uyarısı yapıldı. Benim de teknik eleman olarak katıldığım Türk
heyeti, Kasım 1976 da Bern’de Yunan heyeti ile yaptığı görüşmeler sonunda,
tarafların Ege Denizi karasuları dışında kıta sahanlığı sorunu çözülene kadar, petr ol
arama etkinliği yapmamaları konusunda
anlaşmaya vardılar. 11 kasım 1976. Bu moratorium anlaşması hala
yürürlüktedir. Türkiyenin, AB’ne katılma
aşaması tamamlana kadar bu sorunun askıda kalacağını sanıyorum.”- Mithat Tolgay
*
“Kule Mühendisi mi yoksa Sondaj
Mühendisi mi ?”
“Kule Mühendisliği” diye bir olgu vardı. Kule
Mühendisi makinayı işletir, işçisiyle, lokantasıyla, oteliyle, malzemeyle
herşeyle uğraşır. Bu arada, sondaj kuyusunu kazmaya çalışır. Bu iki olguyu,
birbirinden ayırmak gerekirdi, bunun mücadelesini yaptım.
Bu projemi, Ankara Bölge Müdürlüğü
kurulduğundan beri gerçekleştirmeye çalışıyordum. O zaman Sondaj Grubu ile Ankara Sondaj Bölge Müdürlüğü’nü birleştirdiler. Makinaların işletilmesi ayrı bir olgudur,
sondaj mühendisliği ayrı bir olgudur. Ben bunu, 1992 yılında Sondaj Grup
başkanı olduğum zaman gerçekleştirmek üzere, Genel Müdür Okan Özdemir’le istifa
noktasına gelene kadar tartıştım ve kabul ettirdim. Sondaj Mühendisleri Ankara’ya tayin
oldu. Jeologlar gibi kuleye gidip sadece
Sondaj Mühendisliği yapmakla görevlendirildiler. Sondaj makinalarını işletmek hususu, Bölge
Müdürlüklerine verildi. İşletme
Mühendisliği olayı yazılıdır.
Mühendislikler ikiye ayrılır.
İşletme Mühendisliği, Branş Mühendisliği. İşletme Mühendisliğinin yapısı
yazılıdır. Şöyle düşünün; bir kule mühendisi kuyuya
gidiyor, herşeyle o uğraşıyor o arada da çok teknolojik, kritik olan bir sondaj
kuyusunu kazmaya çalışıyor. Bu mümkün
değildir. . Bir anımı anlatayım: Bu
olguları ayırdıktan sonra Grupta ‘kule mühendisliği’ kelimesi kullanılmayacak
dedim. Kullanan para cezası ödeyecekti. Bir kerede ben şaşırıp söyledim ve ceza
verdim. ”Akif Güneri
*Petkim “ Kolay ” Kurulmadı
“Yaptığımız temaslar, Yüksek Planlama
Kurulu’nda hükümete anlatıldı. 10 Nisan 1964’te petr okimya
sanayini TPAO’nun tek başına kurmasına karar verildi. Bu, 1961’den 1964’e değin
süren üç senelik bir mücadeledir. Bu mücadele sonucunda Yarımca tesisleri
kuruldu, sonra genişletildi. Bugün, yılda (1998) 23 tr ilyon
kâr eden bir kuruluş durumuna geldi. PETKİM’i özelleştirmek, benim kanımca
cinayettir. Petr okimya sanayinin,
milli elde olması, gelirlerinin de milli petr ol
sanayinin (TPAO) geliştirilmesine kullanılması şarttır.” İhsan Topaloğlu
*TPAO Farklı Görür.
“Zaten, petr ol
bulmak marifettir. Bulunmuş petr ol
denen şey, ekonomik olanıdır. Ekonomik olanı, TPAO farklı görür, yabancı farklı
görür. Biz, her çıkan petr olü
işlemeye çalışırız, yabancı şirket kendisine çok kâr getirecek petr ol sahalarını seçer. Nitekim, Batı Raman’da Mobil
petr olü ağır diye bir sahayı
terketti, biz devraldık. Biz, her damla petr olü
değerlendirmek gerekir diye düşünürdük. Yabancı şirket ise, hangisi kârlı diye
bakardı.” İ.Topaloğlu
*
“Adıyaman’ı Gazla Aydınlatırız”
“Adıyaman-39 kuyusunda sondaj yaparken, ben, başmühendisliğe vekalet ediyordum; kule
mühendisi Refik Ümit Antep’e gitmişti.
Kuyudan gaz gelişi bekliyoruz. Daha önce,
emniyet vanasını kuyu başına koymak için, istediğimiz vinç, henüz
gelmemişti. Bu arada, kule blow-out yaptı dediler. Herkes seferber olduk.
Kamyonlara barit yükleyip kuyu başına geldik. Çamur ağırlığını artırıp kuyuya
bastık. Tüm işçiler çamura bulandı. Görünümleri çok enteresandı. Bu arada kuyu kaçak yapmış, kaynak suyuna
kimyevi madde karışmış. Tabiki sondajı durdurduk, numune alınıp, test edildi. O
sırada kaçak kesildikten sonra, kuyudan gaz gelmeye başladı. Boru hattıyla o
gazı 100-150 m .
ileriye aldık, meşale gibi yanınca, Vali ve Belediye Başkanı çok memnun
oldular. Adıyaman valisi, “ Bu gazı artık Adıyaman’ da yakıt olarak
kullanırız.” dedi. O sıralar Adıyaman, jeneratörle aydınlatılıyordu.
İmkansızlıklar vardı.”A.K.Gök
*
“Beni en çok korkutan olay”
Abdurrahman Yaşar anlatıyor: “ Beni en çok
korkutan olay Güney Hazro-5 kuyusundan gaz gelişi olmuştur. Ben müdürdüm. Bir
akşam üstü Veysi Alyamaç’tan bir telsiz
geldi. Veysi, o zaman baş mühendisti, kuyudan çıkış yaparken, kuyu bitimine 300 m . kala bakıyorlar ki
kuyudan geliş var. Hemen emniyet vanasını kapatıyorlar, bu sefer alttan gaz
kaçağı başlıyor. Veysi bey, hemen beni çağırdı. Bu arada, alttaki emniyet
vanasını kapatalım dedik. İtfaiye hazır bekletiliyor. Şef ustayı yolladık,
emniyet vanasının içinden çok güçlü gaz gelince, itfaiyeciler kaçmış, neyse ki
biz gerekli hareketleri yaparak 2-3 günde olayı hallettik, ama çok korktuk. „
*TPAO
Farkı
Doğu Tuna anlatıyor :“Yıl 1961 Temmuz, yer İnkılap Sokak. Göreve başlamak üzere Genel Müdürlükteyim.. Ben TPAO’dan burs
aldığım için şirkete girerken torpile veya bir tanıdığa ihtiyacım olmamıştı.
Ferhan Sanlav’ın odasına giderek “Merhaba, ben Doğu Tuna” dedim. “Hııı öyle
mi?” dedi. Ferhan bey beni şöyle hafiften bir yokladı. Biraz konuştuktan sonra
dışarı çıktım. Fakülte arkadaşlarımdan ikisi Mobil’de çalışıyor. Onları bir
göreyim dedim. İnkılap Sokak’tan hemen
50-60 metr e ileride Tuna Caddesi’nin
üstünde Tuna Han var. İşte onun 2. veya 3. katında Mobil var.
Mobil’e gittim arkadaşlarımı gördüm. Çıkışta şunu anladım: TPAO
farklıydı. İnkılap Sokak’taki bina, binanın içindeki düzen, çalışma şartları,
ofis düzeni, insanların birbirleriyle münasebeti, şekil-şemail, kılık-kıyafet
beni gerçekten etkilemişti. Güzel bir şirkette işbaşı yaptığımın farkına
varmıştım.”
*Batman’a
İlk Gidiş
Doğu Tuna anlatıyor : “Ankara’ya geldim.
Bana 1 adet uçak bileti ve bir miktar para verdiler. Arkadaşlarla sağda solda
oturup konuşuyoruz. ‘Batman nasıl bir yer, ne yapacağız, ne edeceğiz? diye.
Neyse uçak biletimizi aldık. Batman’a
hareket ettik. Uçak meydana indi. Tarih 1 Ağustos 1961. Uçağın içinde çok güzel
bir hava var, serin. Diyarbakır
havaalanına bir indim ki hava 38 derece. İlk şoku o an yaşadım.
Diyarbakır’da bir misafirhane var dediler. Diyarbakır’daki misafirhaneyi
bulduk. Oradan Batman tr eninin kaçta kalktığını öğrendik. Akşamüstü tr en varmış Batman’a. Hiç unutmuyorum, misafirhenede
Mithat Tolgay bey geldi, beni yanına
oturttu. Batman’la ilgili bütün her şeyi bana anlattı. O tr ene
bindim ve Batman’a geldim. Her yer karanlık, ya şehrin elektr iği kesik ya da aydınlatma o kadar ama insanlarda bir koşuşturmaca var. Fakat
uzaktan bir yer görüyorum, aydınlık. Hiç unutmam: tr enden
inince yeşil otobüse bineceksin demişlerdi.. Baktım bir yeşil otobüs. Bindim
otobüse , 5 dakika gittik bir binanın önünde durduk, indik aşağıya. Misafirhane
sanıyorum. Beni orada Fevzi Yumaklı karşıladı. Üst kata çıktık bavulumuzu
koyduk. Kan ter içinde kaldım. Banyoya girdim, yıkandım. Dışarıdan da hafif
hafif alkol kokusu geliyor. Bir hareket var. Tabak, çanak sesi geliyor. Ben
kaloriferin yanına basarak yukarıdan aşağıya bakıyorum. Camlar orada kafes
gibidir. Aşağıya bakıyorum kadınlı erkekli masalarda oturuluyor, kahkahalar
atılıyor. Bayanların elinde sigara, şık türbanlı başlar . Öylesine güzel bir ortamla karşılaşağım hiç
aklıma gelmemişti. Batman benden ilk puanı, iyi olarak almıştı.
Sabah bir araba gelmiş ,“Doğu Tuna kim?”
diye soruyorlar. “Benim.” dedim. Aldılar bizi aşağı götürdüler. Sait Şahinkaya jeoloji şefi, Yalçın Hatunoğlu ise şef muaviniydi. Hoş geldin merasiminden
sonra, ‘git içerde bir yer bul otur’
dediler. Gittim içeriye. Ekibe bak şimdi
, kimlerden oluşuyor: Azmi Baran, Esat Kıratlıoğlu, Mustafa Sezgin ‘Miçi’,
Erbil Güleç ‘Ustam’, Okan Özdemir, Özkan Gümüş. Erbil’i mahalleden ve okuldan
tanıyorum. Türker gelmemiş daha. Tuncer Yüzen de arazideymiş. Devre
arkadaşlarımız sayesinde yabancılık
çekmiyoruz. Üstelik bizden öncekiler de
yardımcı oluyorlar bize. Hastanenin olduğu tarafta bir yer var, 2-2,5 katlı
lojmanlar. En sonundaki bekar lojmanı olarak verilmiş. Orada bize iki kişilik bir
oda verdiler. Yan tarafta ise Batman’da baş ressam olan Şerif Aburga kalıyordu.“
*“Bilgisayarla
ilk tanışmam Arama Grubunda oldu.”
“Bu arada Arama’nın Sondaj ve İstihsal
Müdürlüğü’ne bağlı olduğunu öğrendim.
Daha sonra Arama ayrıldı. Ferhan Sanlav beyden sonra grup başkanı, Raşit
Ceylan daha sonra yanılmıyorsam Mithat Tolgay
bey oldu. 1968’de Batman’dan geldik, 72’ye kadar Ankara’daydık. 68’de Değerlendirme Servisi’ne geldim. Servis şefi Metin Peksü.
İlk defa bilgisayarla tanıştım. O zaman yukarıda bilgisayar sistemlerinde
Hayrettin Arık var. Sabih Hatapkapulu da bana bilgisayar öğretiyor. . O zaman
bilgisayarlarda delikli kartlı sistem
var. Bilgisayar için sürekli yukarı gidip, geliyorum. Bir gün Metin Peksü bana “Doğu, bu haritaları bilgisayarda çizer misin?” dedi.
Hiç unutmuyorum Adıyaman yöresinin
haritalarını bilgisayarda çizdik. Bir tane çizdik, geldik aşağıya “Vallahi
Metin biz böyle çizdik, böyle bir şey çıktı ve benim elle çizdiğime de üç aşağı
beş yukarı benziyor.” dedim. Metin “Ben sana bir şey soracağım, bunlara orada
bir müdahale edebilir misin?” dedi. “Edebileceğimi zannediyorum.” dedim.
Hakikaten müdahale ettiğimiz durumlar oldu. Bu işi kaptık. Biz bütün
Güneydoğunun 100 binlik, 250 binlik haritalarını bilgisayardan çıkarıyoruz ve Metin çok
hoşlanıyor bundan. Aşağıda da Genel Müdür Muavini Hulusi Berilgen var. Ona bir
brifing veriliyor, haritalar anlatılıyor. Bana da “Sen anlatacaksın.” dediler.
“Allah aşkına bana anlattırmayın.” dedim. O günkü heyecanımı, korkumu, titr ememi ömür boyu unutamam.“
*Batman
Jeoloji Müdürlüğü Kaldırılıyor.
“Mithat Tolgay bey Arama Grubu Başkanı olduğu zaman,
benim tayinim çıktı, ve Batman’a gittim.
Bir müddet sonra Ankara’ya tayinler
başladı. Önce benimle Dursun’un (Açıkbaş) tayini çıktı, ikimiz Ankara’ya
geldik. Ondan sonra Batman Jeoloji Müdürlüğü kaldırıldı. Oradaki bütün personel Ankara’ya geldi.” Doğu Tuna
*Batman
Jeoloji Müdürlüğü Tekrar Kuruluyor.
“Aradan tam 3 sene geçti. Ondan sonra Bölge
Baş Jeologluğu kuruldu. Turgut Bey beni çağırdı. O zaman müdürdü zannediyorum.
“Doğu seni yollayacağız.” dedi. Neticede Tuncer Akalın, Mehmet Zaim, Zeki Dinç,
Yılmaz Kayatürk ve Dursun Açıkbaş beraber gittik. Bölgeye baş jeolog olarak gittim. Ünitelere
bakıyorum; Sondaj Müdürlüğü, Üretim Müdürlüğü, Kuyu Tamamlama Müdürlüğü, hep
müdürlük. Ankara’ya geliyorum
yöneticilere “Efendim bu durum ters.” diyorum. Ankara’nın şefi Batman’ın
baş jeoloğunun üstünde. Buraya baş jeologluk
kadrosu veriyorlar ama idareten. Biz Baş Jeologluk olarak Ankara’da şefe
bağlıyız. Güneydoğu Anadolu’ya bakan şefimiz de Okan Özdemir. Böyle bir aksaklık.
Ankara’ya diyorum ki: ‘Bana bu durumu yakıştıramıyorsanız alın beni
buradan, ya da bırakın baş jeolog olarak
kalayım. Ama burayı müdürlük yapın. Her türlü alternatif var. Birini tayin
edersiniz, ben vekaleten bakarım. Ama burayı müdürlük yapın. Olmuyor, çok şeyde
problem çıkıyor. Akşamleyin misafirhaneye gittiğin zaman bile problem çıkıyor.’ Aynı
şeyi Bölge Müdürümüz Süreyya Bey’e de anlatıyorum. Ama bir sonuç alamıyorum. Ben
Ankara’ya geldim. Raşit Bey, genel müdür. Raşit Bey’e Batman’a geldiğinde bu
sorunu misafirhanede ayaküstü anlatmıştım. Raşit beyin özel kalem müdürü Orhan Gökmenler’e
“ Raşit bey’le konuşacağım.” dedim. O da “ Çok meşgulüm, bugün yönetim kurulu
var.” dedi. “Zaten onun için konuşacağım.” dedim. O esnada Raşit Bey kapıyı
açtı ve “ Doğu hoş geldin.” dedi. “Efendim ben sizinle konuşacağım.” dedim. “Ne
konuda?” dedi. “Batman’ın problemleriyle ilgili.” dedim. “Peki sonra
konuşuruz.” dedi. “Efendim lütfen yönetim kurulu toplanmadan konuşmak istiyorum
sizinle.” dedim. “ Çok sıkboğaz etme Doğu, tamam sonra konuşuruz.” dedi. Canım sıkıldı,
boynumu büktüm. Bu arada Raşit bey Genel Sekreter Faik Tüzün’ü çağırmış. Faik
Tüzün’le konuştu Faik bey geri gitti.
Ben özel kalemde yapıştım kaldım. Olayın peşini bırakmıyorum. Biraz sonra Faik Bey
yazılarla tekrar geldi, içeri girdi.
Dışarıya çıkınca “Nedir o?” dedim Orhan’a. “ Sizin işiniz tamam.” dedi.
“Yahu okusana.” dedim. “Bu kadar sıkboğaz etme Doğu.” dedi.Tekrar “Yahu okusana.” dedim. “Tamam, sizin iş teklif
ediliyor.” dedi. “Müdürlük mü teklif ediliyor?” dedim. “Evet.” dedi. Ben sevindim.
Çıktım yukarda dolaşıyorum, Azmi Abi’nin yanına gittim. Turgut Bey Arama Grup
Başkanı ve İstanbul’da. Azmi Abi de bana fırça çekiyor. “Bu problemin çözülmesi lazım, git
aşagıda konuş.” diyor. Diyor ama ben aşağıya
inemem ki. Artık aşagıda görünmek istemiyorum. Bakarsın ters teper. Neticeyi bekliyorum. Özel Kalem’e telefon ettim “Orhan Abi iş bitti mi?” diye.
“Bitti.” dediler, indim aşağıya. “Ne oldu?” dedim. “Hadi gözün aydın!” dedi.
“Jeoloji Müdürlüğü çıktı mı?” dedim. “Çıktı.” dedi. Oh be dedim dışarıya
adımımı attım fakat bu sefer ”Kim oldu?” diye sordum. “Tamam işte; sen oldun.”
dedi.” - Doğu Tuna
*Log
Ünitesi Kuruluyor
“ Yıl 1973. O yıllarda log sadece Schlumberger kamyonu ile alınıyordu ve
Schlumberger Türkiye’de tek başına.. Shlumberger Türkiye’de tek tabanca. 10 liralık işi 110 liraya
yapıyor. İkincisi Shlumberger’in
Türkiye’de faaliyetler azaldığı için, Türkiye’yi terketme durumunda
olduğu söyleniyor. Öyle laflar geliyor ki: Shlumberger Türkiye ofisini Şam’a
taşıyacak gibi. Oradan servis yapacak
bize. Aslında bunun temelinde perfore yapma isteği yatıyor. Perfore işi de az
uz iş değil. Shlumberger’e dünyanın parasını veriyorsun perfore için. Yıllık
anlaşma yapıyorsun. Yapsan da yapmasan da
belli bir parayı ödemek zorundasın. Kamyonları eski teknoloji,
yenilemiyorlar, ‘onlara mecburuz’ havası var. Benim bütün derdim ise bu sorunlardan
kurtulmak için kendi log ünitemizi kurabilmek. Sclumberger’in Batman’da bir
binası var. O binayı boşalttılar. Biz
oraya geçtik. Shlumberger de Diyarbakır’a gitti. Cemal Seyhun Bükmen, Erdener
Doğuer, Tamer Türkkan ve bir fizikçi kendi imkanlarımız ile kendi
’tool’larımızı yaptık ve ilk olarak Sezgin-4 kuyusunda log aldık . Böylece log ünitesi kurulmuş oldu. Bir müddet
sonra Yalçın Pekiner ve Mustafa Şeker de
ekibe katıldı.“ Doğu Tuna
*İlk
Görevde Emre İtaatsızlık-“Olacak şey değil ”
Batman’da görevlendirilmek üzere 3 tane log
mühendisi almışlar. Aslan gibi 3 oğlan. Girmeli kuyusunda Azat Akgül var. Bu
kuyu problemli bir kuyu idi ve bizi çok üzmüştü. Okan Bey’le konuştuk, “Bu kuyu elden çıkmadan ne kadar
bilgi varsa toplayalım.” dedik. Kuyuda bütün operasyonlar yapılacak. Yani bu
her zaman olmayacak şey. Kuyuda test, karot, log var.
Yeni gelen mühendisler için bulunmaz bir fırsat. Bütün operasyonları
görecekler. Batman’a telefon ettim. ‘O üç arkadaş gelsin’ diye. Batman’dan
telefon geldi ‘Gelmiyorlar’ diye. ‘Deri ceketleri yokmuş.’ ‘Tamam ben konuşacağım, siz ceketleri alır
gelirsiniz.” dedim. ‘Hafta tatiliymiş
onun için gelmeyecekler.’ diye cevap geldi. ‘Peki.’ dedim kapattım. Ama elim
ayağım titr iyor. Operasyonlar
yapıldı. Batman’a geldik. ‘Pılınızı pırtınızı toplayın’” dedim. ‘Gideceksiniz,
burada duramazsınız.’ dedim. ‘Böyle olur mu?’ dediler. ‘Buyrun siz
gitmiyorsnız ben gidiyorum.’ dedim.Olay
büyüdü ve sonra Bölge Müdür Muavini Turgay
Baylav geldi. Turgay ’a “Alın
konuşun.” dedim. Ben hiç sesimi çıkarmıyorum. Turgay ’a
da diklendiler ve odadan çıkıp
gittiler.
Sabah oldu şoföre ‘Bunları götür, uçağın
kapısına kadar. Ne istiyorlarsa da yap.’ dedim. Akşam şoför geldi. ‘Götürdüm.
Ama arabadaki konuşmaları da hoş değildi.’ dedi. Hala üzülürüm. Ama mantığımı
kullandığım zaman yaptığım işin doğru bir iş olduğunu anlıyorum.” Doğu Tuna
*“Kendimizi
kabul ettirene kadar oldukça zorlandık.”
“Bizler ilk geldiğimizde, başsondörler öyle
bir düzendeydilerki; hegemonyalarını kurmuşlar, kral gibi olmuşlardı. Kulede
bütün ağırlıklarını ortaya koyuyorlardı.
Maaşları ve mesaileri ile mühendisten daha yüksek maaş alıyorlardı. Kulede
araba sadece baş sondörlerde vardı. Ve amirlerimiz de bizim gibi yeni
mühendislere güveneceklerine, onlara güvenmeyi tercih ediyorlardı. Çünkü
yıllardır beraber çalışmış, birlikte sondaj yapmışlar, birlikte bir çok sorunu
çözmüşlerdi. Yeni mühendisler bu işi götüremez endişesi vardı. Baş sondörler de
bu düzenin bozulmasını istemiyorlardı. Dünkü çocuk, bir mühendis gelmiş ve
onlara amirlik taslayacak diye
düşünüyorlardı. Sonra baktılar ki, nasıl sanat okulu mezunuyla, ilk okul mezunu
sondör arasında fark varsa -sanat okulu mezunları daha iyi yazıyor çiziyor,
hesap yapıyor- bu farkları da anladılar. Zamanla bizlerden onlara bir zarar
gelmeyeceğini anlayarak, bizleri kabullendiler.” - Esat Can
*“
Bir gecede karımın saçlarının yarısı döküldü..”.
1960
yazında Koçero beni gelip evimden aldı, öldürmeye götürdü. 2,5 saat sonra
döndüğümde karımın saçları dökülmüştü. Bu olayı anlatayım. Garzan kampında bir
lokasyona kamyonla kereste getirdiler.
Kalıp yapıyorlardı, kerestelerle. Ertesi gün keresteleri çalmışlar,
kalıp yapamıyoruz dediler. Kimin çaldığını düşünürken, birisi dedi ki: ‘Koçero
gelip götürmüştür onları’ . Ben de dedim ki: ‘Saçma konuşmayın, Koçero bir
gecede bir kamyon keresteyi nasıl kaldırır? Hem, neyle götürür? Mantıklı
konuşun.’ dedim. Aradan 15 gün geçti. Benim evim Garzan’da. Gece saat 24.00.
Kapım çalındı. Ben, kuleden çağırıyorlar herhalde dedim. Çıktım , dediler ki:
‘Koçero , lokasyon’un altında seni bekliyor.” Şaşırdım. ‘Ben onun lisanını bile
bilmem. Benimle ne işi olabilir’ dedim. Gelmem diye adamı geri yolladım. 15
dakika sonra tekrar geldi Koçero: ‘ Evini makinalıyla tararsam, çocukları zarar
görebilir, günah benden gitti.’ demiş. 2 tane küçük çocuğum var. Hanım
‘gitmeyeceksin’ diye yakama yapışıyor. Ben, hanımı ikna ettim. ‘Kimseye bir şey
söyleme. Sağ salim gidip döneceğim’.
dedim.
Beni arabamla beraber istiyor. Dodge arabam vardı. Direksiyondayım. Yanıma birisi oturdu, onun yanına Koçero,
onun yanına da birisi daha oturdu. Şoför mahallinde 4 kişi olduk. ‘Kuşana
köyüne çek arabayı.’ dedi. Benim istihbaratıma göre jandarmaların Kuşana köyüne
o gece pusu kuracağını biliyordum. Ben: ‘Arabayı burada size teslim ediyorum.”
dedim. “Beni öldüreceksen burada öldür. Ben, Kuşana köyünde Hüseyin Ural ile
Koçero’yu jandarmalar vurmuş dedirtmem. Şu anda , o köyde jandarma pusuda
bekliyor.’ dedim. Yanındaki adamlar, ‘öyle bir şey yok’ diye itiraz ettiler. Bu
arada arabayı sürüyorum. Kuşana köyüne 500 metr e
kala durduk. Benim yanımdaki silahını bana doğrultmuş olan adamlarını indirdi.
Onlar indikten sonra bana döndü, ‘Emin misin, jandarmanın pususundan?’ dedi Ben
emin olduğumu söyleyince Mağrib’e yöneldik . Karşıdan köylüler geliyor.
Ellerinde üzüm götürüyorlar pazara. Ben de beni o saatte Koçero ile görsünler
istiyorum, kanıt olsun diye. ‘Üzüm alalım’ dedim. ‘Peki’ dedi , köylüyü çağırdı
. Köylü Koçeroyu görünce neredeyse yere yıkılacaktı. Adam , üzümün parasını
bile almadı . Biz yola devam ettik . Demir yolunu geçtikten sonra, ‘Sana bir
şey soracağım. Benim için ‘keresteleri çaldı’ demişsin’ dedi . Ben de , tam
tersini söyledim; ‘Koçero , keresteyi ne yapsın?’ dediğimi söyledim . Böylece,
yol boyu bir sürü soru sordu bana. Benim aklım ise hep evde . Bana başka bir
eşkiyanın daha adını sordu. ‘Kurtalan’da çalışırken benim yanımda işçiydi ,
sonra ayrıldı gitti.. Hiçbir ilgim yok onunla.’ dedim . Bu arada, bir yere geldik , ‘Dur burada’”
dedi . ‘Tamam’ dedim , ‘şimdi beni öldürecek’. Oysa bana döndü ‘Senden rica
ediyorum , benim hakkımda kötü bir şey söyleme.’ dedi. ‘Ben kimse hakkında kötü
bir şey söylemem. Ben sizleri tanımıyorum ki, hakkınızda konuşayım.’dedim . ‘Tamam
, dön şimdi. Kim ne sorarsa olduğu gibi anlat.’ dedi . Ben yavaş yavaş , hiç
gaza basmadan, kaçıyor sanıp vurmasın diye,
manevra yapıp döndüm ve eve geldim. Karımın saçları yarı yarıya dökülmüş,
yatağın üstünde duruyordu .
Biz
kimseye bir şey söylemedik, ertesi gün, beni Kurtalan’a getirmek için bir
başçavuş kapıma geldi. Ben ne olduğunu bilmiyorum. Kamp şefiyle görüştüler, , sonra aldım onları arabama gittik.
Mahkemeye çıkarttılar beni . Hayatımda ilk defa hakim karşısına çıktım . ‘Siz
Koçero’ya yataklık yapıyormuşsunuz , onu istediği yere götürüyormuşsunuz.’
dedi. Olayı anlattım: ‘Kuşana köyüne
götür.’ dedi. ‘Ama ben oraya götürmedim.’ dedim .
Mahkemeden çıktım Garzan kampına, eve geliyorum. Bir vadi var , oradan geçerken
Koçero elinde silahıyla bana ‘dur’ dedi. ‘Sen benim canımı kurtardın. Kuşana’da
gerçekten pusu varmış. Bundan sonra ben senin adamınım. Kimse senin kılına
dokunamayacak.’ dedi. O güne kadar hep tehditler alıyordum çalışırken. O günden
sonra tehditler kesildi. Pusuyu kuran adam da 3 ay sonra tr afik
kazasında öldü .” Hasan Hüseyin Ural
*
Koçero
“Koçero; köylünün hem sevdiği hem de
korktuğu mert bir eşkiya. Soygunlardan
ve eşkiyalıktan kaldırdığı paranın bir
kısmını köylüye veriyor. Böylece, hem köylünün gönlünü kazanıyor, hem de saklanması için köylü ona yardım ediyor. O zamanlar
bütün Türkiye’ye nam salmış. Şu şekilde eşkiya olmuş ; Askerdeyken bir paşanın
şoförüymüş. Terhisine bir hafta kala izin alıp eve dönmüş. Eşi, şalvarını
çıkarıp başına geçiriyor ve ‘bunu
başımdan ne zaman çıkarırsan o zaman eve girebilirsin.’ diyor. Meğerse, komşusu
kadına küfür etmiş. Yörede küfür çok ağırdır
ve ora insanının en ağır
yemini ‘şalvarın başına olsun bu işi
halletmezsen’ sözüdür. O adam karakolun yanında otururmuş. Koçero gidip adamı
karakolun önünde vuruyor. Silvan’dan
çıkıp Malabadi Köprüsüne doğru kaçarken,
arkasından jandarma kovalıyor korkusuyla, yattığı pusudan, üzerine doğru gelen
karartıya ateş ediyor. Meğer gelen jandarma değilmiş. Başka bir masum insanı
öldürerek, ikinci cinayetini işliyor, ve dağa çıkıyor. Kötü kaderi sayesinde, istemeden eşkiya
oluyor.” Hasan Hüseyin Ural
“1964 veya 65 yılını Temmuz ayının
sonlarına doğru Kurtalan’da bir sismik ekibimiz var. Ekibin bekçisi o yöreden
olan Hasan Kezer. Bir akşam karanlığında
birkaç kişiden oluşan bir grup kampın kapısına gelir ve bekçi Hasan
Kezer’i bir nevi sorguya çeker. Kimsin, hangi köydensin, akrabaların kim
gibi sorular sorar. Gelenler dönemin
meşhur eşkiyası Koçero ve adamlarıdır. Koçero: ‘Kampa maaşlar gelmiş. Git
tercümanla, muhasebeciyi kaldır. Bize zorluk çıkarmadan paraları versinler.’
der. Hasan: ‘Bugün ayın 28’i. Maaşlar haftaya gelir’ diye cevap verir. Hasan’a
inanmazlar, en sonunda Hasan’a yörenin en kuvvetli yemini olan ‘üç taş’
yemini ettirdikten sonra paranın gelmediğine
inanırlar. Koçero giderken çakmak yakarak aralarından birinin yüzünü
aydınlatır ve şöyle söyler: ‘ Bu benim
yeğenim. O sana gelecek, paraların gelip gelmediğini ona söyliyeceksin’” der. Hasan Kezer, hemen
yemek yenilen tr eylere gelir.
Treylerde Ekip Şefi Nejat Pekcan, Kamp Amiri Ali Pak, topoğraflar Latif Baykara
ve Musa Çeliktürk vardır. Hasan Kezer, endişeyle olayı baştan sona
anlatır. Nejat bey ve Ali Pak Siirt Jandarma Alay Komutanlığına gider ve
durumu anlatırlar. Jandarma:‘ Bizim istihbaratımıza göre Koçero şu anda
Türkiye’de değil, Irak’ta. Size gelenler onun adını kullanan yeni türeyen eşkiyalar olabilir,
endişe etmeyin.’ der. Bu sefer Nejat
Pekcan ve Ali Pak Batman Bölge
Müdürlüğü’ne giderek yöneticilere olup-biteni anlatırlar ve yardım isterler.
Bölge’den de endişe etmemeleri konusunda
nasihat alırlar. Ancak, Ali Pak, bu sefer Baykan’da bulunan Jandarma
Karakolu’na gider ve oradan yardım ister.
Musa Çeliktürk devam ederek anlatıyor: “
Bizim kamp Kov köyü yakınında Çelikli-2 kuyusuna yakın 111 rakımlı bir tepede.
Karakol komutanı: “Kov köyünde bulunan jandarmaları, Şeyh İbrahim tepesinde,
sizin kampın etr afında devriye gezdiririz.” diyor. Ali Pak ‘Bunların
niyetleri ciddi, tekrar gelecekler.’ diye ısrar edince, komutan: “Peki, o zaman
jandarmalar sivil kıyafetle kampa gelsinler, kampta onlara bir yer gösterin,
kalsınlar, bir olay olursa müdahale etsinler.” diyor. Gündüz sivil
kıyafetle 4 er ve 1 uzman çavuş geldiler
ve gösterilen bir çadıra yerleştirildiler.
Gece olunca, yemekten sonra eşkiya gelebilir diye tedirgin olarak bekliyoruz. Ben, Latif
Baykara ile beraber aynı çadırda kalıyorum. Gazinodan dağılıp, herkes
çadırlarına çekildi. Kamp amiri Ali Pak ile bir süre daha oturduk ve daha
sonra çadırımıza çekildik. Yatmak
üzereyken, Latif Baykara ‘ Nasıl uyuyabileceksin? Eşkiya geliyor.’ dedi. Ben de
: “Ne yapalım, gelirse yatakların altına girer, gizleniriz.” dedim. Saat 24.00
sıralarında bir takım gürültüler oldu, kendimizi somyaların altına attık.
Somyanın altından, çadırın eteklerini kaldırarak, dışarıda olanları izlemeye
çalışıyoruz. Ama karanlıktan hiçbir şey görünmüyor. Ancak sesleri
duyabiliyoruz. O arada 2 ayrı yerden
silah sesi geldi. Arkasından bir kaç
bağırışma. Çadırdan çıktık. Ali Pak elinde bir tüfekle yürüyordu. Eşkiyalar
kaçmıştı. Projektörler yakıldı ve
Jandarma kampın etr afında devriye gezmeye başladı. Kamp amiri Ali Pak Siirt’e giderek jandarmaya
olayı anlattı. Ertesi gün kampın hemen yakınında bir çalılık önünde bir ceset
bulundu. Bu kişinin silahla vurulmuş olduğu anlaşıldı. Sırtından vurulmuştu,
akşam arkadaşları başının altına çalı çırpı koymuş, tekrar gelip alırız
düşüncesiyle gitmişlerdi. Cesedi
Koçero’nun bizim bir pompa istasyonunda
çalışan kardeşi teşhis etti. Halkın gözünde efsaneleşen birinin sonu böyle
oldu.”
Koçero’nun vurulması şöyle oluyor: Koçero
kampa geliyor. Bağırmalar üzerine Ali Pak tam çadırından çıkarken, Koçero ile
yüzyüze geliyor. Koçero: ‘Bu kampta jandarma var mı ?’ diye soruyor. Ali Pak
susuyor, zaman kazanmak istiyor. Koçero ısrarla ‘Bu kampta jandarma var mı?’
diye soruyor. Ali Pak önce yok, daha sonra var der demez Ali Pak ile Koçero
arasında itişme başlıyor. Koçero adamlarına ‘ateş edin’ diyor. Bu arada bir
silah patlıyor. Koçero ‘ Beni vurdunuz.’ diyor. Adamları ateş ettiğinde Ali Pak ile bir itişme ve ani bir dönüş içinde olan Koçero sırtından
kurşunu yiyor. Adamları Koçero’yu sırtlayarak kamptan uzaklaşıyorlar.
Yalçın Umurtak anlatıyor; “ Aramacılar,
sismik kamp amirimiz Ali Pak’ın Koçero’yu gece baskınında karşılayıp, önüne
çıkmasını unutmamışlardır. Koçero, uzun namlulu silahını Ali Pak’a çevirince,
Ali Pak, silahı tutmuş, yönünü değiştirmiş ve o sırada pusuda olan Koçero’nun
adamı ateş etmiş, yanlışlıkla Koçero vurulmuş,
kaçmışlar.”
Bu kitabın hazırlık aşamasında yapılan
video kayıtlı söyleşilerde ‘ Hiç unutamadığınız bir olay var mı?’ diye
sorduğumuz zaman 4 ayrı kişi bu olayı anlatmıştır. Bu da bu olayın ‘bizim tarihimiz’de önemsiz de olsa hafızalarda
ve anılarda hala kaldığını ortaya
koymaktadır. yn
*TPAO,
Petr ol Sektörünü Sağlam Bir Zemine
Oturtmuştur.
Yalçın Umurtak anlatıyor: “TPAO’nun, Türkiye’ye yaptığı bir hizmet ve misyonu vardır. Bu:Türkiye’de daha evvel hiç olmamış olan petr ol endüstrisini, sağlam
bir zemine oturtmak, Avrupa’daki benzer
şirketlere yarışacak hale getirmek, benim ölçülerime göre de, Amerika’daki şirketlerin seviyesine
gelebilmektir. TPAO, benden evvelki neslin başlattığı bir gayretle ve benim
neslin ve benden sonraki genç neslin de çalışmalarıyla bu seviyeye gelmiş ve
standart seviyeyi çoktan geçmiştir. Ülkemizdeki petrol sektörü, Raman Dağı’nın
keşfiyle yavaş yavaş canlanmaya başlamıştır. Türkiye’de petr ol yoktu, petr ol
sanayi yoktu. Bizden önceki ağabeylerimiz, boş durmamışlar, bu sektörün gerekli
bütün alt yapısını sağlam bir şekilde kurmuşlardır. Şirketimizin onlara tanıdığı imkanları, yetki
ve insiyatifleri çok iyi değerlendirmişler ve bugün ülkemizde mevcut petrol
sanayii tesislerini kurmuşlardır.
Yalçın Umurtak anlatıyor: “TPAO’nun, Türkiye’ye yaptığı bir hizmet ve misyonu vardır. Bu:Türkiye’de daha evvel hiç olmamış olan pe
Biz
okuldan petr olcü olarak yetişmedik,
okulda bazı şeyleri teorik olarak öğrendik, TPAO’ya geldik. Ağabeylerimiz, bizim
elimizden tuttu. Biz de, bizden sonraki neslin ellerinden tuttuk. Bir de baktık
ki Avrupa’dan gelen şirketlerden çok daha iyi iş yapıyoruz.
Bunu bazı arkadaşlar belki bilmiyorlar. Ben
dokuz sene yurt dışında çalıştım. Bu dokuz senelik çalışma potansiyelini bana
veren, TPAO’ydu ve TPAO’dan aldığım tecrübelerdi. TPAO, yurt dışındaki
şirketlerin bir çoğundan daha kuvvetli bir şirkettir. Onun için ben TPAO’lu
olmaktan daima gurur duyarım.
Bazı bakanlarımız TPAO’nun taleplerini
öncelikle karşılamıştır. Devletin yardımını esirgememişlerdir. TPAO yurt dışına
yatırım yapmaya karar verdiği zaman bunu devletimiz çok olumlu karşılamıştır. O
zaman döviz bulundurma imkanı olmayan resmi müesseselerin içinden yalnız
TPAO’ya 10 milyon dolar yurt dışında bulundurup yatırım yapma yetkisini
Bakanlar Kurulu özel bir kanunla vermiştir. Bu çok büyük bir olaydır.
*Yumurtalık’ta
Bir Temel Atma Töreni ve Sonrası
“Ertesi gün Yumurtalık’ta Irak-Türkiye Boru Hattı’nın temel atma töreni
var. O gün akşamı, Amerikan sefaretindeki bir koktelyde Turhan Feyzioğlu yanıma
geldi, dedi ki: “ Bugün çok önemli bir
şey oldu; Amerikalılarla gerginliğimiz var. Amerikan üslerindeki havaalanları
kapatıldı. Yarın temel atma töreni olacak mı olmayacak mı ? Süleyman beyle
konuşmak lazım.”dedi. Başbakan Süleyman
Demirel’i aradım. “ Tören yapılacak, yarın Yumurtalık’a gidiyoruz.” dedi.
Yumurtalık’ta Süleyman bey şahane bir
konuşma yaptı. Konuşmanın ana teması ‘bizim tavrımız ciddidir, biz güvenilir
bir devletiz, kimseyle alıp-veremediğiz bir şey yok.’ gibi Amerika’ya sitem eden bir konuşma yaptı.
Irak Petr ol Bakanı da oradaydı, Petr ol Bakanı Ankara’ya dönmek istedi; astımı varmış,
sıcağa dayanamamış. Süleyman Bey: ‘Dönmesin, Türkiye’nin ne kadar zengin
olduğunu ona göstermemiz lazım. Buradan sonra Aslantaş Barajı’nın temelini atacağız,
Osmaniye’den de geçeceğiz, oraları görsün, Türkiye’yi tanısın.’ dedi. Iraklı Petr ol
Bakanına klimalı bir araba bulduk, Aslantaş
Barajının temelini attık. Bize tahsis
edilen helikopterle Adana’ya, oradan da Ankara’ya geldik. Misafir bakan
Bağdat’a gitti.
Bir müddet sonra Selahattin Kılıç bakan,
ben TPAO Genel Müdürüyüm. Bakan: ‘Bağdat’a gidelim, petrol alımlarını
halledelim.’ dedi. Müsteşar Necdet Seçkinöz, ben, DSİ Genel Müdürü, üçümüz
Bağdat’a gittik. Petr ol
Bakanıyla görüşeceğiz. Selahattin Bey
içeri girdi, 1,5 saat başbaşa
konuştular. Çıkınca Selahattin bey ; ‘Bakan,
bana Türkiye’nin ne kadar zengin olduğunu anlattı durdu, şaşırdım.’
dedi.- Rıfat Bayazıt
*Petrol
Ticaret Nasıl Hizmete Girdi.
"Sismik ekipler kurulduktan sonra,
bunun yanı sıra yan hizmetleri de yapmak lazımdı. İşçi alma, işçi çıkarma, her
gittiğin yerden yeni işçi alma, alış
veriş yapma gibi. Bu iş, Türkiye Petr olleri’nin
üzerinde olduğu zaman ortaya bürokratik engeller çıkıyordu. Mesela bir elemanı
araziye yollayacaksın. Benim imzam lazım, Grup Başkanının imzası lazım daha
sonra Genel Müdürün imzası lazım. Veya
aniden elemana ihtiyaç var, alamıyorsun, veya Genel Müdür toplantıda veya
seyahatte olduğundan imzası olmadığı
için seyahate gidemiyorsun. İşci alımıyla beraber alış-veriş imkanları vs. yi de müteahhide vermeye kalktığında, müteahhit
doğal olarak kazancını da koyacak üstüne, böylece maliyet 3 misline çıkacak. Petr ol Ticaret’e bakan Namık Özyurt ve Belgin Özer ile
konuştuk: ‘ sismik ekipler için işçi alışverişi yapabilir miyiz, bunları istediğimiz
zaman istediğimiz yere yollayabilir miyiz?’ diye. Sismik ekipler için gerekli
olan malzeme alımı da uzun sürüyordu. Bunların hepsinin daha pratik
çözülebilmesi için Petr ol
Ticaret devreye girdi. Örneğin elektr onikçi lazım oldu, Petr ol
Ticaret kanalıyla aldık, jeofizikçi de aldık. Zaman içinde bu yaygınlaşmaya, başladı.
Diğer Gruplar da, ihtiyaç duyduğu personeli Petr ol
Ticaret kanalıyla almaya karar verdiler.
Zaman içinde, Petr ol Ticaret bizim kontr olümüzden
çıktı. Daha sonra ayrı bir şirket kuruldu, sonrasını bilmiyorum. Petr ol
Ticaret’te çalışan bir adam, direkt
olarak Türkiye Petr ollerinin bir elemanı
oluyordu. Türkiye Petr ollerinin
verdiği tüm haklardan istifade etmek istiyordu ve şirketi mahkemeye veriyordu.” - Nejat Pekcan
*”Amerika’dan
Niçin Erken Döndüm ?”
“1970 yılında BM bursu ile, yönlü sondajla
ilgili şirket beni Amerika ya gönderdi.
Günde 11dolar burs alıyorum.
Birkaç gün önce de Servet Sertçeoğlu
Amerika’ya gitmişti. Ben Houston’a, Servet bey California’ya. O günde 3 dolara her şey dahil bir pansiyon
bulmuş, ben ise günde 11 dolar alıp 14
dolar masraf yapıyorum. Yanımdaki 200 dolarda da hemen bitti. Kursun
birinci ayı sonunda‘geçinemiyorum ben dönüyorum’ dedim. Genel Müdür, beni bir
sınava tabi tuttu. Teorik olarak başarılıdır diye belge verdiler.Ben 1. ayın
sonunda Türkiye’ye döndüm. Gelince bana kızdılar ‘niye döndün’ diye. Bir süre
sonra Hulusi Berilgen Batman’a geldi, beni masasına çağırdı. ‘Niye Amerika’
dan erken döndün , sana kızgınım.’ dedi.
‘Efendim, aç kaldım.’ deyince ‘ Niye
bize bildirmedin?’ dedi. ‘ Siz bize böyle bir şey öğretmediniz ki.’
dedim. ‘Başımın çaresine bakamadım.’ deyince Hulusi bey çok üzüldü. Sonradan beni ne zaman görse, ‘ Seni nasıl
aç bıraktık.’ diye üzülürdü.” - Yalçın
Altan
*“ İlk’ler
şartların getirdiği sonuçlardır ve bu o sıradaki yönetime bağlıdır.“
“Süreçler, bu ilklere gebeydi zaten. İlk
yönlü sondaj , ilk deniz sondajı bizim mühendislik zamanımızda yapıldı. İlk
muntazam yemek çıkarılması sistemi, ilk barakaların kurulması, ilk hava sondajı
bizim zamanımızda oldu. Ancak, bizim çok yetenekli olduğumuzdan değil, zamanı
geldiği için olmuştu. T.P.A.O. nın gelişme süreci içinde olmuştur. Şartların
getirdiği sonuçlardır bunlar. O sıradaki yönetime bağlıdır. İlk yönlü sondajı
Vahit Kuzuoğlu B.Raman’da yönetti.”-Yalçın Altan
*İlk Zamanlardaki Ücretler Nasıldı ?
“ TPAO ilk nüvesini kurduğu zaman, 1955
yılında biz daha üniversiteden mezun olmamıştık. Durum böyle iken bana 980 lira, Süreyya Ekim’e , askerliğini yaptığı için, 1080 lira, bizden
önce girenlere ise 1350 lira maaş ödeniyordu. O zamanlar bir milletvekilinin
maaşı 725 liraydı. MTA’da çalışan Amerika mezunları ise 625 lira alıyordu.
Sadece Karayolları 33 lira yevmiye ile
bize yakındı. Batman’da çalıştığımız için %20 tazminat - ki bu tazminat
kamplara gidildiğinde %30’a kadar çıkardı- alırdık. Bugün (2005) aldığınız para bir işci ücretidir. Emekli
olduğunuzda bir kapıcının aldığı emekli maaşını alıyorsunuz. Türkiye Petr olleri’nin bugünkü ücret politikası yanlış. Büyük
dengesizlik ve haksızlık var. Bir tapu veya sıradan bir memurun aldığı maaşı
alıyorsunuz.” İlhan İrepoğlu
*Log
“ Schlumberger’in bize yönelik log kursları
oluyordu. Bizim aramızda dil bilen yoktu. Log ile ilgili şeyleri kulaktan dolma
olarak Sclumberger’in adamından
öğreniyorduk. Çok zaman
sonra Önder Erdal, Doğu Tuna, Yalçın
Güneri, Şevket Güventürk log konusunda ihtisas sahibi oldular. Zamanla log servisine 4 tane mühendis aldık
(KİMLER). Bu arkadaşlara bir İranlı
(KİM) bir yıl boyunca log dersi verdi. Bu İranlı hem ders veriyor, hem de enteresan kuyularımıza bakıyordu. Halbuki biz
Amerika’ya, Fransa’ya eğitim için adam gönderirken- sanki kaçacaklar, bir daha gelmeyecekler
zihniyetiyle- düşünüyorduk. Uzun yıllar böyle düşündük, hatalı olduğumuzu
anladık. Bir çok şeyi zamanında yapamadık.”- İlhan İrepoğlu
* “ TPAO pırıl pırıl bir kuruluştu.”
“ TPAO benim dönemimde gerçekten batılı
anlamda kurulmuş çok önemli bir kuruluştu. Devlet yapısı içinde olmasına rağmen
özerkliği vardı. Hakikaten, TPAO , diğer devlet daireleri ile mukayese
ettiğiniz zaman, pırıl, pırıl bir kuruluş şeklindeydi. O itibarla imkanları da
müsaitti. Gayet açık konuşuyorum; Sanayi Bakanlığı’nda müsteşarken aldığımın
üç katını TPAO’da genel müdürken aldım. Çünkü bir taraftan rafinerilerde
yönetim kurulu üyesisiniz ve aynı zamanda başkansınız. O itibarla , bu imkanlar
Ankara’daki evimi satın almak için bir
nevi birikim oldu. Devlet memuru olsan ne kadar alacaksın ? O bakımdan TPAO
benim kafamda çok önemli bir yer tuttu ve tutmakta devam ediyor.” - Mehmet Gölhan
*Levha
Tektoniği Kavramı Bilinmiyordu.
“Ülkemizde petrol üretemimizin %99 ‘nu sağladığımız
Güneydoğu Anadolu, Arap –Afrika Levhasının kuzey kenarında bulunur. Kıtasal platformun kuzeyinde Toros Dağ oluşum kuşağı yer alır. Yerli (otokton) şelf çökelleri, batıda
Kahramanmaraş’ta başlayarak doğuda İran sınırına kadar olan alanda gözlenen bir
sürükleme düzlemi boyunca, orojenik kuşağa ait sürüklenim örtüleri altında
devam etmektedir. Süreklenim örtüleri
altında kuzeye devamlılığı bilinen Arabistan Levhası’nın kuzey sınırının
belirlenmesi petrol aramalarının yönlendirilmesi bakımından son derece
önemlidir.
1970 yılından önceki dönemde TPAO’dan
çalışan yerbilimcileri allokton sürüklenim kütlelerini temel olarak kabul
etmişler ve Bitlis Masifi olarak adlandırmışlardır.
1960’lı yıllarda TPAO’dan ‘Levha Tektoniği’ kavramı henüz
yeterince bilinmiyordu. Gayet açık bir
biçimde hatırlıyorum; Mobil Şirketinden bize gelen Zeynel Malal ağabeyimiz levha tektoniği konusunda belirli bir bilgi
birikimine sahipti. Zaman zaman toplantılarda konuyla ilgili bazı görüş ve
önerileri gündeme getirdiğinde hiç bir
şekilde kabul görmezdi. Çünkü TPAO’nun
o dönemdeki önde gelen aramacı kadrosu böylesine değişik bir tektonik modeli
bilmediklerinden ve yeterince yeniliklere açık olmadıklarından “Neden
bahsediyorsun? Böyle bir tektonik model olur mu?” diye bir türlü
kabullenmezlerdi. Zeynel Bey sınırlı
teorik bilgisiyle görüşünü savunma
yönünde çaba gösterir, ancak karşı grup inatla anlatılanları, anlamamakta direnirdi.
1972 yılında, levha tektoniği kavramı
TPAO’da ilgi görmeye başlamış ve bu ilgi özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin tektonik modelinde büyük
değişmelere neden olmuştur.”
Dursun Açıkbaş
*
Bitmeyen Dedikodu
“Petrol konusunda, halk arasında
genellikle konuşulan konuların önde gelenlerinden biri de ‘Türkiye’de açılmış olan petr ollü
kuyularının, çoğunun ecnebi
şirketler veya onların işbirlikçileri
olan yerli teknik elemanlarca bilinçli
olarak kapatıldığı söylentileridir.
İskenderun-Dörtyol yakınlarında delinmekte
olan Gökdere -3 kuyusundayız. Ben, kuyu jeoloğuyum, Aydın Güzelce ise sondaj
mühendisi. Bir gün, kulede çıkış ve
bakım çalışmaları vardı. Bu boşluktan yararlanalım ve bir değişiklik olsun diye
kule mühendisi Aydın Güzelce ile
birlikte İskenderun’a gitmeye karar verdik.Giderken de yolumuz üzerindeki,
Erzin bucağı doktorunu da yanımıza alalım dedik. Hava güzel olduğundan doktoru
bir açıkhava kahvesinde bulduk. Doktor bizleri görünce ‘hoşgeldiniz’ dedikten sonra ben şaka olsun
diye “Doktor, seni tevkif etmeye geldik”
dedim. Doktor; “Hele siz gelip bir
oturun bakalım.Kim kimi tevkif edecek, petr olü
bulup kuyuyu daha sonra Mobil’e satıyormuşsunuz. Böyle söylentiler var.
Asıl tevkif edilecekler sizlersiniz”
diye cevap verince ben de şakayı sürdürüp “Ne yapalım geçim zor. Biz de böyle
yolumuzu bulacağız.” diye cevap verdim. Bunun üzerine doktor telaşlanıp
hemen bizi oradan uzaklaştırdı. Şaşırdık
ve bir anlam veremedik. Doktor daha sonra ,kahvede yakınımızda oturan iki
kişinin yerel politikacılar olduğunu, bunların Aydın ile beni -petr ollü
kuyuyu Mobil’e sattılar- diye Hatay Valisine şikayet ettiklerini söyledi. Üstelik onların yanında yaptığım
şakanın onlar tarafından ciddiye alınıp hemen valiye aktarılabileceğini, çünkü yaptığım şakanın
onların söylediklerini doğrular gibi olduğunu söyledi. Doktor bey oldukça
tedirgin ve ürkmüş görünüyordu. O gün doktor beyi, valinin böyle saçma-sapan
şeylere inanmayacağını, kendisini rahat
olması konusunda zor ikna etmiştim.
Benzer durum, Sinop-Ayancık
yakınlarında deldiğimiz Fasılı -1
kuyusunda meydana geldi. Sondaj bittikten sonra , kuyubaşını sondalayıp ,
kuyuyu terk ettik. Bir süre sonra aynı
civarda araziye çıkan Bölge Jeoloğu Özkan Gümüş yöre halkı ile sohbet ederken ona şöyle
söylemişler; Kuyunun joeloğu-ki ben oluyorum- petr ol
çıkmasına rağmen kuyuyu çimento ile kapatmış ve çekmiş gitmiş. Onlar da
bunu oradaki partililere anlatmışlar. Ankara’daki milletvekilleri de bu işi takip edip, bu
jeoloğu hapise attırmışlar. Özkan Gümüş
ise böyle bir şeyin olmadığını ve o jeoloğun hala görevde olduğunu söylemiş.
Söylemiş ama köylüler ona zor inanmışlar.”
Yalçın Güneri
“Cevat ile ilgili, aptalca dedikodular
vardı. Güya; petr ol bulunuyormuş ama
Amerikalılar ona rüşvet verip ‘yok de kapat’ diyorlarmış.”- Mehlika Taşman
*Ayhan
Tekin ve Su
Yalçın Umurtak anlatıyor: “1960’lı yılların
sonlarına doğru , Dinçer sahasında ilk
defa sismik yapılacak. Ayhan Tekin, önceden oraya gitmiş, hatların atılacağı
yerleri tesbit ediyor. Bir hafta sonra, ben de çalışmayı izlemek üzere Dinçer’e
gittim. Dinçer’de şartlar kötü: yol yok,
iz yok, sınıra çok yakın, hava sıcak topoğrafya kötü, civarda dinlenecek nefes
alınacak bir yer dahi yok.
Arabayla araziyi geziyoruz. Hava çok sıcak,
susadık. Ayhan, arabadan bir bidon çıkardı, bir bardağa suyu boşalttı. Su
bulanık ve içinde kırmızı, kırmızı kurtçuklar yüzüyor. Dehşet içindeyim. Ayhan sakin bir şekilde: “
Biraz bekle... Kurtçuklar biraz sonra dibe çöker öyle içersin.”dedi ve devam
etti: “ Bu suyu içmeye mecburuz... Çünkü civarda hiç su yok.”
“ Benim TPAO’m”
‘Doğma, büyüme TPAO’lu olan ve halen (2005)
Adıyaman Bölge, Muhasebe Müdürü olarak görev yapan İhsan Kaçmaz anlatıyor: “
Ortaklığımızın 50.Yıl Kitabının sayfalarını çevirirken, çocukluğuma döndüm.
1959 yılından bu yana T.P.A.O. ve Batman, sinema şeridi gibi gözümün önünden
geçti. Bir şirketin muhteşem geçmişini, yudum yudum tekrar yaşadım. Kitabı
hazırlayan ve hazırlatanlara saygılarımı sunuyorum.
Kitapta belgeler, resimler konuşmuş.
İstedim ki, bir işçi çocuğu olarak, ben de gördüklerimi, yaşadıklarımı ve hissettiklerimi sizlerle paylaşayım.
Türkiye Petrolleri, bizlere, bölgeye ne
verdi, ne aldı? İnsanlar, yıllarca nasıl yaşadı, ne hissetti? Ağırlıklı olarak
sosyal ve kültürel yönünü anlatarak, mensubu olduğum bu şirkette çalışmanın
gururunu, mutluluğunu, minnetini ve kıymetini, neden bilmemiz gerektiğini
açıklamak istiyorum.
Bunları okurken, lütfen Türkiye’yi,
Güneydoğu’yu 40-45 yıl öncesi perspektifinde hayal edin ve değerlendirin.
İlk yöneticilerimiz, Batman’a ilk
ortaokulu, daha sonra ikinci ilkokulu
kendi sitemiz içinde kurarak, bizleri, petrol ile beraber eğitime de
kavuşturdular. İlk öğretmenlerimiz; bizde çalışan ünite müdürlerimiz,
doktorumuz; yöneticilerimizin İngiliz, Amerikalı eşleri idi. Biz, ortaokulda
İngilizceyi, çevre illerdeki liselilerden daha iyi konuşuyorduk. Aynı zamanda,
öğretmenlerimiz, hem bizleri, hem de velilerimizi, çok iyi tanıdıkları için,
bizlerin hangi mesleğe daha yatkın olduğumuz konusunda, anne ve babalarımızı
yönlendiriyorlardı. Bu ideal yöneticilerimiz,
rekor düzeyde mühendis, doktor, avukat, öğretmen yetişmesine vesile oldular.
Bunlar; hem müdür amcalarımız, hem de öğretmenlerimizdi. Bir müddet sonra, ana
sınıfı değil, anaokulunu kurdular. Nihayet, TED Kolejini de kurarak, eğitimde
Ankara ve İstanbul standardını yakalamış
oldular.
Belki güleceksiniz ama; ben yaşananları ve
yaşadıklarımı anlatıyorum.Yöneticiler; babaydı, amcaydı, saygıdeğer amirlerdi.
Bu amirler, personeline isimleri ile hitabediyorlardı. Burçlarını araştırıp,
buna göre karakterlerini tahlil edip, ona göre davranış modeli
geliştirdiklerine, şahit oldum. Güzel günlerde, hastalıkta, sıkıntıda, sofrada
işçisiyle beraberdi. İşçi, her zaman, amirinin kapısını rahatlıkla
çalabiliyordu. Karşılıklı sevgi ve saygı
ile işler yürüyordu. Petrol bulunuyordu, bulundukça mutlu oluyor, hayatımızdan
zevk alıyorduk.
Hatırladığım kadarıyla, fazlası var, eksiği
yoktur, Türkiye Petrolleri, bize: Yüksek okulda okuduğumuz için karşılıksız
eğitim yardımı yapıyordu; yaz tatilinde,
biz öğrencileri sigortalı olarak,
kamplarda çalıştırıyordu. Böylece; hem para kazanmış oluyor, hem de
sigorta primimiz işliyordu; Site dışında yaşayan öğrenciler için, haftada iki
gün banyolarını açarak, yıkanmalarını
sağlıyordu. İstediğimiz zaman yemekhaneye gidip yemeğimizi yedikten sonra okula
gidiyorduk; Site Sinemasında, her hafta,
Çarşamba öğleden sonra ve Pazar günü , Amerika’da vizyona giren filmleri, alt
yazılı olarak, seyrediyorduk; iki tane
yüzme havuzunun olması, istisnasız hepimizi yüzmeye yönlendirdi. Akşamları,
ailelerimizle havuz başında oturarak, yaz gecelerinin tadını çıkarıyor, yaz
tatillerimizde ise Sivrice- Hazar’da göl kenarında kamp yapıyorduk. Bunlar,
bize sağlanan olanaklardan yalnızca bir kısmıdır.
Babalarımız, çok çalışarak, petrol bularak,
bundan dolayı devlete sağlanacak gelirlerden bir kısmının, kendilerine temettü
olarak döneceğini biliyorlardı. Her yıl, temettü alınan günün, ‘herşeyi satın
alabilme, harcama ve sahip olma günü’ olduğunu, hala zevkle hatırlarım.
Babalarımıza 48 aya varan faizsiz konut kredisi verilerek, herkesin ev sahibi
olması sağlanıyordu; her yıl, kış gelirken, şirketin önüne tonlarca odun
yığılıyor ve işçilere taksitle,
sıkıntıya sokmadan dağıtılıyordu. Şirketimizin hastanesi vardı; 45 yıl önce,
film çekilmeden çekilmeden, diş tedavimiz yapılmıyordu. Hastanede her branştan
doktorumuz vardı.
Orkestramız vardı, hafta da iki gün canlı
müzik yapıyorlardı. Yaptıkları müzik çok çeşitliydi. Bugün, her türlü müziği sevmemim nedeni,
orkestramızın beni bu yönde eğitmesi ve etkilemesi olabilir. Kendime bazen sorarım; “Her türlü müziği
neden seviyorum?” diye. Sonra; alt yapımın yıllarca önce, bu etkinliklerden
dolayı olduğu sonucuna varırım.
İleriki yıllarda, Öğretmenler Derneği
Başkanı olarak, TPAO’dan, tüm köy okullarına; bayrak, sıra, kitap, haritalık,
dolap, Atatürk resmi ve her türlü yardımı alarak, defalarca dağıttım. Katkıda
bulunanlara minnet ve saygı duyuyor, onları rahmetle anıyorum.
Batman, çarşı içinde bulunan evimizde,
giyim yardımı olarak verilen kaşe
kumaşların arta kalanından battaniye
yapılıyordu; o battaniye, şirkette çalışmanın bir göstergesi ve gururu oluyordu.
Son zamanlarda yapılan İş Güvenliği
toplantılarından birinde, iş kazalarının düşüklüğü tablolar halinde
gösterilirken, bu sonuçtan gurur duyan ve sevinenlerden birisiydim. Bunlar
anlatırken, babalarımızın, amcalarımızın üstü çadırlarla kaplanmış, içine tahta
oturaklar yerleştirilmiş, büyük Fiat kamyonlarla, asfaltsız yollarda işe
gidişlerini, defalarca kaza haberleri aldığımız günleri; kulenin devrilmesi,
kuleden parça düşmesi sonucu ölen işçilerin haberlerini, parmağı ve kolu, iş
kazası sonucu kesilmiş akrabalarımı, ıstırapla hatırlarım. Artık insan
yaşamının yanı sıra çevre yaşamıyla da, yakından ilgilenir olmamız, beni çok
mutlu etti.
Ortaokul öğrencisi iken, kuleye ziyarete
giderek, petrol bulunduğuna şahit olduğum şanslı günlerimde, kulede
gördüklerimden duygulandığım ve eve gelerek yazdığım şiirleri hala hatırlarım.
Şirkette, ailemden 16 kişi 25-30 yıl
gururla çalıştıktan sonra 1979 yılında işe başladığımda, amcalarım toplanarak:
“Biz, bu kutsal saydığımız şirkete şerefimizle, gururumuzla hizmet ettik,
ihanet etmedik. Soyadımıza halel getirmedik. Gerçi yapmazsın ama, sen yine
yemin et; ‘ şirketi koruyacağına, ihanet etmeyeceğine, gece gündüz
çalışacağına, faydalı olacağına’ ” diye yemin ettirdiklerini hiç unutmuyorum.
Batman’da, her işçi, evinde ve her zaman
aileler: “Allah devlete ve şirketimize zeval vermesin, birini bin etsin” diye
dua ederler.
İşte ben bunları hatırladım, paylaşmak
istedim, bir duygu seli ile yazdım. Tüm sadakat
ve samimiyetle, şirkete hizmet eden; işçisinden genel müdürüne; ölenlere
rahmet, çalışanlara sağlık ve mutluluklar diliyorum.”