YAZIMIN ÖZETİ
Merhaba,
Kitabı okudunuz, bitirdiniz ve bu satırları okuyorsunuz.
Kitabı okurken eski çalışma arkadaşlarınızı ve sevdiklerinizi görünce
keyiflendiniz, “ Güzel günlerdi.” dediniz. Bazı fotoğraflar ise size “kötü
anılarınızı ve kötü insanları” hatırlattı.
.
İşin Aslı
Sen, siz, onlar, biz, belli bir süre bu şirkette çalıştık.
Kimimiz 15, kimimiz 20, kimimiz 30 veya daha uzun sürelerle bu şirkete hizmet
verdik, karşılığında paramızı aldık, bedavaya çalışmadık. Ben, sen, siz, onlar,
hangi meslekten olursak olalım, ‘hiç birimiz bulunmaz Hint kumaşı’ değildik, değiliz, bizim
yerimizi alacak çok insan var bu ülkede. Onun için bizler, TPAO gibi prestiji
yüksek bir şirkette çalıştığımız için, şanslı sayılırız.
Arkamda DEV Bir Şirket Var, Onu Temsil Ediyorum
“Ben Halit Edip
Özcan. Türkiye Petrolleri.” Bu tanışma
ve takdim sözünü, nereye gittiysem, hangi devlet kuruluşuna veya özel bir
şirkete gittiysem, övünçle vurguluya-vurgulaya kullanmışımdır. Bunun anlamı
şudur: “Benim arkamda Türkiye’nin çok iyi bildiği DEV bir şirket olan ulusal
petrol kuruluşu TPAO var. Ben onu temsil ediyorum.” Ve bu söz, sihirli bir
şifre gibi, bana gümrükte, poliste, valilikte, jandarmada, askeriyede, bankada,
esnafta vb. bir çok yerde her kapıyı açmış, işlerimin kolaylaştırılmasını
sağlamış ve bana saygı ile bakılmasını sağlamıştır. Bizler de
tavır-tutum-beyin-giyim-kuşam ve imaj ile ona layık olduğumuzu, onu hakkıyla
temsil ettiğimizi sanıyoruz. TPAO, istediği kadar ‘saygı duyulan bir kuruluş’
olsun, siz imajınız, ilişkileriniz ve beyniniz ile ‘TPAO’nun kalitesini’
tamamlayamaz iseniz, saygı duyulmaz ve
‘nezdinizde’ TPAO’nun kalitesinden de
birşeylerin sökülüp, atılmasına neden olabilirsiniz.
Hepimiz Aynı mıyız?
Benim çevremde vardı,
sizin çevrenizde de iş yapmadan yıllarını doldurup, ayrılan, emekli olan
ve emekli olacak kişiler vardır,
herhâlde. Hattâ son 15 yılını hiç iş yapmadan geçiren karı-koca mühendis ve
başka kapsam dışı çiftler’in sayısı da
az değil. Sizler de etrafınızda bu tür “yan gelip yatanları” fazlaca
görmektesiniz. Bu uğursuz-tembellerin yanı sıra hırsız var, dolandırıcı var,
sahtekâr var, psiko-manyak var, var da var. Ben, biz, siz onlarla ‘bir’miyiz? Hepimizi aynı kefeye
koyup, iyi-kötü ayırımı yapmaz isek, herkesi iyi diye tanımlarsak, o zaman
‘herkes iyi olur’. O zaman da saygı ve
sevgi duyduğumuz, bu şirkete katkıda bulunmuş insanları, layık oldukları daha
yüksek mertebeye nasıl koyacağız?
Bana göre, bu kitap
‘ilk’ ler ve ‘iyi’ler üzerine inşaa edilmiş, bir ‘pembe kitap’ gibi.
Yaşan- mış ve iz bırakmış kötü anılar, beynimizin ‘kara deliklerinde’ duruyor.
Devletin bize bakışı
“Sana Emanet Ediyorum”
1970 lerin başında bir bakanlığın müsteşarı amansız
hastalığa yakalanmış, hastahanede son günlerini saymaktadır. Bir devlet böyüğü
( başbakan), ziyaretine gider. Devlet böyüğü hasta ziyaretinden ayrılırken “
Bir arzun var mı?” diye sorar. Hasta ona şöyle der: “ Kardeşimi sana emanet
ediyorum.”
Daha sonra aynı Emanet Kardeş, 35 yıl boyunca, çok iyi bir
insan, ancak kötü bir memur olarak devlette, iki ayrı güzide kurumda görev alacaktır. İş bu kadar basittir, emanet olmak
yeterlidir.
Bir Duayene Mektup
Sevgili Ve Muhterem Böyüğüm,
Sizler 1950’lerden itibaren devlet yönetiminde idiniz. Sizin
devlet düzenini çok iyi bildiğiniz söylenir.
Yıllıklara bakıyorum, hep merâkımdadır; niye bize hep çok
yaşlı Yönetim Kurulu üyeleri atadınız? Sizin dönemlerinizde, bizim şirkete hep
yaşları 70 lere dayanmış, eski partili ardaşlarınız yönetim kurulu üyesi
olmuşlar. Diğer partiler ise kendi
partililerini atadılar ama hiçbirisi, sizin atadıklarınız kadar, bize yük
olmadı. Böyle davranmanızın sebebi bizim yaptığımız işi hafif görmenizden mi
kaynaklandı?
Benim gözlemime göre, sizin, şirketimizin iç dinamiklerinin
çözülmesinde-bozulmasında katkınız büyük
oldu.
En büyük merak ettiğim konu, yıllardır siyesetin
içindesiniz, acaba bu süre içinde özel
sektöre hiç adam sokabildiniz mi? Veya
terfisinde rolünüz olabildi mi?
Size gelen atama talepleri için acaba şöyle diyemezmiydiniz
?
a-“ Evladım. Tamam sen bana emanetsin, ama devlette öyle
hemen diye yükselme olmaz. Sen git şimdi, çalış. Adet olan düzeni, nizamı,
senin yüzünden, bozmayalım. Zamanı gelince seni değerlendiririm.”
b-“Sevgili Müdürüm. Tamam,
uzun bir bekleme ve hasretten sonra, hükümet olduk. Olduk ama, devlet
işinde öyle hatır-gönül işi olmaz. İş layık’ına verilir, yoksa sistem çöker.
Sistem çökünce de, bir süre sonra şirket çöker, devlet çöker. Senin kardeşini
de, genel müdür muavini yapmayalım da, kendi ünitesinde bir-iki kademe
yükseltelim, ondan öyle faydalanalım” diyemez miydiniz?
Böylece TPAO, iç dinamiklerinde, sayenizde oluşan ve tedavisi imkânsız, “işi gücü bırak
siyasetçi peşinden koş ve makam sahibi ol” olgusu hiç doğmamış olurdu ve şirket
yara almazdı. Size “Bir bilen” diyorlardı,
siz “böyle mi biliyordunuz?”
Ben Bakan Değil
miyim? Boşa Harca Paraları
“ Ben bakan değil
miyim? Sen bana bağlı değil misin? Sana emrediyorum. Orada bir kuyu
açacaksınız. Madem her açtığınız kuyudan petrol çıkmıyor. Bir de benim hatırıma
bir boş kuyu açsanız ne olur? Yörenin siyasetçileri beni yedi bitirdi, bir kuyu
açın diye.” Bu sözler, ETK Bakanının,
TPAO Arama Grup Başkanına söylediği sözlerdir.
Arama Grup Başkanı “
Efendim, petrol aramacılığında bir günde petrol kuyusu açalım kararı verilemez.
Ben talimatınızı anladım. Hemen oraya jeolog arkadaşlarımı saha çalışmaları için göndereceğim. Akabinde
en kısa süre içinde sismik çalışma proğramı
yapıp, sismik değerlendirmeyi
yaptıktan sonra burada en kısa zamanda
bir kuyu açacağız.” demesi üzerine yukarıdaki sözleri sarfetmiştir. Ancak bakan ikna olmamış, aldığı cevaptan
rahatsız olmuştur.
Sayın bakan şunu bilmeliydi ki, bu fakir ülkede ( zengin de
olsa farketmez) “Hatır’a binaen 2 milyon dolar harcanarak boş kuyu açılmaz.”
Burada iki önemli nokta göz önünde bulundurulmalıdır;
1- Yerel siyasetçinin petrol gibi bilmediği bir konuda
gereksiz ısrarı ve bakanın da “uzmanın
işini uzmana bırakalım” dememesi,
2- Hesabı-kitabı yapılmadan Bakan’ın 2 milyon dolar gibi bir
parayı ağzından çıkan tek kelimeyle
harcattırıyor olması ve son derece teknik ve önemli bir şirketin, basit bir
kasaba politikacısına ezdirilmesi.
Başarıyı hepimiz istemiyor muyuz? Öyle ise; politikacı
TPAO’yu niye rahat bırakmıyor? Niye herşeyine müdahale ediyor,
yöneticilerini ürkek yapıyor, liyâkat,
kıdem ve tecrübe esasına bakmazsızın
yönetim ve alt kadro atamalarını
yapıyor?
Türkiye’nin güzide ve
en stratejik öneme haiz kuruluşu olan TPAO kendisine verilen son derece
teknik ve zor görevlerin üstesinden
rahatlıkla gelebilecek güçte ve tarihsel yapıdadır. Yeter ki onu rahat
bıraksınlar, kendi yağında kavrulsun.
Bu ülkenin petrol varlığını ulusal kuruluş TPAO ispat
edecektir.
“Şirketine bu kadar sahip çıkan insanları, daha önce hiç
görmemiştim. Her biri, şirket sanki kendi şirketiymiş gibi davranıyor” Bu veya buna yakın bir cümleyi dışarıdan
atanarak gelmiş bir genel müdürümüz söylemiş.
Bunu ne oldu da söyledi, bilmiyorum. Ancak haksız sayılmaz.
Buna örnek olarak kendimi gösterebilirim. Ben uzun zamandır
TPAO şövenizmi taşıyan birisiyim. Belki kişiliğim gereği bu biraz abartılı da
olabilir. TPAO’ya en ufak bir zarar gelsin istemem, onunla gurur duyarım, baştan aşagıya, bütün
yönleri ile mükemmel olsun isterim. Duvarlara asılan ilan ve duyuruların
gelişigüzel bantlanması, herhangi bir yerdeki pislik, dağınıklık, bazı
çalışanların avami kılık kıyafetleri, tipsizlerin tipleri ve alışılagelen TPAO
standartının altında olan her şey beni rahatsız ederdi.
İsterdim ki; TPAO’da çalışanların tümü çağdaş,
giyimini-kuşamını bilen, ülke standartının üstünde nezih, aydın, yakışıklı
erkeklerden ve güzel kadın ve kızlardan
oluşsun. Şirkete girdiğim ilk zamanlarda şirket böyleydi.
Yeni personel girdikçe, personel sayısı arttıkça doğaldır
ki; ülke gidişatına paralel olarak, TPAO’nın
temiz olan denizinde çöpler
çoğaldı ve kirlilik başladı. Siyasi bir militan olarak tanınan bir yönetici,
(ki; sahada çalışmamış, bağlı olduğu partiye hizmet için devamlı kulis-siyaset
yaparak yıllarını geçirmişti ) toplu personel alımında, çoğunluğu kendi tandansına uygun kişileri işe
almıştı. Şirket yeni bir yapılanmaya girince, bu işe alınanlar diğer gruplara dağıtılmışlardı.
Müdafaa Caddesindeki
binamızın 10.katı yemekhane idi. Yemek zamanı, yemek kuyruğu oluşurdu.
Alışageldiğimiz bu yemek kuyruğunda birden kılık-kıyafet ve tavırları ile
değişik tipler peydahlandı. Bunlar kar yığını içindeki kömür karası gibi çok
açıkça kendilerini belli ediyorlardı. Onlar bu dağıtılan yerden, sağa-sola
dağıtılanlardı.
Şirkette ilk “sulanma
ve krat’tan değer kaybı” işte o zaman başlamıştı
“Şirketine bu kadar sahip çıkan insanları, daha önce hiç
görmemiştim. Her biri, şirket sanki kendi şirketiymiş gibi davranıyor.” Evet doğrudur. Bir fotokopi memuru, sevmediği bir kişinin veya grubun
fotokopisini, kendi şirketiymiş gibi davranarak, çekmeyebilir. Bir grup bir
diğer grubun yazısına, işine gelmiyorsa, kendi şirketiymiş gibi davranarak,
cevap vermeyebilir. Bir yetkili, kendi şirketiymiş gibi davranarak, bu adamı
bizim koridorda-katta görmek istemiyorum, diyebilir. Bir grup, diğer grubun
projesine, kendi şirketiymiş gibi davranarak, köstek olabilir. Bir yetkili,
kendi şirketiymiş gibi davranarak, “Şu gruptan şöyle, şöyle bir şey gelirse,
sakın yapmayın” diyebilir. Yönetici, kendi şirketiymiş gibi davranarak, sevdiği
hırsız-arsız-dolandırıcı-kleptoman olan kişilerin ceza almasına engel olabilir.
Sadece kıdemli olduğundan ötürü yönetici olmuş, teknik
kapasitesi-bilgisi-geçmişi tartışılır bir yerbilimci, kendi şirketiymiş gibi
davranarak, belki de çok kârlı
olabilecek bir projeyi, çeşitli özel
nedenlerinden ötürü ( kıskançlık vb. gibi sebeplerden ötürü), baştan kabul
etmeyebilir. Eski ancak, hem beynini hem de mesleğini güncelleştirmemiş
yerbilimci abi-yönetici, kendisinden daha cevval-bilgili-çağdaş yerbilimcinin
bütün projelerini, kıskançlığından ötürü, kendi şirketiymiş gibi davranarak,
hiç bir zaman kabul etmeyebilir. Teknik ve diğer yönlerden zayıf bir kişi, daha sonra yöneticilerce, kendi şirketleriymiş gibi davranarak, terfi
ettirebilir, yönetici yapılabilir.
.Özel sektörde ise – ki şimdi anlıyorum ve net görüyorum- bu
ve bu tür işlerin esamesi bile görülmez, konu dahi olmaz. Özel sektörde ehil
olmayan kişiler çalışamaz.
1998 veya 1999 yılında tesadüfen tanıştığım ve ODTÜ’de
okuyan Tayland’lı bir talebe, Tayland Kraliyet Ailesi hakkında konuşulurken
şöyle bir cümle sarfetmişti: “ Görevi suistimal veya devlet olanaklarını özel
yaşamına aktarma söz konusu ise, bizim 1 kralımız var. Tüm akrabası (Kraliyet
Ailesi)13-14 kişi civarında. Ama sizde
(Türkiye’de) her bakan, her genel müdür bir kral gibi davranır, devletin
olanaklarını istediği şekilde, istediği yerde, istediği kişiye kullanabilir.
Kimse de hesap sormaz.” deyip, kinayeli sohbetimizde “ağzımızı kapatmıştı.”
Yukarıda yazılanlar sadece TPAO’ya ait olan özellikler
değildir, ülkemizdeki kamu kurumlarının tümüne yakınının daha da kötü bir halde
olduğu yazılmakta, çizilmektedir. Ancak TPAO diğerlerine benzemez, vefalıdır,
çalışanını kollar. Onları ıvır-zıvır şeylerle üzmez. Kırtasiye ve diğer
imkânlarda geniştir. Harcırah ve konaklama konularında 1. sınıf hizmet almamızı
sağlar. Bazı kalemlerde “paraya acımaz”. Olması gereken de budur. Ama
çalışlanla-çalışmayanı da ayırmaz, hepsini bir kefeye koyar. TPAO bir petrol
şirketidir. Dünyanın en fakir ülkesinin petrol şirketi bile, harcamalarında,
ülkenin diğer kurumlarından TPAO gibi,
farklıdır.
Bir kerre ismi güzeldir: “ Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı”. Yaptığı iş çok stratejiktir, ülkenin göz bebeğidir. Her ne kadar
‘personel sayısı fazla’ diye söylense bile, devletin bir asli görevi de “
vatandaşına iş bulmak değil midir?. Onlara yaşam garantisi vermek deği
midir?” Öyle ise, kimse bize kızamaz. 20
yıldır boş oturan bir yerbilimci varsa, bu onun kabahati midir? Yoksa onu bir
kenara atan yönetimin kabahati midir?
Prof. Dr. Yücel Yılmaz’ın seneler önce söylemiş olduğu bir
cümleyi hatırlamakta fayda var:
“ TPAO bir okuldur. Yıkılırsa ( siyasetin son derece etkili
olmasına atıfta bulunarak) bir daha onun gibisi kurulamaz.” Jeoloji, jeofizik, petrol mühendisliği başta
olmak üzere TPAO, bu mesleklerin bir “mürşit”i (yol gösteren) gibidir.
Yerbilimcilere ve petrolcülere, petrol aramacılığı, sondajı ve üretimi
konusunda staj-proje imkânı sağlar,
üniversitelere proje verir, vb. bir çok pozitif oluşumlara imza atar.
Şirketimizin teknik insanlar tarafından yöneltilmesi ve bu teknik adamların da sosyal boyutta zayıf
olmaları nedeniyle, şirketimiz, benim gözlemim ile 1999 yılından bu yana,
sosyal ve beşeri boyutta, eski ile karşılaştırıldığında oldukça zayıflamış
görülmektedir. İnsanların birbirleriyle kaynaşması amacı ile arada bir yapılan, “Hamam Toplantıları” ( ki: benim tabirim
değil, TPAO’luların tabiri.) dışında ortada bir şey var mı? Şöyle diyorlar: “
Aynı düşüncenin adamları, ailece bir araya geliyorlar, ailece kendi kendilerini
eğlendiriyorlar. Ben artık bu toplantılara katılmıyorum.”
Emekliler dert yanıyor ve soruyor: “Hani nerede 10 Aralık
kutlamaları? Hani her emekliye
gönderilen bültenler? Hani yeni yeni organizasyonlar? Kaplıcalara yılda ne
kadar para ödeniyor ise o paranın yarısı ile 10 Aralık kutlamalarında emeklilere
bir çay ve kuru pasta ikram edilemez mi?”
Orson Wells ne demiş “ I know, how’s to be young. But you
don’t know how is to be old”
Türkçesi; “Ben gençliğin ( gençlik; burada halen çalışan
anlamında kullanılmaktadır) ne olduğunu biliyorum, ama sen yaşlılık nedir (
burada yaşlılık emeklilik için kullanılmıştır) bilemezsin.”
Eh!. “Keser döner,
sap döner bir gün gelir, devran döner.”
“Efendim, Bakanlık ve Hükümet yasakladı. Tasarruf tedbirleri
var. Na’palım?” Emeklilerin 10 Aralık
kutlamalarına katılmalarının maliyeti taş çatlasa 3-4 bin ytl civarında olur.
Bu para bulunamaz mı? İstense 10 katı bulunur. Başka fasıllara, nasıl
bulunduysa öyle bulunur. En azından TPIC kanalıyla bulunur. TPIC, petrol
sektörü ile hiç alâkası olmayan bazı magazin dergilerine bile ilanlar
vermektedir. Ben emeklilerin tercümanıyım,
TPAO yönetiminin, bu konuda hiç bir gayret göstermediğini söyleyen
emekliler, yönetimi çok
eleştirmektedirler (2010), haberiniz olsun.
“TPAO, Askeriye gibidir( bence gibiydi). Nasıl askeriyede
terfiler belli bir disiplin içinde yapılır, TPAO’da da öyledir (öyleydi).
Bir üsteğmeni, “ bu benim hısımım, bizim gruptan, bizim
partiden, benim sevdiğim adam”,
mentalitesi ile bir gecede General yapabilir miyiz? General yapsak bile ast
kadro, bunu nasıl kabullenir? Hem o general ile savaşa gitsek, savaşı
kazanabilir miyiz?” Bu sözler yaşlı bir
büyüğümüze ait.
makamda kimse yokmuş ta, sanki o gelene kadar hiç bir şey
yapılmamış ta, herşey o geldikten sonra yapılmış gibi davranırlar. Ömür boyu o
makamda kalacaklarını sanırlar.
Arkadaşlık
Arkadaşlarınızı çok seviyorsunuz değil mi? Onlara
güveniyorsunuz, onlar sizin dostunuz değil mi? Tamam şu an öyle düşünüyorsunuz,
kabûl. Başarılı bir iş yaparak, göz önüne çıkın. Hele bir terfi edin de, o
zaman görün bakalım; kim gerçek arkadaşmış, kim değilmiş? Bilhassa, kalabalık ve önde gelen gelen bir teknik grup
içinde böyle bir şey olsun, mazallah,
günlerce dedikodunuz yapılır. Bu gruptaki birbirini çekememezlik o kadar
büyüktür ki; kimse kimseyi beğenmez. Kime, birisini sorsanız, dudak büker,
“yaramaz adam” der. Birisine, kimi
sorsanız o da onun için “yaramaz adam” der. Bu ne yazık ki böyle ve ileride
düzelecek gibi de görünmüyor. Bu grupta ne kadar teknik kapasitesiniz yüksek
olursa olsun, ne kadar iyi yorumcu olursanız olun, başka ne tür üstün özellikleriniz
olursa olsun, hâl ve durumunuz, yönetici abinizin bir lafına bakar. Genel
anlamda yöneticiler, kendinden daha cevval ve işi daha iyi bilen alt kademeyi
sevmez. Onlardan rahatsız olurlar. Onlara göre; en iyi yönetici sadece mevcut durumu kollamasını bilen, yeni
projelere kapalı ( açık olsa Yönetim ile birinde olmasa bile, diğerinde ters düşebilir), ‘yap’ deyince
yapan yöneticilerdir.
Nokta...nokta...
-İlk kurulduğumuzda personel sayısının az oluşu, bize özel
ücret skalası uygulanışı ile ücret yönünden en güzel günler 1955-1972 arası, en
kötü günlerin ise 1978-1981 arası olduğu gözüküyor. Daha sonra 1987 yılında
ülke genelinde yapılan yüksek zam bizleri 2000 li yıllara kadar götürüyor. Şu
an ise(2010) eskiler için fena değil, yeni girenler için ise bir cazibe yok,
normal.
-Tesis olarak sektöre en büyük katkı İhsan Topaloğlu
zamanında oluyor.
-İlk dışarıdan atama Korkut Özal ile oluyor. Petrol
fiyatlarının çok düşük olması ( varili 1 dolar ) nedeniyle, Genel Müdür’ün İTÜ’ye bir yazı
yazdığı veya yazı yazmaya niyetli olduğu anlatılıyor. Bu yazıda “ bu şartlar altında petrol mühendisliği
bölümünün kapatılmasının daha iyi olacağını” tavsiyesinin yer aldığı
söyleniyor.
-İlk kadroda yer alan büyüklerimizden ikisi, “ ben
siyasetçinin bu kadar basit isteklerini yapmam, gelin kendiniz yapın” diyerek
istifa ediyorlar.
-En fazla keşif 1985-1989 arası yapılıyor. 10 da 7 oranında,
hem de şariyaj hattında.
-Bir ara 27 ay süre ile hiç bir terfi olmuyor. Bu durum,
daha sonra, insanları, hazırlıklıksız ve
apansız mağdur ediyor.
-Altın Çağımızı (bana göre) Devlet Bakanı Mehmet Keçeciler
zamanında yaşıyoruz.
-İlk şaşırtıcı ve hayret verici terfiler 1991 yılında oluyor
ve sonra önü alınamıyor.
Son Söz
Bu derlemenin yayıma hazır hale gelmesi 8 yıl sürmüştür. Bu
derlemede tamamen tek başıma kaldım. Bir kaç daktilo sayfası ile bana yardımcı
olan Merty çalışanı Figen Kuzuncanlı hanımefendi dışında, hiç bir kimsenin
yardımını görmedim. A4 sayfası ile 1
satır aralığı ile 180 sayfa kitabı belki 10 kere tekrar, tekrar okudum. Buna
rağmen, kaçırdığım imlâ kuralları ve yanlışlık-eksiklik yüzünden kusura bakılmasın.
Bu kitap az sayıda basıma girmiştir. Eğer tükenir, talep
olur da ikinci basıma gidilirse, bu kitabın hatalarını, eksiklerini ve/veya
sizin de 2.basımda yer almasını istediğiniz kendinizin, babanızın, her kim
TPAO’lu ise onun fotoğraflarını veya anılarını bana gönderebilirsiniz.
***
Ankara-Merty Enerji, Temmuz-2010
halitedipozcan.blogspot.com
Gsm: 0533 440 95 15
Akpınar Mahallesi, Ahmet Yesevi Sokak, 18/12
Dikmen-Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder