10 Ekim 2017 Salı

"PANDORANIN KUTUSU" - Halit Edip ÖZCAN

YAZIMIN ÖZETİ

Merhaba,
Kitabı okudunuz, bitirdiniz ve bu satırları okuyorsunuz. Kitabı okurken eski çalışma arkadaşlarınızı ve sevdiklerinizi görünce keyiflendiniz, “ Güzel günlerdi.” dediniz. Bazı fotoğraflar ise size “kötü anılarınızı ve kötü insanları” hatırlattı.  .

İşin Aslı
Sen, siz, onlar, biz, belli bir süre bu şirkette çalıştık. Kimimiz 15, kimimiz 20, kimimiz 30 veya daha uzun sürelerle bu şirkete hizmet verdik, karşılığında paramızı aldık, bedavaya çalışmadık. Ben, sen, siz, onlar, hangi meslekten olursak olalım, ‘hiç birimiz bulunmaz  Hint kumaşı’ değildik, değiliz, bizim yerimizi alacak çok insan var bu ülkede. Onun için bizler, TPAO gibi prestiji yüksek bir şirkette çalıştığımız için, şanslı sayılırız.

Arkamda DEV  Bir Şirket Var, Onu Temsil Ediyorum
“Ben  Halit Edip Özcan. Türkiye Petrolleri.”  Bu tanışma ve takdim sözünü, nereye gittiysem, hangi devlet kuruluşuna veya özel bir şirkete gittiysem, övünçle vurguluya-vurgulaya kullanmışımdır. Bunun anlamı şudur: “Benim arkamda Türkiye’nin çok iyi bildiği DEV bir şirket olan ulusal petrol kuruluşu TPAO var. Ben onu temsil ediyorum.” Ve bu söz, sihirli bir şifre gibi, bana gümrükte, poliste, valilikte, jandarmada, askeriyede, bankada, esnafta vb. bir çok yerde her kapıyı açmış, işlerimin kolaylaştırılmasını sağlamış ve bana saygı ile bakılmasını sağlamıştır. Bizler de tavır-tutum-beyin-giyim-kuşam ve imaj ile ona layık olduğumuzu, onu hakkıyla temsil ettiğimizi sanıyoruz. TPAO, istediği kadar ‘saygı duyulan bir kuruluş’ olsun, siz imajınız, ilişkileriniz ve beyniniz ile ‘TPAO’nun kalitesini’ tamamlayamaz  iseniz, saygı duyulmaz ve ‘nezdinizde’ TPAO’nun kalitesinden de  birşeylerin sökülüp, atılmasına neden olabilirsiniz.

Hepimiz Aynı mıyız?
Benim  çevremde vardı, sizin çevrenizde de iş yapmadan yıllarını doldurup, ayrılan, emekli olan ve  emekli olacak kişiler vardır, herhâlde. Hattâ son 15 yılını hiç iş yapmadan geçiren karı-koca mühendis ve başka kapsam dışı  çiftler’in sayısı da az değil. Sizler de etrafınızda bu tür “yan gelip yatanları” fazlaca görmektesiniz. Bu uğursuz-tembellerin yanı sıra hırsız var, dolandırıcı var, sahtekâr var, psiko-manyak var, var da var. Ben, biz, siz  onlarla ‘bir’miyiz? Hepimizi aynı kefeye koyup, iyi-kötü ayırımı yapmaz isek, herkesi iyi diye tanımlarsak, o zaman ‘herkes iyi olur’.  O zaman da saygı ve sevgi duyduğumuz, bu şirkete katkıda bulunmuş insanları, layık oldukları daha yüksek mertebeye nasıl koyacağız?

Bana göre, bu kitap  ‘ilk’ ler ve ‘iyi’ler üzerine inşaa edilmiş, bir ‘pembe kitap’ gibi. Yaşan- mış ve iz bırakmış kötü anılar, beynimizin ‘kara deliklerinde’ duruyor.

Devletin bize bakışı
“Sana Emanet Ediyorum”
1970 lerin başında bir bakanlığın müsteşarı amansız hastalığa yakalanmış, hastahanede son günlerini saymaktadır. Bir devlet böyüğü ( başbakan), ziyaretine gider. Devlet böyüğü hasta ziyaretinden ayrılırken “ Bir arzun var mı?” diye sorar. Hasta ona şöyle der: “ Kardeşimi sana emanet ediyorum.”
Daha sonra aynı Emanet Kardeş, 35 yıl boyunca, çok iyi bir insan, ancak kötü bir memur olarak devlette, iki ayrı güzide kurumda görev  alacaktır. İş bu kadar basittir, emanet olmak yeterlidir.
Bir Duayene Mektup
Sevgili Ve Muhterem Böyüğüm,
Sizler 1950’lerden itibaren devlet yönetiminde idiniz. Sizin devlet düzenini çok iyi bildiğiniz söylenir.
Yıllıklara bakıyorum, hep merâkımdadır; niye bize hep çok yaşlı Yönetim Kurulu üyeleri atadınız? Sizin dönemlerinizde, bizim şirkete hep yaşları 70 lere dayanmış, eski partili ardaşlarınız yönetim kurulu üyesi olmuşlar.  Diğer partiler ise kendi partililerini atadılar ama hiçbirisi, sizin atadıklarınız kadar, bize yük olmadı. Böyle davranmanızın sebebi bizim yaptığımız işi hafif görmenizden mi kaynaklandı?
Benim gözlemime göre, sizin, şirketimizin iç dinamiklerinin çözülmesinde-bozulmasında katkınız  büyük oldu.
En büyük merak ettiğim konu, yıllardır siyesetin içindesiniz, acaba bu süre içinde  özel sektöre hiç adam sokabildiniz mi?  Veya terfisinde rolünüz olabildi mi?
Size gelen atama talepleri için acaba şöyle diyemezmiydiniz ?
a-“ Evladım. Tamam sen bana emanetsin, ama devlette öyle hemen diye yükselme olmaz. Sen git şimdi, çalış. Adet olan düzeni, nizamı, senin yüzünden, bozmayalım. Zamanı gelince seni değerlendiririm.”
b-“Sevgili Müdürüm. Tamam,  uzun bir bekleme ve hasretten sonra, hükümet olduk. Olduk ama, devlet işinde öyle hatır-gönül işi olmaz. İş layık’ına verilir, yoksa sistem çöker. Sistem çökünce de, bir süre sonra şirket çöker, devlet çöker. Senin kardeşini de, genel müdür muavini yapmayalım da, kendi ünitesinde bir-iki kademe yükseltelim, ondan öyle faydalanalım” diyemez miydiniz?
Böylece TPAO, iç dinamiklerinde, sayenizde  oluşan ve tedavisi imkânsız, “işi gücü bırak siyasetçi peşinden koş ve makam sahibi ol” olgusu hiç doğmamış olurdu ve şirket yara almazdı. Size “Bir bilen” diyorlardı,  siz “böyle mi biliyordunuz?”

Ben Bakan Değil miyim? Boşa Harca Paraları
 “ Ben bakan değil miyim? Sen bana bağlı değil misin? Sana emrediyorum. Orada bir kuyu açacaksınız. Madem her açtığınız kuyudan petrol çıkmıyor. Bir de benim hatırıma bir boş kuyu açsanız ne olur? Yörenin siyasetçileri beni yedi bitirdi, bir kuyu açın diye.”  Bu sözler, ETK Bakanının, TPAO Arama Grup Başkanına söylediği sözlerdir.
Arama Grup Başkanı  “ Efendim, petrol aramacılığında bir günde petrol kuyusu açalım kararı verilemez. Ben talimatınızı anladım. Hemen oraya jeolog arkadaşlarımı  saha çalışmaları için göndereceğim. Akabinde en kısa süre içinde sismik çalışma proğramı  yapıp,  sismik değerlendirmeyi yaptıktan sonra  burada en kısa zamanda bir kuyu açacağız.” demesi üzerine yukarıdaki sözleri sarfetmiştir.  Ancak bakan ikna olmamış, aldığı cevaptan rahatsız olmuştur.
Sayın bakan şunu bilmeliydi ki, bu fakir ülkede ( zengin de olsa farketmez) “Hatır’a binaen 2 milyon dolar harcanarak boş kuyu açılmaz.”
Burada iki önemli nokta göz önünde bulundurulmalıdır;
1- Yerel siyasetçinin petrol gibi bilmediği bir konuda gereksiz ısrarı ve bakanın da  “uzmanın işini uzmana bırakalım” dememesi,
2- Hesabı-kitabı yapılmadan Bakan’ın 2 milyon dolar gibi bir parayı ağzından  çıkan tek kelimeyle harcattırıyor olması ve son derece teknik ve önemli bir şirketin, basit bir kasaba politikacısına ezdirilmesi.
Başarıyı hepimiz istemiyor muyuz? Öyle ise; politikacı TPAO’yu niye rahat bırakmıyor? Niye herşeyine müdahale ediyor, yöneticilerini  ürkek yapıyor, liyâkat, kıdem ve tecrübe esasına bakmazsızın  yönetim ve alt  kadro atamalarını yapıyor?
Türkiye’nin  güzide ve en stratejik öneme haiz kuruluşu olan TPAO kendisine verilen son derece teknik  ve zor görevlerin üstesinden rahatlıkla gelebilecek güçte ve tarihsel yapıdadır. Yeter ki onu rahat bıraksınlar, kendi yağında kavrulsun.
Bu ülkenin petrol varlığını ulusal kuruluş TPAO ispat edecektir.
“Şirketine bu kadar sahip çıkan insanları, daha önce hiç görmemiştim. Her biri, şirket sanki kendi şirketiymiş gibi davranıyor”  Bu veya buna yakın bir cümleyi dışarıdan atanarak gelmiş bir genel müdürümüz söylemiş.  Bunu ne oldu da söyledi, bilmiyorum. Ancak haksız sayılmaz.
Buna örnek olarak kendimi gösterebilirim. Ben uzun zamandır TPAO şövenizmi taşıyan birisiyim. Belki kişiliğim gereği bu biraz abartılı da olabilir. TPAO’ya en ufak bir zarar gelsin istemem,  onunla gurur duyarım, baştan aşagıya, bütün yönleri ile mükemmel olsun isterim. Duvarlara asılan ilan ve duyuruların gelişigüzel bantlanması, herhangi bir yerdeki pislik, dağınıklık, bazı çalışanların avami kılık kıyafetleri, tipsizlerin tipleri ve alışılagelen TPAO standartının altında olan her şey beni rahatsız ederdi.
İsterdim ki; TPAO’da çalışanların tümü çağdaş, giyimini-kuşamını bilen, ülke standartının üstünde nezih, aydın, yakışıklı erkeklerden ve  güzel kadın ve kızlardan oluşsun. Şirkete girdiğim ilk zamanlarda şirket böyleydi.

Yeni personel girdikçe, personel sayısı arttıkça doğaldır ki; ülke gidişatına paralel olarak, TPAO’nın  temiz olan  denizinde çöpler çoğaldı ve kirlilik başladı. Siyasi bir militan olarak tanınan bir yönetici, 
(ki; sahada çalışmamış, bağlı olduğu partiye hizmet için devamlı kulis-siyaset yaparak yıllarını geçirmişti ) toplu personel alımında,  çoğunluğu kendi tandansına uygun kişileri işe almıştı. Şirket yeni bir yapılanmaya girince, bu işe alınanlar  diğer gruplara dağıtılmışlardı.
Müdafaa Caddesindeki  binamızın 10.katı yemekhane idi. Yemek zamanı, yemek kuyruğu oluşurdu. Alışageldiğimiz bu yemek kuyruğunda birden kılık-kıyafet ve tavırları ile değişik tipler peydahlandı. Bunlar kar yığını içindeki kömür karası gibi çok açıkça kendilerini belli ediyorlardı. Onlar bu dağıtılan yerden, sağa-sola dağıtılanlardı.

Şirkette ilk “sulanma ve krat’tan değer kaybı” işte o zaman başlamıştı
“Şirketine bu kadar sahip çıkan insanları, daha önce hiç görmemiştim. Her biri, şirket sanki kendi şirketiymiş gibi davranıyor.”  Evet doğrudur. Bir fotokopi memuru,  sevmediği bir kişinin veya grubun fotokopisini, kendi şirketiymiş gibi davranarak, çekmeyebilir. Bir grup bir diğer grubun yazısına, işine gelmiyorsa, kendi şirketiymiş gibi davranarak, cevap vermeyebilir. Bir yetkili, kendi şirketiymiş gibi davranarak, bu adamı bizim koridorda-katta görmek istemiyorum, diyebilir. Bir grup, diğer grubun projesine, kendi şirketiymiş gibi davranarak, köstek olabilir. Bir yetkili, kendi şirketiymiş gibi davranarak, “Şu gruptan şöyle, şöyle bir şey gelirse, sakın yapmayın” diyebilir. Yönetici, kendi şirketiymiş gibi davranarak, sevdiği hırsız-arsız-dolandırıcı-kleptoman olan kişilerin ceza almasına engel olabilir. Sadece kıdemli olduğundan ötürü yönetici olmuş, teknik kapasitesi-bilgisi-geçmişi tartışılır bir yerbilimci, kendi şirketiymiş gibi davranarak,  belki de çok kârlı olabilecek bir projeyi,  çeşitli özel nedenlerinden ötürü ( kıskançlık vb. gibi sebeplerden ötürü), baştan kabul etmeyebilir. Eski ancak, hem beynini hem de mesleğini güncelleştirmemiş yerbilimci abi-yönetici, kendisinden daha cevval-bilgili-çağdaş yerbilimcinin bütün projelerini, kıskançlığından ötürü, kendi şirketiymiş gibi davranarak, hiç bir zaman kabul etmeyebilir. Teknik ve diğer yönlerden zayıf bir  kişi, daha sonra yöneticilerce,  kendi şirketleriymiş gibi davranarak, terfi ettirebilir, yönetici yapılabilir.
.Özel sektörde ise – ki şimdi anlıyorum ve net görüyorum- bu ve bu tür işlerin esamesi bile görülmez, konu dahi olmaz. Özel sektörde ehil olmayan kişiler çalışamaz.
1998 veya 1999 yılında tesadüfen tanıştığım ve ODTÜ’de okuyan Tayland’lı bir talebe, Tayland Kraliyet Ailesi hakkında konuşulurken şöyle bir cümle sarfetmişti: “ Görevi suistimal veya devlet olanaklarını özel yaşamına aktarma söz konusu ise, bizim 1 kralımız var. Tüm akrabası (Kraliyet Ailesi)13-14 kişi civarında.  Ama sizde (Türkiye’de) her bakan, her genel müdür bir kral gibi davranır, devletin olanaklarını istediği şekilde, istediği yerde, istediği kişiye kullanabilir. Kimse de hesap sormaz.” deyip, kinayeli sohbetimizde “ağzımızı kapatmıştı.”
Yukarıda yazılanlar sadece TPAO’ya ait olan özellikler değildir, ülkemizdeki kamu kurumlarının tümüne yakınının daha da kötü bir halde olduğu yazılmakta, çizilmektedir. Ancak TPAO diğerlerine benzemez, vefalıdır, çalışanını kollar. Onları ıvır-zıvır şeylerle üzmez. Kırtasiye ve diğer imkânlarda geniştir. Harcırah ve konaklama konularında 1. sınıf hizmet almamızı sağlar. Bazı kalemlerde “paraya acımaz”. Olması gereken de budur. Ama çalışlanla-çalışmayanı da ayırmaz, hepsini bir kefeye koyar. TPAO bir petrol şirketidir. Dünyanın en fakir ülkesinin petrol şirketi bile, harcamalarında, ülkenin diğer kurumlarından TPAO gibi,  farklıdır.
Bir kerre ismi güzeldir: “ Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı”. Yaptığı iş çok stratejiktir, ülkenin göz bebeğidir. Her ne kadar ‘personel sayısı fazla’ diye söylense bile, devletin bir asli görevi de “ vatandaşına iş bulmak değil midir?. Onlara yaşam garantisi vermek deği midir?”  Öyle ise, kimse bize kızamaz. 20 yıldır boş oturan bir yerbilimci varsa, bu onun kabahati midir? Yoksa onu bir kenara atan yönetimin kabahati midir?
Prof. Dr. Yücel Yılmaz’ın seneler önce söylemiş olduğu bir cümleyi hatırlamakta fayda var:
“ TPAO bir okuldur. Yıkılırsa ( siyasetin son derece etkili olmasına atıfta bulunarak) bir daha onun gibisi kurulamaz.”  Jeoloji, jeofizik, petrol mühendisliği başta olmak üzere TPAO, bu mesleklerin bir “mürşit”i (yol gösteren) gibidir. Yerbilimcilere ve petrolcülere, petrol aramacılığı, sondajı ve üretimi konusunda staj-proje  imkânı sağlar, üniversitelere proje verir, vb. bir çok pozitif oluşumlara imza atar.
Şirketimizin teknik insanlar tarafından yöneltilmesi ve  bu teknik adamların da sosyal boyutta zayıf olmaları nedeniyle, şirketimiz, benim gözlemim ile 1999 yılından bu yana, sosyal ve beşeri boyutta, eski ile karşılaştırıldığında oldukça zayıflamış görülmektedir. İnsanların birbirleriyle kaynaşması  amacı ile arada bir yapılan,  “Hamam Toplantıları” ( ki: benim tabirim değil, TPAO’luların tabiri.) dışında ortada bir şey var mı? Şöyle diyorlar: “ Aynı düşüncenin adamları, ailece bir araya geliyorlar, ailece kendi kendilerini eğlendiriyorlar. Ben artık bu toplantılara katılmıyorum.”
Emekliler dert yanıyor ve soruyor: “Hani nerede 10 Aralık kutlamaları?  Hani her emekliye gönderilen bültenler? Hani yeni yeni organizasyonlar? Kaplıcalara yılda ne kadar para ödeniyor ise o paranın yarısı ile 10 Aralık kutlamalarında emeklilere bir çay ve kuru pasta ikram edilemez mi?”
Orson Wells ne demiş “ I know, how’s to be young. But you don’t know how is to be old”
Türkçesi; “Ben gençliğin ( gençlik; burada halen çalışan anlamında kullanılmaktadır) ne olduğunu biliyorum, ama sen yaşlılık nedir ( burada yaşlılık emeklilik için kullanılmıştır) bilemezsin.”

Eh!. “Keser döner, sap döner bir gün gelir, devran döner.”
“Efendim, Bakanlık ve Hükümet yasakladı. Tasarruf tedbirleri var. Na’palım?”  Emeklilerin 10 Aralık kutlamalarına katılmalarının maliyeti taş çatlasa 3-4 bin ytl civarında olur. Bu para bulunamaz mı? İstense 10 katı bulunur. Başka fasıllara, nasıl bulunduysa öyle bulunur. En azından TPIC kanalıyla bulunur. TPIC, petrol sektörü ile hiç alâkası olmayan bazı magazin dergilerine bile ilanlar vermektedir. Ben emeklilerin tercümanıyım,  TPAO yönetiminin, bu konuda hiç bir gayret göstermediğini söyleyen emekliler, yönetimi  çok eleştirmektedirler (2010), haberiniz olsun.

“TPAO, Askeriye gibidir( bence gibiydi). Nasıl askeriyede terfiler belli bir disiplin içinde yapılır, TPAO’da da öyledir (öyleydi).
Bir üsteğmeni, “ bu benim hısımım, bizim gruptan, bizim partiden, benim  sevdiğim adam”, mentalitesi ile bir gecede General yapabilir miyiz? General yapsak bile ast kadro, bunu nasıl kabullenir? Hem o general ile savaşa gitsek, savaşı kazanabilir miyiz?”   Bu sözler yaşlı bir büyüğümüze ait.
makamda kimse yokmuş ta, sanki o gelene kadar hiç bir şey yapılmamış ta, herşey o geldikten sonra yapılmış gibi davranırlar. Ömür boyu o makamda kalacaklarını sanırlar.

Arkadaşlık
Arkadaşlarınızı çok seviyorsunuz değil mi? Onlara güveniyorsunuz, onlar sizin dostunuz değil mi? Tamam şu an öyle düşünüyorsunuz, kabûl. Başarılı bir iş yaparak, göz önüne çıkın. Hele bir terfi edin de, o zaman görün bakalım; kim gerçek arkadaşmış, kim değilmiş? Bilhassa,  kalabalık ve önde gelen gelen bir teknik grup içinde böyle bir şey olsun, mazallah,  günlerce dedikodunuz yapılır. Bu gruptaki birbirini çekememezlik o kadar büyüktür ki; kimse kimseyi beğenmez. Kime, birisini sorsanız, dudak büker, “yaramaz adam” der. Birisine,  kimi sorsanız o da onun için “yaramaz adam” der. Bu ne yazık ki böyle ve ileride düzelecek gibi de görünmüyor. Bu grupta ne kadar teknik kapasitesiniz yüksek olursa olsun, ne kadar iyi yorumcu olursanız olun, başka ne tür üstün özellikleriniz olursa olsun, hâl ve durumunuz, yönetici abinizin bir lafına bakar. Genel anlamda yöneticiler, kendinden daha cevval ve işi daha iyi bilen alt kademeyi sevmez. Onlardan rahatsız olurlar. Onlara göre; en iyi yönetici  sadece mevcut durumu kollamasını bilen, yeni projelere kapalı ( açık olsa Yönetim ile birinde olmasa bile,  diğerinde ters düşebilir), ‘yap’ deyince yapan yöneticilerdir.

Nokta...nokta...
-İlk kurulduğumuzda personel sayısının az oluşu, bize özel ücret skalası uygulanışı ile ücret yönünden en güzel günler 1955-1972 arası, en kötü günlerin ise 1978-1981 arası olduğu gözüküyor. Daha sonra 1987 yılında ülke genelinde yapılan yüksek zam bizleri 2000 li yıllara kadar götürüyor. Şu an ise(2010) eskiler için fena değil, yeni girenler için ise bir cazibe yok, normal.
-Tesis olarak sektöre en büyük katkı İhsan Topaloğlu zamanında oluyor.
-İlk dışarıdan atama Korkut Özal ile oluyor. Petrol fiyatlarının çok düşük olması  (  varili 1 dolar )  nedeniyle, Genel Müdür’ün İTÜ’ye bir yazı yazdığı veya yazı yazmaya niyetli olduğu anlatılıyor. Bu yazıda  “ bu şartlar altında petrol mühendisliği bölümünün kapatılmasının daha iyi olacağını” tavsiyesinin yer aldığı söyleniyor.
-İlk kadroda yer alan büyüklerimizden ikisi, “ ben siyasetçinin bu kadar basit isteklerini yapmam, gelin kendiniz yapın” diyerek istifa ediyorlar.
-En fazla keşif 1985-1989 arası yapılıyor. 10 da 7 oranında, hem de şariyaj hattında.
-Bir ara 27 ay süre ile hiç bir terfi olmuyor. Bu durum, daha sonra, insanları, hazırlıklıksız ve   apansız mağdur ediyor.
-Altın Çağımızı (bana göre) Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler zamanında yaşıyoruz.
-İlk şaşırtıcı ve hayret verici terfiler 1991 yılında oluyor ve sonra önü alınamıyor.

Son Söz
Bu derlemenin yayıma hazır hale gelmesi 8 yıl sürmüştür. Bu derlemede tamamen tek başıma kaldım. Bir kaç daktilo sayfası ile bana yardımcı olan Merty çalışanı Figen Kuzuncanlı hanımefendi dışında, hiç bir kimsenin yardımını görmedim.  A4 sayfası ile 1 satır aralığı ile 180 sayfa kitabı belki 10 kere tekrar, tekrar okudum. Buna rağmen, kaçırdığım imlâ kuralları ve yanlışlık-eksiklik yüzünden  kusura bakılmasın.
Bu kitap az sayıda basıma girmiştir. Eğer tükenir, talep olur da ikinci basıma gidilirse, bu kitabın hatalarını, eksiklerini ve/veya sizin de 2.basımda yer almasını istediğiniz kendinizin, babanızın, her kim TPAO’lu ise onun fotoğraflarını veya anılarını bana gönderebilirsiniz.
***
Ankara-Merty Enerji, Temmuz-2010
halitedipozcan.blogspot.com
Gsm: 0533 440 95 15
Akpınar Mahallesi, Ahmet Yesevi Sokak, 18/12

Dikmen-Ankara

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder